PROJELERİN ADAMI


Adnan Özer’le 1980’li yılların başında tanıştım. Türkiye askeri darbenin hemen ertesinin kesif karanlığını yaşıyordu. Edebiyat hayatı da darbeden payına düşeni almış, yayınevleri, dergiler, hatta kitabevleri kapanmış, ortalığı tam anlamıyla bir belirsizlik duygusu kaplamıştı. Askeri yönetimin engelleyici etkisini hayatın hemen her alanında yaşıyordunuz. Artık kitap bir kültür aracı değil, Türkiye’nin tek televizyon kanalında hemen her akşam haberlerde karşımıza çıkan bir suç aletiydi. Bir çok evde korkudan kitaplıklar boşaltılmış, kitaplar yakılmıştı. Anayasa’da “Basın hürdür” diye yazmasına rağmen herhangi bir yayın yapmak pratikte pek olası görünmüyordu. Dergi yayınlamak için valiliklere başvurmak yeterliydi, ama bu başvurudan bir sonuç alana hiç rastlanmıyordu. 1980’ler tam bir dönüm noktasıydı. Hemen herkes 70’li yıllarda yaşanan yoğun politik ortamın hareketliliğinden sonra durup bir düşünmek, “Nerede yanlış yaptık?” sorusuna kendince tatmin edici cevaplar bulmak istiyordu. Kültürde ve edebiyatta da bu tip bir özeleştiri yapmak gerekliydi. Dönemin genç yazarları, şairleri birbirlerinden farklı konumlarda, yerlerde olsalarda kendi açılardan bu tür hesaplaşmalara girmiş, benzer sonuçlara varmışlardı; Tüm Türkiye gibi kültür de bir an önce demokratikleşmeli, kültürsüzleştirme politikasına karşı kültüre, sanata ve tabii asıl ilgi alanımız edebiyata sahip çıkmalı ve onu tüm değerleriyle savunmalı... O yıllarda Ankara’da yaşıyordum. Zafer Çarşısı’nda kitapçılarda şairler yazarlar toplanıp ayaküstü de olsa görüş alışverişi yapıyor, hemen herkes projelerini hayata geçirip bir şeyler yapmak istiyor, dergiler, yayınevleri planlanıyordu. Günümüz Ankara’sının kitapçılar mabedi Konur sokakta ilk kitabevi o günlerde açıldı; Dost Kitabevi. Bu kitabevinin ilk etkinliklerinden biri de yeni bir yayınevinin üç şiir kitabının tanıtıldığı bir imza günüydü. İmza gününde ayrıca bir de oda müziği konseri verilecekti. Yayınevi Üç Çiçek Yayınları’ydı, yayıncı Adnan Özer. Böylesi şiirli müzikli bir imza günüyle ilk kez karşılaşıyordum. Üstelik yayınlananlar da genç şairlerin şiir kitaplarıydı (Osman Konuk, Erdal Alova ve Adnan Özer’in kitapları). Etkinlik sonrasında bir kahvede oturup çay içmiştik ve daha önce bir kaç kez selamlaştığım Adnan Özer’in kendisiyle ve projeleriyle ilk tanışmam orada gerçekleşmişti. Adnan, bir sanat-edebiyat dergisi çıkartmayı planlıyordu. Bu dergi, öncelikle genç şairlerin ve sanatçıların sesi olacaktı, ama ustalarına da sırtını dönmeyecek, onlarla da bağ kuracaktı. Adresler alındı, verildi, İstanbul’da görüşmek üzere sözleşildi. Taner Ay’la birlikte Cağaloğlu’nda Üç Çiçek Yayınları’nın kapısını çaldığımızda bir dergi toplantısının ortasına düşüvermiştik. Adnan Özer, Haydar Ergülen, Ali Günvar, Tuğrul Tanyol, Levent Erseven, Bahadır Bayrıl, Hüseyin Öncü, Orhan Tekelioğlu… O küçücük ve loş odada büyük bir kalabalık vardı. Üç Çiçek’in üç sayılık ömürünün ilk adımları atılıyordu. Biçim ve içerik olarak kaliteli bir dergi hayal ediliyordu. Renkli kuşe kapaklı, büyük boy bir dergi… Edip Cansever, Hilmi Yavuz, Cahit Tanyol, Abdülkadir Bulut, Filiz Ali, Zeyyat Selimoğlu…. Şiir, edebiyat, sinema, müzik, plastik sanatlar… Üç Çiçek, o zamanlar yayınlanan Gösteri ya da Milliyet Sanat dergisi görünümünde olacak, mevcut okuyucuyu kendine çağıracak sonra da esas mesajlarını verecekti. Bilinmeyeni, gözardı edileni göstermek, tanıtmaktı amaç. Mesajın özü, tüm sanat dallarındaki genç