Nabokov’un “Solgun Ateş”i anlaşılması pek kolay olmayan,
bilmecelerle, şifrelerle, göndermelerle dolu, okuru bir tür sınava sokan bir
roman. Okunması mümkün görülmemiş, okurların yanı sıra eleştirmenlerce de sıkıcı
ve anlaşılmaz bulunmuş. “Ukalaca” diye nitelendirilmiş. Diğer yandan da bir
başyapıt olarak değerlendirilmiş. 20. yüzyılın en önemli sanat eseri sayılmış. Akademisyenler
ve eleştirmenler içinse sonsuz bir araştırma nesnesi olmuş. Hakkında yüzlerce
yazı ve tez, onlarca kitap yazılmış bir roman. Bir anlamda okura ve
eleştirmenlere postmodern bir meydan okuma.
Adını Shakespeare’nin Atinalı Timon’undan alan “Solgun Ateş”
(Aralık 2013, çev. Yiğit Yavuz, İletişim yay.) “metinbiçimsel bir düzenleme”
olarak tanımlanıyor. Roman, bir önsöz, 999 dizelik bir şiir, bu şiirin
açıklamaları ve dizinden oluşuyor. Bir kurmaca olduğunu bilmeseniz ve
Nabokov’un eseri olarak yayımlanmasa ilk bakışta uzun bir şiir üzerine yapılmış
akademik bir çalışma sanabilirsiniz. Sanırım Nabokov’un da amacı buydu.
“Solgun Ateş” Charles Kinbote adlı bir öğretim üyesinin önsözü
ile başlıyor. Ardından John Shade’in olduğu belirtilen İngiliz geleneksel
şiirinin biçimlerinden biriyle ve en yaygın vezin türü kullanılarak beşlik
düzende yazılmış, birbiri ile ikişerli olarak uyaklı, dört kantodan oluşan 999
dizelik şiir geliyor. Romanın en uzun bölümünü ise Shade'in ölümünden sonra
dostu, komşusu ve editörü olduğunu söyleyen Charles Kinbote’un yazdığı
belirtilen ve şiiri dize dize, hatta bazen sözcük düzeyinde yorumlayan
“Açıklamalar” bölümü oluşturuyor ve onu da yine Kinbote’un yazdığı söylenen
“Dizin” tamamlıyor.
Ünlü bir Amerikan şairi olduğu belirtilen John Shade 1959’da
öldürülmeden birkaç dakika önce el yazması olarak 80 orta boy dizin kartına yazılmış
metinini taşıması için Kinbote’a vermiş, o da metni sahiplenmiş ve Shade’in cinayetin
şokunu yaşayan karısının onayını aldıktan sonra açıklayıcı notlarla yayımlamış.
Olayı karmaşıklaştırıp metni anlaşılmaz kılan da Kinbote’un bu açıklamaları. Shade
şiirinde yaşam öyküsüne, kızıyla geçirdikleri günlere, kızının ölümüne ve onu
kaybettikten sonra yaşadıklarına, ölümle yüzleşmesine değinilse, ölümden
sonrasını ve varoluşu sorgulasa da Kinbote şiiri, Zembla adlı bilinmeyen bir kuzey
Avrupa ülkesinin son kralının yaşadıklarını Shade’in şiirleştirdiği inancıyla
yorumluyor. Kendisinin Zembla’nın devrimle ülkesinden kaçmak zorunda kalan
kralı olduğunu iddia ediyor. Şiirin yazılış sürecini nasıl şahit olduğunu
anlatıyor.
Charles Kinbote daha şiirin ve açıklamaların yer aldığı
kitabın öyküsünü anlattığı önsözden başlayarak ilginç bir kişilik olarak
beliriyor ve anlattıklarının gerçekliği ve akıl sağlığı hakkında okuru kuşkuya
düşürüyor. Akademik çevrelerde kendisinin “deli” olarak nitelendirildiğini
söylemekten çekinmiyor. John Shade ile yoğun olduğunu söylediği dostluğunun
birkaç aylık olması da, şiiri açıklama görevini alış biçimi de kuşkulu hale
geliyor. Kinbote, Shade’in şiirlerini Zembla’caya çevirdiğini bile iddia ediyor
satır arasında. Charles Kinbote’un şiiri Zembla krallığı ile ilişkilendiren
açıklama notlarını okudukça da bu kuşkularınız iyice artıyor. Charles
Kinbote’un ciddi bir araştırmacı mı, iddia ettiği gibi sürgündeki devrik bir
kral mı, şairin takıntılı bir hayranı mı, hatta Shade’in katili mi, yoksa
gerçekten de ruh hastası mı olduğunu anlayamıyorsunuz. Sanırım romanın ana
mesajı da bu, “gerçek”in ne kadar göreceli ve kişiye, yere, zamana göre
değişken olduğu. Gerçek diye sunulanın tamamen uydurma olabileceği.
Yiğit Yavuz çeviriye yazdığı önsözde “Solgun Ateş”in
Nabokov’un kurgulamakta en çok zorlandığı metin olduğunu söylediğini
belirttikten sonra şiirin İngiliz ve Amerikan şiir tarihine göndermelerle yüklü
olduğunu, Pope, Frost, Wordsworth, Eliot şairlerin şiirlerinden yararlandığını
belirtiyor. Metni Yavuz’un bu yorumundan daha da geniş algılayan yorumcular da
var. Nabokov’un İngiliz mitolojisinin yanında Yunan ve İskandinav
mitolojilerine ve Rus Edebiyatına da göndermelerde bulunduğunu belirtiyorlar.
