KİTABIN BUGÜNÜ KARANLIK, YA GELECEĞİ!...


“Kitapçıların rivayet ve tahminine göre, her yeni basılan kitaptan ilk defa olarak 200 nüsha satılırmış. Şu hesapça İstanbul’umuzda 200 kitap dostu var demek. Dostlarımızın bu kadar azlığına teessüf etmem.”
Necip Asım Yazıksız bu satırları Fi 25 safer sene 1311’de yani Ağustos 1893’te yazmış, günümüzden tam 110 yıl önce (Kitap, İletişim yay.1993). Şimdi 2000’li yılları yaşıyoruz ve değişen bir şey yok!.. Bugün de iyi bir kitabın İstanbul’da satış adedi iki yüzü geçmez, geçmiyor. Tabii bu sayı romanlar, incelemeler için geçerli, şiir kitapları için ilk dağıtım bir yana  tüm Türkiye satışının iki yüz olmasına neredeyse alışacağız. Kitap nitel olarak da, nicel olarak da hayatımızdan çıkıyor.
Kitabın bugününü konuşurken kötümser olmamak elde değil. Belki de bu kötü görünümü umut verici hale nasıl getirebiliriz diye düşünmek, öneriler getirmek gerek. 
Önerilere gelmeden önce, satış sayılarında somutlaşan kitabın bugününe çeşitli açılardan yaklaşmaya çalışmak iyi bir başlangıç olacak. Bu bakış aynı zamanda kitabın bugünkü konumuna nasıl geldiğini de aydınlatacak sanıyorum.
Her bireyin kitapla teke tek bir ilişkisi olduğuna inanıyorum. Kitap denen nesnenin içinde potansiyel bir enerji taşıdığını ve onun kapağını açtığımız andan itibaren bu enerjinin bize aktarılacağına da... Her okuduğumuz kitap bizi değiştiriyor, bunun farkındayız. Bilinçaltımızda kitabın bu olumlu etkisinin bilgisi var ve belki de tüm kötü gelişmelere rağmen hâlâ kitaplara sevgiyle yaklaşmamızın nedeni de o.
“Bir kitap okursak hayatımız değişebilir.” 
Peki biz hayatımızın değişmesine hazır mıyız? Sanıyorum değişen çağla birlikte insan, etken, değiştirici konumdan edilgen bir konuma geçiyor.  Düşünsel düzeyde dünyada yeni bir şeyin yapılamayacağı, her şeyin daha önce yapılmış olduğu anlayışının hakim olması, yani postmodern durum, bizi bu edilgen konuma getiriyor. Kitapla ilişkimizi de belirliyor. 
Tüm dünyada belirgin bir şekilde kitaptan uzaklaşma gözlemleniyor. Kitap-lık dergisi’nde yayınlanan bir yazıya göre Fransa’da ergenlik çağındakilerde okuma oranı on yıl içinde en az  %30 düşmüş. (Kitap-lık Dergisi s.21 Mayıs - Haziran 96) 
İmajlar çağında bulunmamız bunun başlıca nedenlerinden biri olmalı. Etken bir konumdan, okumadan, edilgen bir konuma görüntü izlemeye geçiyoruz, geçtik. Kitabın yerine çoktan televizyon ikame edildi bile.   
Avrupa toplumlarından farklı bir konumda olduğumuzu da unutmamak gerek; biz sözel bir toplumuz, “Sözümüz senettir.” Söylentiler, dedikodular yazılı belgelerden, gerçeklerden her zaman daha etkili ve kalıcıdır toplumumuzda. O nedenle de toplumsal bilinçaltımızda kitaba karşı derin bir kuşku ve korku vardır. Büyüklerimiz kitapları tam anlamıyla bir kafa karıştırma aleti olarak görürler. Kerhen de olsa tahammül edebilecekleri tek kitap, ders kitabıdır. Çoğumuz, sık sık, “çocuğum bırak artık okumayı, gözlerine yazık” sözünü duymuş, ana-babamızdan gizli kitap okuma yöntemleri geliştirmişizdir.
Sözel toplumun kitaptan korkmasının nedeni ise modernleşmeden korkmayla eş anlamlı olsa gerek. Kitabın getirdiği bilgilerin toplumun yapısını sarsacağını, değiştireceğini hissediyor yönetenler, büyükler.  Özellikle bizimki gibi ümmet toplumları kitaptan korkmayı, onunla ilişki kurmamayı değerlerini, adetlerini, toplum yapısını korumak için gerekli görüyorlar. 
