Yeşil Peri Gecesi’nin (Eylül 2010, Can yay.) kahramanı Şebnem, Ayfer Tunç’un ilk romanı Kapak Kızı’dan kopup geliyor. O romanda bir erkek dergisinin kapağında yer alıp kahramanların birbirleriyle yüzleşmelerine vesile olurken bu kez başrolde. Şebnem güzel bir kadın, güzelliğinin bilincinde ve onu öç almak için kullanıyor.
Şebnem çocukluk çağından başlayarak güzelliğinin kendisine güç verdiğinin ve o güçle birçok şeyi yaptırabileceğinin farkında. Güzelliğini bir silah olarak kullanabileceğini anlaması içinse lisede yatılıyken öğretmeni Seçkin Bey’le yaşadığı gönül ilişkisinin sonunun okuldan atılabileceği bir noktaya varması yetiyor. Öç alınacaklar listesine Seçkin Beyin adını yazıyor. Yıllar sonra da olsa, kurunun yanında yaş da yanıp suçsuz insanların hayatı mahvolsa da güzelliğini kullanıp adamı rezil ediyor, öcünü alıyor.
Şebnem’in travmasının temelinde annesi var. O da güzel bir kadın, o da güzelliğinin bilincinde ve onu yaşamını sürdürmek için kullanıyor. “Mutlu” çekirdek ailenin çöküşü yakışıklı babanın ağır bir kaza geçirip bir kolunu yitirmesi, yüzünde kalıcı yaralarla malûlen emekli olması ile başlıyor. Anne ile baba arasındaki sevgi bağı kopuyor. Şebnem, annesi ile amcasını büyük bir tesadüf eseri sevişirlerken yakalıyor. Anne sevgisi, aileye inancı ve tabii güveni kökünden sarsılmakla kalmıyor, çöküyor. Kafasında bir öç alınacaklar listesi oluşmaya başlıyor. Annesi ve amcası Süleyman bu listede ilk adlar. Çünkü, mutlu aile görüntüsü bozulmasa Şebnem’in hayat hikayesi belki de bambaşka gelişecek. Okuldaki başarısızlığının, daha doğrusu okuyup, uğraşıp, emek verip bir şey olmaktansa güzelliğiyle bir yerlere varmaya karar vermesinin temelinde babanın kendini eve kapayıp alkole sığınması, annenin sabahlara kadar ortadan kaybolması, başka erkeklerin varlığını babanın nihayet anlayıp anneyi dövmesi ile annenin evi terk etmesi var.
Şebnem hayatını sürdürmeye çalışırken annesinin yaptıklarını tekrar ediyor. Vücudunu kullanıyor. Çıkar için ya da sırf istediğinden erkeklerle yatıyor. Böylece hem hayatını sürdürmüş oluyor hem de bir anlamda annesinin canın acıtmış, içini yakmış oluyor. Çünkü annesinin böyle şeyler yapmasını istemeyeceğini umuyor.
Şebnem’in hayatına anlam katacak, düzene sokacak en önemli fırsat kendinden yaşça büyük, hayatta yol göstericisi olabilecek kültürdeki Ali ile ilişkisi. Ama sorumluluktan kaçan kişilikteki Ali bu aslında oldukça sorunsuz giden ilişkiyi yarıda bırakıp başka bir kadının peşinden Paris’e gidiyor.
Babadan, anneden, aileden, sevgiliden umduğu hayat desteğini bulamayan Şebnem için güzelliğinin somut bir delili ve ilk öç alma hamlesinin aracı olarak Phoenix adlı erkek dergisine pozlar veriyor. Böylece Dünya’da ben de varım, beni görün derken ailesinin, özellikle ahlaka çok önem veririmiş gibi davranan amcasının canını yakmayı umuyor. Poz verme olayı iyi bir şeye de vesile oluyor, bu pozları çeken fotoğrafçının sevgilisi Gün’le tanışıyor. Gün hayatta sarılacağı tek dal olacaktır. Ama romanın belki de tek olumlu kahramanı olan Gün fazla yaşamaz, kanser olur, ölür.
Gün kucağında can çekişirken Şebnem’in yanında kendi gibi biri, yaşamla ilgili tüm değerlerini yitirmiş Osman vardır. Şebnem, Osman’a yeni bir umut olarak sarılır. Evlenirler. Babasından miras kalan paraları yiyip bitirmekten başka bir işi olmayan Osman sıfırı tükettirken kardeşi Teoman sürekli zenginleşmektedir. İktidarın nimetlerinden muhafazakâr ve zengin bir aileye içgüveysi olarak girerek daha çok faydalanmaya karar veren Teoman “hafif meşrep” saydığı yengesini gücünü pekiştirmek, hatta artırmak için kullanmaya karar verir. Osman’ın parasızlığından yararlanıp planını uygulamaya koyar ve Şebnem’i, ailenin dayısı, İstanbul’un tek hakimi, gelecekte bakan olması beklenen Uluçmüdür’ün koynuna sokar.