sanatçılara, yazarlara dikkati çekmek, onların görülüp değerlendirilmediğine inandığımız eserlerinin en azından bilinmesine olanak sağlamaktı. Dünya sanatında, edebiyatında da benzer bir işleve sahip olunmak isteniyordu. Şimdiye kadar Avrupa merkezli bir sanatın etkisinde kalmıştık, oysa dünyanın çeşitli yerlerinde, özellikle Afrika’da, Güney Amerika’da, belki de Avrupa’dan çok daha güçlü ve yeni bir sanat gelişiyordu. Bunları da Türkiye’de tanıtmak gerekliydi. Afrika ve Güney Amerika’daki edebiyatı sanatı tanıtmak fikrini ortaya atan da, kabul ettiren de Adnan Özer’dir. Çoğumuzun o güne kadar böyle bir bilgisi de, derdi de yoktu. Adnan, bizi öyle güzel ikna etti ki daha sonraları bu eğilimin ortak bir duygu olduğu kanısına bile kapıldık. Böylece Üç Çiçek’in ilk sayısının kapak konuları, Kara Afrika Edebiyatı, Latin Amerika Şarkıcıları, Türk şiirinin ve resminin yeni isimleri oldu. Üç Çiçek’in ilk sayısının arka kapağı, özellikle anılmaya değer. Ressam Arzu Başaran kapakta modellik yapmış, şair ve ressamlara kol kanat geren bir kompozisyona poz vermeyi kabul etmişti. Bu da Adnan’ın bir projesiydi. Daha teklif ettiğinde reddedilmiş, ama o tatlı dille güler yüzle, “bir deneyelim, bakın çok güzel olacak” diyerek aklına koyduğunu hayat geçirmeyi başarmıştı. Üç Çiçek’in biçim açısından belki de en çok eleştirilen yeri de bu fotoğraf oldu. Çoğu şair, yazar Arzu Başaran’ı tanımadığı için onu bir manken sanmış, düzenlemeyi de sanat popülarize ediliyor diye kıyasıya eleştirmişti. Yirmi yıl sonra geriye dönüp baktığınızda o arka kapak çok sıradan, çok normal gelebilir ama o gün için ancak bir cüret işiydi. Üç sayı sürebilen Üç Çiçek macerası aslında hem Adnan Özer’in ve hem de onun kişiliğinde simgelendiğini düşündüğüm 80’li yılların dergiciliğinin tipik bir örneğini oluşturuyor. Adnan Özer hiçbir zaman sadece kendi adıyla anılan dergiler yayınlamadı. Dostluk, arkadaşlık ve tabii paylaşmak, bir şeyi birlikte hayata geçirmenin keyfini yaşamak onun için daha önemliydi. Şairliğini, yazarlığını hep bir adım geride tuttu. Hep yeni isimlere, hiç eseri yayınlanmamış şairlere yazarlara olanak sağlamaya çalıştı. Dergilerin kendileri, yayınlanan yazılar kadar hazırlanma süreçlerinde yaşananlar da önemliydi. Hemen her gün yapılan toplantılar, tek bir satır için bile saatlerce süren tartışmalarla oluştu o dergiler. Üç Çiçek deyince, Sultanahmet’in çay bahçeleri ve sonra yıllarca, her gün tam mesai gidip geldiğimiz güzel bir nargile kahvesi olan Çorlulu Ali Paşa Medresesi gelir aklıma. Hemen hiç kahve muhabbetine, bugünün deyimiyle geyiğe kapılmadan saatlerce şiir, edebiyat, felsefe tartışırdık. O buluşmalar bize çok şey öğretti. “80’li yılların şiiri” diye hâlâ tartışılan anlayış da işte bu dergilerin ürünüdür. Şiirin araç değil amaç olduğu… Bir çalışmanın şiir olup olmadığını tespit ederken önde gelen ölçütün estetik olması gerektiği… Hangi dünya görüşünde olurlarsa olsunlar şairlerin biraraya gelip şiir üzerine konuşup tartışabilecekleri… Şiir tarihinin, geçmişin tekrar bu bakış açısıyla ele alınıp değerlendirilmesi gerekliliği… Tüm şiir geleneğimize, hiç bir şairi ya da şiir anlayışını reddetmeden sahip çıkmamız... Her şairin kendine has bir kimliği olduğu ve kendi şiirini yazması… Üç Çiçek’ten sonra Adnan Özer’in dergicilik yaşamında Yeryüzü Konukları, Stüdyo İmge, Fanatik, Geniş Zamanlar, Düşler, Düşler Öyküler ve E dergileri yer alıyor. Bu dergilerin hepsinde Üç Çiçek’le birlikte hayata geçirilen bakış açısının