O nedenle Avrupa toplumlarının aksine bizlerin hayatında “doğuştan gelme” diyebileceğimiz bir kitap okuma alışkanlığı yok. Çoğumuz bu alışkanlığa sahip olabilmek için mücadele verdik. İşte bu noktada da hep devlet girdi devreye. O da bir büyüğümüz olarak anne - babalarımızla aynı fikirdeydi. Kitabın ufuk açıcı etkisinin, insanın düşünmesine, sorular sormasına neden olduğunun... Kitaptan soğumamız, uzaklaşmamız için ellerinden geleni yaptılar. Özellikle 1980 askeri darbesi ile geliştirilen politikalar kitabı tam anlamıyla suç aleti yerine koydu. Devlet baş düşman olarak kitabı ilan etti. Kitaplar toplandı, yazarlar hapis edildi, yayıncılar öldürüldü, kitabevleri yakıldı ve en önemlisi hemen her akşam, kitap televizyon haberlerinde silahlarla, bombalarla birlikte  madden de suç aleti olarak sergilendi. 12 Eylül yönetimi kültürsüzleştirme politikasında başarılı oldu. Çağdaş aptallık bir yana, mağaradan yeni fırlamış magandalar, zontalar yetişti. 
Türkiye’de kitap satışlarındaki gerilemenin tek nedeni okumaktan soğuma değil kuşkusuz. Çok daha kolay çözülecek sorunlar da var. Bunları çözmek aynı zamanda okuyucuyu kitaba daha da yakınlaştıracak. Devletin kitabı suç aleti olarak gösterdiğinden söz etmiştim. Bununla eş zamanlı olarak yapılan bir şey daha var; korsan yayına göz yummak, korsan yayıncılığın büyümesine gelişmesine olanak sağlamak. Korsan yayın bugün varolan ağır cezalara rağmen her yıl daha da çok gelişiyor. Yakında legal yayıncılğı tam anlamıyla yutacak, yok edecek. O zaman Türkiye’de yayıncılık kalmamış olacak. 
Devletin yayıncılığa olumlu hiçbir katkısı yok. Sıradan bir sanayi kuruluşunun, esnafın aldığı destekler bile yayıncıya çok görülüyor. Varolan destekler ise yok ediliyor; kağıttan devlet sübvansiyonu kaldırıldı. O da yetmedi SEKA özelleştirildi ve kağıt fabrikaları kapatıldı. Cumhuriyetin kuruluşundan beri gazetelerin ve yayınevlerinin kullandığı kağıdı hep ucuz tutan devlet, 12 Eylülle birlikte bu desteğini çekti. Bir çok ülkedeki gibi devletin sistemli bir kütüphanelere kitap alma politikası olmadığı da düşünülürse devletin kitaba desteği, sübvansiyonun kaldırılması ile tamamen bitmiş oluyordu. Böylelikle zaten zor olan kitap üretimi daha pahalı bir hal aldı. İdealist amaçlarla,  amatörce kitap yayınlamak hayal bile edilemez duruma geldi. Yayınevleri ticari kuruluşlar, yayıncılık bir ticari sektör olmaya zorlandı.
70’li yıllarda, 12 Eylül öncesinde, kitapların baskı sayısının 5000 olduğu biliniyor. Bu sayı 80’li yıllarda 3000’lere gerilemişti. 90’lı yıllarda 2000’e, günümüzde ise 1000-1500’e düştü. Nüfusun sürekli artmasına rağmen kitap tirajlarının böylesine tirajjik bir şekilde azalması ilginçtir. 1980’den sonra yayıncılık sektörleşti demiştim, ama bu sektör ürününü satacak yer bulamadı. 12 Eylül’ün, özellikle 24 Ocak kararlarının ardından Türkiye’deki kitabevlerinin sayısının da azaldığını gözlüyoruz.  Günümüzde hiç kitabevi olmayan şehirler var. Çoğu kitabevinin kitapçılığı da sadece adında kalmış. Kitabın yerini kırtasiye ve oyuncak almış. 
Öte yandan yayıncılık ortamında gözlemlenen ticarileşmeye rağmen kitap dağıtımcığının aynı değişimi yaşamadığını görüyoruz. Dağıtım şirketlerinin çağdaşlaşamaması da kitabın kitabevlerinde görülmemesinde etken. Çünkü bir çok kitapçının da, dağıtımcının da kitapla ilişkisi elmayla, armutla ya da bir amortisörle ilişkisinden farklı değil. Kitaba kültürel bir değer olarak yaklaşılmıyor, onu tanımaya çalışılmıyor. Yeni pazarlama, tanıtma yöntemleri denenmediği gibi yayınevlerinin kitap satışını çoğaltmaya yönelik girişimlerine de ilgisiz kalınıyor. Yeni pazarlar yaratmak bir yana varolan kitapçıların kırtasiyeciye, oyuncakçıya dönüşmesine ya da kapanmasına göz yumuluyor. Yani yayınevi - dağıtımcı - kitapçı zinciri gerektiği gibi işlemiyor. 