Eski Türk melodramları gibi ard arda gelen bu felaketler Şebnem’in phoenix’leşip “kendi külleri üzerinden yeniden doğabilmek için kendisini yakıp bataklığından kurtulmaya” karar vermesinin nedeni olur. Şebnem canlı bomba olacak hem kendini hem de para için her şeyi yapacak ruhtaki Teoman’ı, üç kuruşluk çıkar için olanları görmezden gelen kocası Osman’ı ve tabii iyilik timsali gibi görünüp her türlü kötüğü yapan, rüşvetçi, çıkarcı emniyet müdürü Uluçmüdür’ü mahvedecektir. Yatak odasına kamerayı gizler, bir süredir buluşup seviştiği Uluçmüdür’ü bir aşk gecesine davet eder. Uluçmüdür de bu aşk gecesini bir fantezi ile renklendirmek için genç bir dizi oyuncusunu işin içine katar. İki erkek, bir kadın bütün gece sevişirler. Şebnem, gece yaşananların ortaya çıkmasının bedelini hayatı ile ödeyeceğini bilse de ertesi sabah gizlice çekilmiş görüntüleri çoğaltıp güç sahibi yirmi kişiye yollar. İşin içine genç bir erkeğin katılması ve onunla kurulan cinsel ilişki Uluçmüdür için tam anlamıyla felaket olacaktır.
Şebnem tüm yaptıklarını, yaşadıklarını “özyıkım arzusu” diye açıklar. “Özyıkım arzusu dediğim şey intihar değildi. Yavaş yavaş mahvolmaktı. Kendini ağır ağır, her cezadan acılı bir zevk alarak bitirmekti. Benim hayatıma anlam veren tek şey buydu.” (s.292)
Şebnem’in kurtuluşunu onlarca yıl sonra tekrar karşılaştığı sevgilisine sığınması ve “Kapak Kızı”ndan çıkıp gelen ve şimdi cevval bir gazeteci olmuş olan akrabası Selda sağlar. Selda, gözünü karartıp Uluçmüdür’ün haberini yayınlatır ve skandal patlar. Şebnem, başarılı bir phoenix olarak kendisini yakıp bataklıktan kurtulmuş ve küllerinden yeniden doğmuştur.
Yeşil Peri Gecesi’nde Şebnem’in hikayesi ile birlikte gelişen, 80’li yıllardan günümüze doğru gelen bir değişim öyküsü var. Ülkemizde derinleşen ve vahşileşen kapitalizmle birlikte yaşanan değerler yitimi, para için her şeyin mubah olduğu anlayışı... Parayla ilişkisi olan ya da olmayan hemen herkes 12 Eylül’de askeri cunta marifetiyle yerleştirilen vahşi kapitalist değerler sistemine göre davranmak durumunda kalıyor. Romandaki tüm ana karakterlerde bu halin yansımalarını görüyoruz. Cumhuriyetin getirdiği ahlaki değerler hızla terk ediliyor, para için her şeyin mubah olduğu bir değerler sistemi yaratılıyor. Bu ortama ayak uyduranlar başarıyı yakalıyor,gelişmeye ayak uyduramayanlar da kaybedenler kulübüne dahil oluyor. Şebnem tüm roman boyunca, yaşadıklarını anlatıp, annesi, babası, amcası, kocası ve ilişki kurduğu insanları sert ve erkeksi bir dille eleştirirken aslında toplumsal yapının öngördüğü insan ilişkilerini, ahlaki yapıyı ve tabii yaşam biçimini eleştiriyor.
Yeşil Peri Gecesi 463 sayfalık kalın bir roman. Bu kalınlaşmada romanın kapsadığı dönemin uzunluğu, ilişkilerin karmaşıklığı kuşkusuz önemli bir etken. Şebnem’in neredeyse tüm hayat hikayesinin anlatıldığı düşünülürse bir anlamda romanın kalın olması normal. Anlatım güçlü ve akıcı olduğu için kolayca ve hızla okunuyor. Romanın girişinden itibaren yerleştirilen teaser’lar da merakımızı hep diri tutuyor. Ayfer Tunç, çemberler çizerek, sarmallar oluşturarak anlatıyor öyküyü. Şebnem’in son hamlesini yapacağı günün sabahından başlayıp geriye doğru çiziyor bu çemberleri. Şebnem’in phoenix’leşme sürecini ayrıntılı olarak öğreniyoruz.
Diğer yandan, özellikle Orhan Pamuk’ta gördüğümüz “pekiştirme” çabası Ayfer Tunç’da da var. “Okur derdimi anlayamayacak” endişesi ile klasik romanlardaki gibi tekrar tekrar anlatma, benzer olaylar yaratıp anlatma gibi yöntemlerle anlatılanlar pekiştirilmeye çalışılıyor. Şebnem’in kötülüklerinin nedeni tam anlamıyla anlaşılamayacak sıradan bir kötü kadın sanılacak, final bölümü yerine oturamayacak endişesi ile olsa gerek Şebnem’in aşk kırgınlıklarını, yataktan yatağa dolaşarak kendisini cinsel obje olarak gören, kullanan erkeklerin hayatını mahvetmesi gibi olguları birden fazla örnekle anlatmayı tercih etmiş Ayfer Tunç.
Romanın ilk baskısının 10.000 adet yapıldığını, yani çok okura ulaşmanın hedeflendiğini düşünürsek bu derdini tam olarak anlatma endişesini bir açıdan anlayabiliriz. Çünkü geniş kitleler demek daha kolaycı okur demek. Okurun “anlamadım” diyerek kitabı bırakmamasının sağlanması demek. Ama kitabın kalınlığının hedeflenen çok okur için bir handikap olduğunu, satın almamada önemli bir etken olduğunu da unutmamak gerek.
Sonuç olarak Yeşil Peri Gecesi bildik sandığımız bir konunun aslında ne denli ilginç ayrıntılar barındırdığını göstermesi, merak uyandırıcı kurgusu ve akıcı anlatımı ile edebiyat tadı alınacak üzerinde ve Türkiye’nin hali hakkında düşündürecek iyi bir roman.14.10.2010
Yorumlar