Mizah, hayatla sanat arasında bir yerde duruyor. Ne hayata yakın ne de sanata. İkisine de hem içten bağlı hem de dışarıdan bakabilecek kadar özgür. Bir mizah eseriyle karşı karşıya kaldığımızda bu paradoksları ister istemez yaşıyoruz. "Ne kadar hayatı yansıtıyor?" diye soruyoruz. Hayatı yansıtmasını, ondaki çelişkileri işaretleyip eleştirmesini istiyoruz. Ama eleştirinin aynı zamanda uzaklık da içerdiğini gözardı etmemek istiyoruz. Diğer yandan "Mizah sanat mı?" diye sormadan da edemiyoruz. Aslında mizah bir yönüyle, hem hayat, hem de sanat. Diğer yönüyle kendine özgü bir şey, başka bir sanat dalıyla ya da olguyla karşılaştırılması, kıyaslanması olası değil.
Metin Üstündağ'ın yapıtlarını okurken bu konumlanmaları düşünüyorum ister istemez. İlk anda bir mizah yapıtıyla karşı karşıya olduğunuzun bilincindesiniz ama ona yakınlaştıkça, okudukça, baktıkça başka çağrışımlar da almamanız olanaksız. "Acaba eline bir ayna almış bize bizi mi gösteriyor?" diye bir soru takılıveriyor aklınıza. Sanki hayatımızın en gizli kapaklı, en özel anlarını kaydetmek için bir kamera koymuş gibi. Öte yandan "hayatta böyle şey olmaz" dedirtecek yanları da var. Belki de "olmaz"lamamızın nedeni akıl edememiz. Yine de onda gündelik ve sıradan olan hayatın dışında yanlar buluyoruz.
Bu durum Metin Üstündağ'ın yapıtlarında mizahın nerede başlayıp edebiyatın nerede başladığını sorgulamamızı gerektiriyor. Yazdıkları, çizdikleri çok katmanlı okumayı, üstünde düşünmeyi gerektiriyor. Hem komik, hem hüzünlü, hem içten, hem dıştan....
Sanıyorum mizaha karikatür çizerek başlamış. Ama ben ve benim gibi bir çok okuyucu onu "Langadank"larıyla tanıdı. Günün olaylarına iki üç sözcüklük, bir cümlelik esprilerle bakıyordu Langadank'larda. O bakış aynı zamanda hem güldürüyor hem de yaşananlara farklı bir açıdan da bakabileceğimizi, bakmamız gerektiğini gösteriyordu. Olayların göründüğü gibi olmadığını, verili olanı her zaman sorgulamamız gerektiğini söylüyordu.
Langadank'lar kitaplaştığında farklı bir kimlik kazandılar. Artık güncel olandan, gelip geçiciden çok farklı, düşündürücülüğü daha yoğun cümleler halini almış, kalıcılaşmışlardı. Klasık tanımlamalara başvurmamız gerekirse bu cümleleri birer "özdeyiş" olarak adlandırabilirdik. Ama Langadank'lar içerdikleri mizahla birlikte algılandıkları için olsa gerek birer "Duvar Yazısı" olarak kabul gördüler. Hatta bizzat yazarı olmasına rağmen Metin Üstündağ'ı Langadank'ların derleyicisi olarak algılanıp anonimleştirildiler. Duvarda okunduklarına göre herkesin malı olmaları normaldi. Okuyucuları tarafından yeniden üretildiler, değiştirildiler, türevleri yaratıldı. Hatta onları öylesine benimseyenler oldu ki aşırı sahiplenip kendi kitaplarına alanlara bile rastladık. "Demokrasi özgürlük rejimidir/ yönetenler yönetilenler'den aptal olabilir", "babamla aramızda kuşak çatışması var/ babam siyah kuşaktan/ laf edemiyoz.. dövüyo", "Rahatsız olmayan insanlardan rahatsız oluyorum", "bazı kendim bile kendime kalabalık geliyorum", "yazmak; altını çizmektir zamanın.../ ve bazı yan çizmektir zamandan" gibi Langadank'ların sahibi konusunda kuşku yaratıldı. Belki de böylece Metin Üstündağ, amacına ulaşmış, yazdıklarını anonimleştirerek kalıcılaştırmış oluyordu.
