Dan
Brown, başta Da Vinci Şifresi olmak üzere çok satan romanların
yazarı. Brown'ın romanları dünya çapında 56 dilde yayınlanmış
ve 250 milyondan fazla kopya satılmış. Türkiye’de de yüz
binlerce kişi okuyor. 2005 yılında Time Dergisi tarafından
Dünyanın En Etkili 100 Kişisi'nden biri seçilmiş. Dan Brown çok
satan bir yazar ama çok yazan bir yazar değil. Yaklaşık 30 yıllık
yazarlık serüveninde yayınlanan kitaplarının sayısı iki elin
parmaklarını geçmiyor. Ama yazdığı hemen her kitap dünya
dillerine çevrilmiş ve çok okunmuş.
Dan Brown romanlarının bir önemi de konularının geçtiği Paris, Roma hatta İstanbul gibi şehirlerde turizme olumlu etkisi. Turistler o şehirleri ziyaret edip romanlarda anlatılan mekanları ziyaret ediyorlar. Son romanı “Sırların Sırrı”da (Altın Kitaplar yay.) zaten çok ziyaret edilen bir kent olan Prag’da geçiyor ve turizmi daha da artıracağı kesin. Çünkü romanda Prag’ın en önemli mekanlarını da anlatılıyor, şehir de adeta bir roman kahramanı gibi yer alıyor. Dan Brown, kitabı okuyup Prag’a gideceklere kolaylık olsun diye sona bir de harita koymuş ve mekanları işaretlemiş.
Pınar
Demir ve İpek Demir’in Türkçeye çevrildiği ve birçok ülke
ile aynı anda yayınlanan Sırların Sırrı’nın kahramanı,
önceki romanlardan da tanıdığımız Simgebilim Profesörü,
Tarihçi Robert Langdon. Langton, noetik bilimci Doktor Katherine
Solomon’a bir konferansında eşlik etmek üzere Prag’da.Katherine
Solomon’u Kayıp Sembol romanından anımsıyoruz. Bu kez ana
kahramanlardan biri.
Noetik, zihnin ve bilincin doğasını araştıran; psikoloji, felsefe, kuantum fiziği, ruhsal gelenekler ve sezgisel deneyimleri biraraya getirmeye çalışan disiplinlerarası bir araştırma alanıdır, diye tanımlanıyor. Yani tartışmalı bir alan. Noetik spekülatif, bilim-dışı ya da yarı-bilimsel (paranormal/ezoterik) alanlara yakın görülmüş. Ciddiye alınmamış. Bununla birlikte, bazı nörobilimciler ve psikologlar bilinç çalışmalarının daha kapsamlı bir şekilde ele alınmasına katkı sağladığı görüşündeymiş.
Katherine Solomon, yaptığı işin oldukça bilimsel olduğuna inanıyor ve insan bilincinin bedenden ayrılabildiğine dair yeni bulgular içeren önemli bir kitap yayınlamak üzere. Ancak “bilincin beyin dışında var olabileceği” tezini sunduğu konferansın sabahında Katherine aniden ortadan kayboluyor. Bu arada, yayınevinin bilgisayarlarında olağanüstü şekilde korunan kitabın metininin kopyaları da siliniyor. Çünkü bilinci silah olarak kullanılabileceğine inanan ve bu bilginin sır olarak kalmasını isteyenler de var.
Robert Langdon, aşkını ilan edip, muhteşem bir aşk gecesi yaşadığı sevgilisini ertesi sabah büyük bir panikle Prag sokaklarında aramaya başlıyor. İşin içine CIA ve Prag polisi karışmakla kalmıyor bir de Ortaçağ Yahudi efsanesinden gelen çıkıp gelen Golém katılıyor. Yani bir Dan Brown romanı için gerekli her şey var Sırların Sırrı’nda.