Zaten yine Yiğit Yavuz çeviriye yazdığı önsözde belirttiği gibi karşılaştırmalı
edebiyatta “Solgun Ateş Araştırmaları” başlığı altında toplanabilecek birçok
çalışmanın olmasının nedeni de romanın bu özelliği olsa gerek.
“Solgun Ateş” çevirisi oldukça güç bir metin, “bir
çevirmenin kâbusu olmaya aday bir yapıt” olarak anılıyor. Türkçeye ikinci kez
çevriliyor. İlk çeviri 1994’de Yaba Yayınları’ndan Yaşar Günenç imzasıyla
çıkmıştı. Daha önce de Nabokov çevirmiş olan Yiğit Yavuz’un büyük emek ürünü
ortaya koyduğunu ve açıklayıcı dipnotlarla da romanı anlamakta okura oldukça
yardımcı olduğunu belirtmeliyim. Türkçesi bana oldukça başarılı göründü.
“Solgun Ateş” alışılmadık yapısı ile hipermetinlerin, meta
anlatının ilk örneklerinden sayılıyor. “Solgun
Ateş”i okurken yapı olarak ona çok yakın bulunan James Joyce’un “Ulysses”ini
hatırlamamak mümkün değil. Ama iki yapıtın birbirinden çok farklı içerik ve
biçimde olduğunu da belirtmeliyim.
Mümtaz Sarıçiçek “Ulysses ve Tutunamayanlar’ın
Karşılaştırmalı İncelemesi”nde (Turkish Studies, Vol 4, 2009) Oğuz Atay’ın
“Tutunamayanlar”ı ile “Solgun Ateş” arasında biçimsel benzerliğe Berna Moran’ın
dikkati çektiğini hatırlatıyor. “Tutunamayanlar”ın 7. bölümün çoğunluğunun ve
8. bölümünün tamamını oluşturan 131 sayfada Mümtaz Sarıçiçek’in bir tür mesnevi
olarak nitelediği “ithaf”, “mukaddime” ve beş şarkıdan oluşan 604 dizelik bir
şiir ve romanın kahramanı Selim tarafından yazılmış olmasına rağmen “Süleyman
Kargı’nın Açıklamaları” diye sunulan şiir açıklamaları yer alıyor. Oğuz Atay’ın
bu biçimsel tercihle postmodern anlamda “Solgun Ateş”in bir parodisini
yaptığını söylüyor eleştirmenler. Berna Moran “Tutunamayanlar”da yer alan şiiri
Süleyman Kargı’nın tıpkı “SolgunAteş”in Charles Kinbote’u gibi garip bir
biçimde yorumladığını da vurguluyor. Yani sadece biçimsel değil, anlatım
açısından da bir esinlenme ya da parodi söz konusu.
Mümtaz Sarıçiçek’in Ziya Paşa’nın kaside, tahmis ve şerh
başlıklı üç sahte yazarın üç sahte metininden oluşan “Zafername”sinin “Solgun
Ateş”in ve “Tutunamayanlar”ın öncülü olduğu tezi ise tartışılmaya değer. En
azından bu tür çalışmaların Nabokov’la başlamadığını Türk Edebiyatı’nda da
benzerlerinin bulunduğunu söyleyip Oğuz Atay’ın parodisinin Ziya Paşa’dan da
kaynaklanmış olabileceği olasılığını da kaydedelim. Türk romanının ilk
yıllarında, örneğin Ahmed Mithat’ın postmodern romanın ilk örneklerini
yazdığını da hatırlatalım.
Berna Moran’ın “Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış 2”de
(1990, İletişim yay.) yer alan yazısından 20 yıl sonra, 2010’da Enis Batur
“Tutunamayanlar”la Solgun Ateş” arasındaki ilişkiyi yeniden gündeme getirip
“Tutunamayanlar’ın “çözümü”nün birebir Pale Fire’dan gelmesi, kitabın
özgünlüğünü enikonu zedeliyordu benim gözümde; bunca yıl aradan sonra daha da
öyle geliyor bana” diye yazması bu karşılaştırmayı hatırlattı. Batur’u
destekleyenler olduğu gibi, tek bir bölümde yapılan parodinin
“Tutunamayanlar”ın özgün olmamakla suçlanmasına yetmeyeceğini söyleyenler de
oldu. Bahadır Sürelli ile Ramazan Gülendam’ın “Tutunamayanlar’da Solgun Ateş
İzleri: Nabokov’dan Oğuz Atay’a”. (Varlık s.1151, Ağustos 2003) başlıklı
çalışması da bu tartışma konusunda iyi bir kaynak. Murat Gülsoy’un
“Tutunamayanlar Özgün Değil mi?” başlıklı yazısı da önemli. Bence de Oğuz Atay
bu bölümü yazarken okurun “Solgun Ateş”i hatırlayacağını biliyor. Bilmesini
istiyor. Tıpkı diğer bölümlerde Joyce’a, Kafka’ya, Dostoyevski’ye ve daha
birçok yazara gönderme yaparken olduğu gibi...
Vladimir Nabokov’un başyapıtı “Solgun Ateş” tam anlamıyla
bir ustalık gösterisi. Yazarın hem biçim hem de anlatım açısından kendine
meydan okuması. Cesur okurları güç, sürprizler ve bilmeyenlerle dolu bu metni
okuyup anlamaya davet ediyor.
09.01.2014
Yorumlar