MİZAHLA EDEBİYATIN BİRBİRİNE UZAKLIĞI


Mizahın garip bir kaderi var. Bir yandan en sevilen, en çok okunan türlerdendir, diğer yandan edebi, kültürel açıdan önemsenmeyen bir anlatım biçimidir. Bir edebiyat türü olarak kabul görmez. Bütün türler içinde, öyküde, şiirde, romanda var olabilen yaklaşım biçimi, anlatım özelliği olarak kabul edilir. Yazarın konuya bakış açısı, yansıtış biçimidir. Bu açıdan mizah, edebiyat dışı değerlendirilemez gibi görünür. Sadece bu yargılamada böyledir oysa, genellikle mizahi özellikler taşıyan eserler pek olumlu karşılanmaz. En usta yazarların kaleminden çıkmış olsalar bile “mizah” olarak değerlendirildikleri anda artık en azından ciddiye alınacak bir edebiyat eseri değildirler. Örneğin bir öykü antolojisinde mizah öykülerine rastlayamazsınız. Beğenilip seçilmezler. Onların yeri mizah öyküleri antolojisidir. Bu bakış açısında edebiyatçıların, özellikle eleştirmenlerin popüler olanı küçümseyen yaklaşımlarının etkisi var kuşkusuz.

İnsanı güldürme ve eğlendirme sanatı olarak tanımlanan mizah, yapılması, yazılması çok güç bir  anlatım biçimi. Sözle ya da yazıyla da yapılsa “güldürmek” kolay bir şey değil. Üstelik mizah yazıya geçtiği andan itibaren güldürmekle kalmıyor kendine bir eleştiri ve muhalefet işlevi de yüklüyor. Öncelikle insanların birey olarak yapılarını, tavırlarını, karekterlerini konu alıyor, sonra insanlar arası ilişkileri ve nihayet toplumu, devleti... Aslında konu alamayacağı hemen hiçbir şey yok gibi. Gelenek ve kuralları her zaman sorguluyor, eleştiriyor, sarsıyor.

Türk mizahı denilince ilk anda akla iki isim geliyor; Aziz Nesin ve Rıfat Ilgaz. Onları Çağdaş Türk Mizahının klasikleri, öncüleri sayabiliriz. İkisi de, hikayeler, romanlar, şiirler, tiyatro oyunları yazmışlar. Bu türlerde kendilerini kanıtlamış, tanıma uygun, yani okunduğunda “öykü”, “roman” denilebilecek eserler vermişler. Ama edebiyat tarihlerinde ve tabii antolojilerde kendilerine bir yer bulamamışlar. Adları anılmıyor. Kitapları çok satılmasına, okunmasına rağmen, edebi açıdan aynı değeri bulamıyorlar. Kendileri de bu durumun farkında olmalılar ki, “mizahi” olarak tanımlanmayacak eserler de vermeye çalışıyorlar. 

İlk çıkışı şiirle olan Rıfat Ilgaz hem bu çabasını sürdürüyor hem de “mizah” olarak nitelendirilemeyecek romanlar yayınlatıyordu. Aziz Nesin’de mizah tanımlamasının dışında tiyatro eserleri, şiirler yayınlatıyordu. Edebiyat tarihine girişleri de ancak bu mizah dışı özellikleriyle oluyor. 

Edebiyatın mizahı bünyesine almaması, kabullenmemesi gelenekselleşiyor, günümüze kadar uzanıyor. Mizah, kendisine edebiyat dergilerinde yer bulamıyor. Tüm yazarlar mizahın genel olarak edebiyat çevrelerinde küçümsendiğinin farkında. Ortam yeni bir Can Yücel yetişmesine uygun değil. 

Tabii bu noktada şöyle bir sorunun akla gelmesi kaçınılmaz; günümüz edebiyatı mizahı kabul etmiyor da diğer anlatım yolları, polisiye, bilimkurgu, ütopya, fantastik kabul görüyor mu? Bu soruya olumlu cevap vermek olanaksız. Belki de burada yapılacak tesipit edebiyatımızın tek tip’leştiğidir. 