Yıllardır kurgu eserler okumadığı, araştırma kitaplarına meraklı olduğunu söyleyen Dan Brown tartışmalı konuları sever. Romanlarında bu konuları uzun uzun anlatır. Sırların Sırrı’nda da zaten kendisi tartışmalı bir dal olan noetik’ten yola çıkıp bilincin bedene bağlı olmadığını, bedenden ayrı, bağımsız bir şey olduğu tezini getiriyor. Beden ölse de bilinç yaşamaya devam edebiliyor. Bir yanıyla bize çok bildik gelen bir konu bu. 50’li 60’lı yıllarda çok moda olan Spiritüalizm, “Ruh, ölümsüz ve ezelîdir; madde ise sonlu, geçici ve değişkendir. İnsan, maddî bedenden bağımsız bir “ruh” taşır; ölüm sadece ruhun bedenden ayrılmasıdır” diyordu. Noetik “ruh”un yerine bilinci koymuş. Sırların Sırrı’ndaki tezleri seveceklere Bedri Ruhselman’ın “Ruh ve Kâinat” kitabını öneririm.
Kahramanımız Robert Langdon şüpheci biri, âşık olduğu kadının tezlerine de kolay inanmıyor. Prag’ın labirent gibi sokaklarında ve yeraltında ölümden kaçıp, gerçeği bulmaya çalışırken her fırsatta bu konuları tartışıyorlar. Edebiyat eleştirmenlerine sorsanız “Günümüzde Ahmet Mithat okunmaz” derler. Gerekçeleri de Ahmet Mithat Efendi’nin romanın akışını kesip sürekli bilgiler vermesidir. Günümüz okurunun bu tür bilgilendirmelerden hoşlanmadığını eklerler. Bu tezin yanlış olduğunu Dan Brown her yeni romanında bir kez daha kanıtlıyor. Sırların Sırrı’nda da noetik’ten kuantum fiziğine oradan inanç, din ve felsefeye uzanan yoğun bir bilgi akışı var. Elif Tanrıyar’la söyleşisinde de belirttiği gibi “bilim ile din arasında çoğu insanın düşündüğünden çok daha fazla kesişim ve uzlaşma var” diye düşünüyor Dan Brown. Kuşkusuz bu tezler tartışılacaktır.
Aşırı bilgi yüklemesini gözardı etmeyi başarabilirsek Sırların Sırrı, tipik bir Dan Brown romanı ve Robert Langdon macerası. Güçlü bir kurumun, CIA’nın saklı kalmasını istediği bir sırrı var. Bu sırrı korumak için elindeki tüm güçleri kullanıyor. Robert Langdon’da bir bilim insanı ve tarihçi olarak fiziksel gücüyle değil, zekâsıyla çözüyor olayları. Kahramana eşlik eden zeki bir kadın karakter de var, üstelik bu kez sevgili konumunda yani az da olsa romana aşk katılmış. Üstelik sadece sözünü ettiğim bilinçle ilgili bilimsel tartışmalar değil gizli tarih, dini semboller, şifreler, kadim metinler de romanda rol oynuyor. Olaylar Prag gibi tarih yüklü şahane bir şehirde katedraller, müzeler, anıtlar ve yeraltı sığınaklarında geçiyor. Tüm Robert Langdon maceralarında olduğu gibi olaylar çok kısa bir zaman diliminde yaşanıyor. Bölümler yine çok kısa (2–5 sayfa) ve anlatım akıcı. Olaylar sadece Robert Langdon’ın bakışından değil birçok kahramanın bakış açısından anlatılıyor. Önceki romanlardaki gibi Dan Brown’ın sinematografik bir üslubu var ki sinema uyarlamasının yapılacağı da duyuruldu.
Sırların Sırrı, gerilim romanları, polisiye, casusiye meraklıları ve Dan Brown severler için oldukça tatmin edici, merakla, keyifle, çok şey öğrenilerek okunacak bir eser. Onların beklediği gibi hızlı tempo, semboller, macera, sır perdesi, aksiyon ve bol ve tartışmalı bilgi var, Noetik bilimi ve onunla gelen ölümden sonra bilincin yaşaması gibi tezler de ilgi uyandıracaktır. (27.09.2025)
Yorumlar