12 EYLÜL'ÜN ARKA BAHÇESİNDE


12 Eylül 1980'deki askeri darbe, Türkiye'de siyaset yapanlar için bir dönüm noktası oldu. Darbe sabahı yepyeni bir Türkiye'ye uyandılar. Artık  mecliste de, sokakta da siyaset yapma olanakları kalmamıştı. Sivil hayattaki faaliyetlerini de sürdürebilecekleri şupheliydi. Önlerindeki seçenekler, yakalanıp hapis edilmek, yargılanmak ya da bir kaçak olarak hayatlarını sürdürmekti. Askeri yönetimin etkisi arttıkça Türkiye sınırları içinde yakalanmadan kalma olasılığı da gittikçe azalıyordu. Meşhur deyimle "halk bir deniz, onlar da denizin içinde birer balık" olamamışlardı.

Bir anda 650.000 kişi kendini gözaltında buldu. Gözaltına alınmaların bu denli çok olması, sorgulamaların ağır baskı ve işkence alındığının söylentiden gerçeğe dönüşmesi, kaçak durumda olanları yeni arayışlara itti ve bir çoğu çareyi yurtdışına kaçmakta buldu.

Sahte pasaportlarla resmi sınır kapılarından ya da Meriç nehrinden yüzerek, Ege denizinden küçük teknelerle ve güneydoğu sınırından yürüyerek yurtdışına  kaçtılar.  Bu sayı kısa sürede 30.000'e ulaştı. Bunların büyük bir çoğunluğu Avrupa ülkelerine iltica etti. En çok tercih edilen ülke de Almanya oldu.

Hemen hepsi, askeri yönetim biraz yumuşayıp, siyaset yapabilmek için şartlar düzeldikten sonra Türkiye'ye dönmek ve kaldıkları yerden mücadelelerine devam etmek niyetindeydi.

Ama bekleme süresi çok uzadı. İlk ciddi af çıktığında  aradan on yıl geçmişti ve mültecilerin çoğu bu sürede bulundukları ülkede kök salmış, yeni hayatlara başlamış, çoluğa çocuğa karışmış ve en önemlisi Türkiye'ye ilişkin umutları tüketmişti. Dönenlerin, dönebilenlerin sayısı çok az oldu. Bir bölümü zaten bu aftan yararlanamıyordu. Bir bölümü de Türkiye'de siyaset yapabilmenin şartlarının hâlâ oluşmadığı kanısındaydı.

Araştırmacı Emin Karaca, yurtdışına kaçıp iltica edenlerin anlatacakları bir çok şey olduğu, anılar zamanla unutulmadan kayda geçirmek gerektiğini düşünerek yola koyulmuş. 70'li yıllarla 2000 yılı arasındaki otuz yıllık kesitin net bir görünümünü oluşturmakta siyasi mültecilerin anlatacaklarının çok önemli veriler sağlayabileceğini düşünmüş ve bu işi 12 Eylül 1980'in yirminci yıldönümünde gerçekleştirmiş.

İsviçre, Fransa, Belçika, Hollanda, Almanya ve Yunanistan'da siyasi mültecilerle buluşmuş, konuşmuş. "12 Eylül'ün Arka Bahçesinde" adını taşıyan kitap bu söyleşilerden oluşuyor. Emin Karaca, olabildiğince geniş bir yelpazede, 70'li yılların hemen her toplumcu örgütünden mültecileri bulmuş. Söyleşiler ilticacıların bugün bulundukları ülkelerdeki durumlarından çok geçmişleriyle ilgili. Yaşam öykülerini anlatırken özellikle 70'li yılların Türkiyesi'ni, siyasi ortamı ve bu siyasi ortama nasıl girdiklerini, neler yaptıklarını, kendi örgütlerinin yapılanmasını, örgüt içi ilişkileri de anlatıyorlar.

Emin Karaca, çoğunlukla 70'li yıllarda siyasi örgütleri sırtlarında taşıyan, militan düzeyindeki mültecilerle konuşmuş. İyi de etmiş. Çok içten anlatımlar ortaya çıktığı gibi, bir özeleştiri olanağı da doğmuş. İğneyi başkalarına batırırken çuvaldızı kendilerine batırmayı da ihmal etmemişler. Böylelikle kendi siyasi mücadelelerinin bilançosunu çıkarırken, 80'de

12 Eylül darbesi ile noktalanan toplumcu mücadelede niye başarılı olamadıklarının, darbeyle bir gecede niye bu denli kolay her şeye nokta konulabildiğinin sorularının cevaplarını da kendilerince vermişler. Bu cevaplar aslında günümüzde toplumcu örgütlerin niye eskisi gibi ilgi görmediklerini de anlamamızı sağlıyor.

Emin Karaca'nın söyleşileri 12 Eylül Darbesi'ne uzanan günlerin siyasi panoramasını çıkarmasının yanında olayın insani boyutunu da aydınlatıyor. Yaşanan acılara, çekilen çilelere, baskılara ve işkencelere, uzak bir gelecekteki küçük bir umuda bağlanıp nasıl direnildiğinin öyküleri bunlar. Darbe sonrası hapishanelerde geçirilen günler ve oradan firar etme umuduyla yeşeren direnme, ayakta kalma duygusu, inancı da dikkate değer.

80'li yıllarda parmakla sayılabilecek kadar az sayıda firar olayı yaşanmış hapishanelerde. Emin Karaca, bu müthiş firarların kahramanlarıyla da konuşmuş. Tüneller kazıp aşılmaz sanılan hapishane duvarlarını aşmakla kalmamış, belki de aynı inanç ve inatla sınırları da geçip Avrupa'ya sığınmışlar.

Kitabın genelini oluşturan içtenlik bir çok anının, olayın ilk kez anlatılmasını, ortaya çıkmasını sağlamış. Bu yakın da olsa geçmişi anlamamızı, bir başka açıdan öğrenmemizi sağlıyor, bir anlamda canlı tarih - sözlü tarih denen çalışmalara bir örnek oluşturuyor. Hem de inanç, direnç, kararlılık, umut, özlem gibi bir çok duygunun insanda nasıl yeşerdiğinin, gelişip kalıcılaştığının somut örneklerini veriyor.  O yılları hiç yaşamamış da olsanız, geçmişi merak da etmeseniz, sadece insanlık trajedisini anlamak açısından bile ilgiyle okunabilecek bir çalışma. (2001)


(12 Eylül'ün Arka Bahçesinde, Emin Karaca, Gendaş yay.) 


Yorumlar