Mizahı dışlamasının edebiyat için önemli bir kayıp olduğu bir gerçek. Ama bu tavır mizahı da etkiliyor ister istemez. Mizah klasik edebiyat türlerinden uzaklaşıp kendine yeni ifade yolları buluyor. Bunlardan en popüler olanı “mizah yazısı” denileni. Mizah yazıları, içlerinde hem bir makalenin ciddiyetini, hem bir köşe yazısının özünü, siyaseti, günlük hayatı, hem de edebiyatı, tiyatroyu, sinemayı barındırıyor. Kendine özgü bir anlatım biçimi de denilebilir mizah yazısına. 

Bu anlatım biçiminin böylesine popülerleşmesinde kuşkusuz okuyucunun eğliimleri de çok etkili. Mizah yazıları öncelikle mizah dergilerinde ve gazetelerde yayınlanıyor. Bu yayınların okuyucuları da kolay ve çabuk okunan yazıları tercih ediyor. 

Mizah yazarının filozoflaştığı aşama ise önceleri “duvar yazısı” olarak nitelenip yine küçümsenen, sonraları ise tadına varılan “aforizmalar” oluyor. Bu cümleler, neredeyse gerçek filozofları kıskandıracak derinlikle ve çok anlamlı ama aynı zamanda da onların beceremeyecekleri kadar da espritüel. 

Tiyatroda ise eğilim yine klasik oyun yazma tekniklerinden uzaklaşıp yeni yöntemler denemek şeklinde. Haldun Taner’in Türk tiyatrosuna hediye ettiği “kabere” türünün süreç içinde doğurduğu “skeç” mizah yazarları arasında en çok tercih edilen yazma biçimi. 

Mizahla edebiyat arasındaki bu kutuplaşma, uzaklaşma olumsuz sonuçlar doğruyor. Kolay okunması nedeniyle özellikle yeni okurlar için çekici olan mizah kitaplarından, eserlerinden süreç içinde diğer edebiyat eserlerine olması gereken geçiş yaşanmıyor. Edebiyat çok önemli kanallardan birini tıkamış oluyor, yeni okuyucular kazanılamıyor. Mizah okuyucusu yeni açılımlara giremeden kendi içinde kapalı kalıyor. 

Edebiyat mizah arasındaki kopukluğun sonucu kendini edebiyatçı olarak tanımlayan yazar açısından yeni açılımların oluşmasını engelleyip daha önce de belirttiğim gibi tek tipleşmeyi getirdiği gibi mizah yazarı açısından da benzer bir tehlikeyi içeriyor. Mizah yazarı da kendi içine kapanıyor. Entelektüelleşme aşamasında fikir alışverişinde bulunamadığı için el yordamıyla ilerlemek durumunda kalıyor ya da bu tür bir çabaya hiç girmiyor. Mizah yazarının kendi içine kapalı kalması ister istemez gelişmesini engelliyor, kendini tekrar etmesine neden oluyor. 

Mizah yazarları bu uzaklığın farkında. Metin Üstündağ, Atilla Atalay gibi yazarlar edebiyatla mizahı yakınlaştırmaya, mizah eserlerinde edebiyat tadını daha çok vermeye çalışan ya da tamamen edebiyat eseri diyebileceğimiz eserler vermeye çalışıyorlar. Ama bu çabalarına edebiyat dünyasından bir karşılık, bir ses hatta eleştiri alabildiklerini söylemek mümkün değil. 

Hulki Aktunç, küçük İskender, Murathan Mungan, Sunay Akın gibi bazı şairler, yazarlar zaman zaman mizah dergilerinde yazdılar ve mizahla edebiyat arasındaki yakınlaşmayı sağlamaya çalıştılar. Kendi eserleri açısından çok olumlu bir fikir alış verişini yaşadıkları bir gerçek. Yeni bir okuyucuya ulaştıklarını, kitaplarının daha çok okunduğunu da söyleyebiliriz. Ama edebiyat dünyasının onların bu çabalarının farkında olduğunu sanmıyorum. Bu noktadan bakıldığında edebiyatın çok daha kendi içine kapalı ve tutucu olduğunu söyleyebiliriz. (2001)

Yorumlar