Metin Üstündağ'ın "LANGplay" alt başlığını taşıyan üç kitabı var; Langadank, Hey.! Kımıl Zararlısı Olma Kımılda Biraz ve geçtiğimiz aylarda yayınlanan Hasar Tespit Çalışmaları. Bu üç kitaba birarada bakınca Langadank'ların çağdaş bir tanımlamayla "aforizma"lar olarak adlandırılabileceğini düşünüyorum. Tekrar okuyunca bazı Langadank'ların dizeleştiğini de fark etmek olası. Metin Üstündağ, aforizmalarını oluştururken onlara edebi tad vermeyi de ihmal etmemiş. Hatta bazılarında şiir tadı bulduğumuz gibi, bazılarının şiir olduklarını da söylememiz olası.
"boğuldun mu / büyük denizlerde boğulmak isterdin hep / ama ne oldu/ tükenip kaldın işte/ bu şehirde" diyerek başlayan Ugh!. okuyucu tarafından Langadank'ların uzun solukluları olarak yanlış bir biçimde algınlansa da aslında şiirlerden oluşuyor. Metin Üstündağ, aforizma yazmanın verdiği alışkanlıkla şiirin gereğini tam olarak yerine getirmiş ve olabildiğince az sözcükle yazmış. Zaten okuyucuyu yanıltan da bu bir iki sözcüklük dizelerdi sanırım. Ama kitabın kılcal damarlarına nüfuz edip ciddi bir biçimde okumaya başladığınızda değişik bir şiir ile karşı karşıya olduğunuzu anlıyorsunuz.
Metin Üstündağ, ilk anda Orhan Veli, Cemal Süreya ve Ece Ayhan'ı aklımıza getirse de birbirlerinden çok farklı şiir anlayışlarını kendi kişiliğinde harmanlamış yeni bir şiir söyleme tarzına ulaşmış. İlk okumada mizahi yön daha ağır bassa da hüzün bir süre sonra iyice kendini ortaya koyuyor. Mizah kara'laşıp yerini ironiye bırakıyor.
Dizelerin arasına gizlenen göndermelerin yoğunluğu ise bir başka dikkati çekici nokta. "modrian bir bina/ buna da hamdolsun", " tek doris day anmıyor/ biçare ölümleri", "bana hep ayhan ışık yanında/suphi kaner rolü verdi/bu hayat" gibisinden dizeleri çoğaltmak mümkün. Metin Üstündağ, dünya edebiyatına ve kültürüne bir çok gönderme yaparken Özel isimlerle bunu pekiştiriyor aynı zamanda (Neruda, Elliot, Doris Day, Lennox, Borchert, Marks...). Ama bu özel isimler normal bir okuyuşta rahatsız etmiyor, eğer onlar hakkında bilgi sahibi değilseniz herhangi bir kişiymişcesine de algılanabiliyor. Doğal olarak bu isimleri şiirlerle ilişkilendirebilenler daha farklı tadlara ulaşıyor. İmge anlayışındaki aykırılık ve gerçeküstü yaklaşımlarla birlikte sanki çok kolay anlaşılabilirmiş gibi görünen dizeler biraz üzerinde düşününce çetrefilleşiyor ve okuyucuyu çok farklı anlamlara ve imgelere yolluyor.
"Ugh!.. 2" alt başlığıyla yayınlanan Kalk Gidelim Defteri, aslında şiir anlayışı olarak Ugh'dan oldukça farklı. Bu kitapta Metin Üstündağ daha uzun dizelerle yazmaya önem veriyor, şiirini daha çok imgeye yaslıyor, "en çok boş lafların altını çiziyorduk / en çok yok insanları parmakla gösteriyorduk/ önceleri hayatı keyifli bir sirk sanıp/ mümkün mertebe eğlenirken/ sonraları başımız kazan gibi ağrıyor/ ömrümüzü hayata masraf/ yazdırıyorduk" gibi dizelere imza atıyordu.