yansıması görülür. Ama her yeni dergi esas olarak öncekilerden farklı yeni bir yaklaşımın ürünüdür. Bu dergiler aynı zamanda birer projenin de parçalarıdır. Örneğin tek sayı çıkabilen Yeryüzü Konukları özellikle Anadolu’da yaşayan ve şiirlerini yayınlatma şansı bulamayan şairler için bir forum olma amacını taşıyordu. Düşler Öyküler, öyküye yeterince önem verilmediği tespitinin sonucudur ve dergiyle birlikte, halen başarıyla sürdürülen Ankara Öykü Günleri’de doğmuştur. Bu dergiler yayınlanırken her zaman bir de yayınevi vardır; Üç Çiçek Yayınları’ndan sonra Puhu, Stüdyo İmge, Armoni, İskenderiye Kütüphanesi, Era, Akdeniz Avlusu, Gendaş ve Everest… Yayınevlerinde de dergilerdeki anlayış yaşatılmaya çalışılır, hemen hiç okuyucu bulmamasına rağmen inatla şiir kitapları ve tabii Afrika ve Güney Amerika edebiyatının önemli eserleri yayınlanır. Dergi ve yayınevi sayısının çokluğu dikkatinizi çekmiştir. İlk bakışta bir istikrarsızlık gibi görünebilir. Doğru bir tesbittir bu, ama kaçınılmaz bir şeydir. 80’li yılların dergileri, hukuki anlamda hiçbir zaman dergi izni alıp çıkamadı. Askeri yönetim kültürel de olsa hiçbir yayına izin vermek istemiyordu. İzin alınamadığı için o dönemin bir çok dergisi “seçki” adı altında, yani aslında birer kitap olarak yayınlanmıştır. 80’li yıllarda üç – dört sayıyı aşabilen çok az dergi vardır (çünkü cep harçlıklarımız ve dayanma gücümüz o kadardı). Adnan Özer’den yola çıkarak anlatmaya çalıştığım 80’li yılların dergiciliği ve ona bağlı olarak yayıncılığı amatör bir heyecanın üründür. Tam anlamıyla yoklukta var edilmeye çalışılmış, maddi manevi özverilerle hayata geçirilmiştir. Esas olarak dergicilik de, yayıncılık da ticari bir etkinliktir. Paranız yoksa kağıt alamazsınız, matbaa da derginizi bastıramazsınız, bir büronuz, adresiniz bile olmaz. O yıllarda hemen hiçbirimizin parası yoktu, çoğumuz öğrenciydik, bizi destekleyen kurumlar ya da holdingler de olmadığına göre iş başa düştü. Çoğunlukla cep harçlıklarımıza sonra da maaşlarımıza güvendik. Adnan’ın sırf yayınevinin giderlerini karşılayabilmek için profesyonel dergilerde çalıştığını, çevriiler yapıp, takma adla antolojiler hazırladığını biliyorum. Adnan Özer’in ilk şiir kitabı yayınlandığında gazetelerde bir ineğin yanında fotoğrafı yayınlanmıştı. Fotoğrafın altında ise şöyle yazıyordu; “Şiir kitabını yayınlatabilmek için ineğini sattı.” Bu hoş espri aslında Adnan Özer’in dergiciliğe, yayıncılığa bakışını, özverisini tam anlamıyla yansıtıyor. Eğer Adnan bir projeyi hayata geçirmek istiyorsa onun için her şeyi yapar. İneği varsa ineğini de satar. Adnan Özer, tam anlamıyla bir projeler adamıdır. Her zaman hayata geçirilmeye hazır bir kaç proje vardır belleğinde. Bunlar öyle hayal düzeyinde de şeyler değildir. Üzerlerinde düşünülmüş, notlar alınmış, hatta neler yapılması gerektiği, kimlerin katılacağı, bütçesinin ne kadar olacağı bile hesaplanmıştır. Kültürel etkinlikler, toplantılar, festivaller, yayınevleri, çeviri programları ve tabii dergiler... O hep Türkiye’nin edebiyat hayatında neler eksik olduğunu, nelerin yapılması, ilk adımlarının atılması gerektiğini düşünür. Bu projelerin bir çoğunu da hayata geçirmeyi başarır. İlk anlattığında size mevcut şartlar, ekonomik durum ya da sosyal yapı nedeniyle yapılamayacak, sadece hayal gibi gelen bir çok projeyi, kararlılığı ve inadı sayesinde yıllar sonra da olsa hayata geçirdiğini görür, yaşarsınız. Edebiyatımızın Adnan Özer gibi insanlara her zaman ihtiyacı var.

Yorumlar