"insan bir mevsim üşümüşse/ artık her mevsim / üşür" diyerek bitirdiği üçüncü şiir kitabı Zemheri'de ise sanki bir denge arayışı içinde. Önceki iki kitaptan daha farklı tadları taşırken bir yandan da dil içi araştırmalara giriyor. Langadank'tan alışkın olduğu dille oynama, onu verili anlamın dışına çıkartıp yeni anlamlar kazandırma çabasını ses arayışları ile harmanlıyor. Dördüncü şiir kitabı Tentürdiyot ise şiirde iyice yer edindiğinin göstergesi olmasının yanında biçimsel arayışının en üst noktası olarak da algılanabilir. Üç beş iki ve on üç artı bir dize düzenleriyle yazılmış şiirler okuyoruz.
Metin Üstündağ'ın üçüncü damarını mizah yazıları - öyküleri oluşturuyor. İlk yazı-öykü kitabı M'öyküler'i, Mavra Zamanı ve Ömür Törpüsü izlemiş. Denemeyenler bu üç kitabın toplamı 84 öykü ve yazıyı içeriyor. Denemeyenler'i İmza Bir Dost ve Yankı Vadisi izliyor. Tüm kitaplara yansıyan bir anlayışı var Metin Üstündağ'ın, o aslında mizah yazmıyor/yapmıyor. Biz okur olarak onun yazdıklarına gülüyoruz. Çünkü bir başka bakış açısıyla okunduğunda ağlanacak nitelikte yazılar bunlar. Türkiye özelinden çıkarak tüm insanlığın bireysel ve toplumsal sorunlarına ince ayrıntılara girerek bakıyor, sorguluyor. Duyarlı, dikkatli, ayrıntılarda titiz... Çok sıradan bir laftır ama burada cuk oturuyor, "Güleriz ağlanacak halimize" durumu söz konusu Metin Üstündağ'ın yazdıklarında.
Çok az öykü yazmış ama çok soru sormuş düz yazı kitaplarında Metin Üstündağ. Öyküleri ironik ve hüzünlü. Şiirlerinde hissettiğimiz havanın daha açık seçik ortaya konulan halleri var. Öykü kahramanları bir yandan hayata tutunmaya çalışıyor, diğer yandan da hayatı sorgulayıp kendince ona çeki düzen vermeye. Yazılar ise daha çok sarsmaya, uyandırmaya yönelik bir havada. Örnekliyor, gösteriyor, saptıyor; bakın hayatta bunlar var, şunlar yaşanıyor ve bize böyle yansıtılıyor, ama işin aslı öyle değil diyor. Bu anlamda yazdıklarını mizahtan çok kara mizah olarak tanımlayabiliriz sanıyorum. Bu "kara"lık aynı zamanda Metin Üstündağ'ın yazılarının farkını da oluşturuyor.
Karikatür kitabı Pazar Sevişgenleri'ni de bir yanıyla yazılı bir eser olarak tanımlayabileceğimizi düşünüyorum. Metin Üstündağ yazılarında şiirlerinde geliştirdiği tavrını karikatürlerde de sürdürüyor. Pazar Sevişgenleri'nin her karikatüründe anlatılan, konuşma balonlarına yansıyan düşünceler şiirlerde ve yazılarda yazılanlarla paralellik kuruyor, onlara göndermelerde bulunuyor.
Toparlamak gerekirse Metin Üstündağ'ın yazarlığına kuşbakışı baktığımızda aynı benim mizah tanımlamam gibi onun edebiyatla mizahın arasında bir yerde, her ikisine de eşit yakınlıkta durduğunu görüyoruz. İki tarafa da aynı mesafede. Bazen birine daha yakın bazen diğerine... Bir başka deyişle ne yardan geçiyor ne de serden. Bu konumu onun yazar olarak kimliğini oluşturuyor aynı zamanda. Onu yapıtlarında mizaha da ağrılık veren bir edebiyatçı olarak da tanımlayabiliriz, edebiyatı gözardı etmeyen bir mizahçı olarak da.
Hepsinden önemlisi yazar ya da çizer olarak Metin Üstündağ'ın hayata bakışında kendine özgülük var. Hayatı kendi felsefesiyle yeniden okuyup tanımlamak istiyor. Hayatı okuma çabasını okuyucusuyla paylaşmak istiyor. Asıl önemli olan da bu.... (2002)
Yorumlar