Eduardo Galeano, Latin Amerika’nın Kesik Damarları adlı kitabında Latin Amerika ülkelerini tek tek incelerken gelişmemişliğin göstergesi olarak okuma oranlarını alır. “Bir ülkede gazete satışlarının toplamı nüfusun yüzde onunu geçmiyorsa o ülke geri kalmıştır,” der. Bizde bu oran hep %3-5’ler civarındadır.  Yıllık kitap satışını on binde birle mi yüzbinde birle mi ifade edebiliriz, bilmiyorum. 
Tabii tüm bunların yanında teknolojik değişimi, gelişmeleri de gözönüne almalıyız. Radyo günleri çok eskilerde kaldı, televizyon artık hayatımızın doğal bir parçası ve çoğumuz bilgisayarsız bir hayatı düşünemez olduk. Kitap ve tüm kağıda basılı araçlar, dergiler, gazeteler eski moda bir iletişim aracı halini alıyor. Teknoloji çoktandır üç boyutlu görüntünün peşinde. Yönetenler, gerçekten var olmayan, sanal bir dünyaya bizi sokmak, orada yaşatmak, daha doğrusu hapsetmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Bu nedenle de sanal olmayan, reel olan, potansiyel enerjisinin kapağı açıldığı anda okuyanda harekete geçtiği bir iletişim aracını, kitabı, hayatımızdan çıkartmak istiyorlar. 
Ben bunda başarılı olacaklarını sanmıyorum, en azından gönlüm böyle istemiyor ve ne yapılabilir diye düşünüyorum. Herhalde, ilk yapılacak iş, teknolojiyi kendi silahıyla vurmak. Onun yeni oyuncaklarını kendisine karşı silah haline getirmek. Örneğin CD-Rom’ları, DVD’leri kitapların yeni yuvaları, iletişim - dolaşım araçları olarak göremez miyiz? Bir CD-Rom’un binlerce sayfayı taşıyabileceğini öğrendiğimde bunu düşünmeden edemedim.  Dev bir ansiklopediyi ya da bir yazarın tüm eserlerini tek bir CD-Rom’a sığdırmak mümkün; üstelik yazarla yapılmış röportajları, canlı görüntülerini, sesini ekleyerek işi daha da cazip hale getirerek. Tüm dünya bunu yapıyor, kütüphaneleri CD-Rom’lara sığdırıyor. Ama teknoloji o denli hızlı gelişiyor ki elektronik yayıncılık çoktan demode oldu, CD-Rom üretimi Türkiye’de başlamadan bitti. Şimdi umut DVD’de.  
Teknolojinin son harikasına, Internet’e gelirsek kitapların şansı daha da artıyor. Hatırlayacaksınız, ülkemizde internet yeni yeni kullanılmaya başlandığından bazı aklı evvel yazarlarımız, artık kitaba gerek kalmadığını, tüm bilgiye internet aracılığıyla ulaşabildiklerini, bu durumda evlerindeki kitapları atmaktan başka çareleri kalmadığını yazmışlardı. Bazılarımız bu fikri duyunca durup düşünmek akıllarına gelmediği için internet’e düşman kesilivermişlerdi. Oysa biraz kafa yorsalardı internet’in kitap için yeni bir dolaşım, dağıtım aracı olduğunu anlamaları çok zor olmayacaktı. Internet sayesinde, artık dünyanın bütün kütüphaneleri size bir tuş uzaklıkta. Ve istediğiniz kitaba anında ulaşabiliyorsunuz (ulaşabiliyor musunuz?). Üstelik bir bilgisayar ekranında okumanız da gerekmiyor. “Print” komutuna bastığınız anda kitap orjinal görüntüsü ile kağıdın üzerine dökülüveriyor. Internet sayesinde artık herkesin evinde dünyanın en büyük kütüphanesi var. Nesne olarak kitaba ulaşmakta da İnternetin olumlu bir payı var, dünyanın en kapsamlı kitapçıları internette. Kitap okumak, almak isteyenlere çok cazip fiyatlar sunuyorlar.  Ve farkındaysanız kitap düşmanları insanların kitaba ulaşmasını önlemek için çareler bulmaya çalışıyor, internet’e nasıl sansür koyacaklarını bulmaya çalışıyorlar. 
Teknolojinin en önemli yararlarından biri de artık daha kaliteli, daha sağlam ve ucuz kitaba ulaşma olanağının önünün açılması. İngiltere’de, İtalya’da en ağır sayılan klasikler bile çok ucuz fiyat, çok adetli satış politikası, iyi tanıtım ile yüzbinleri aşan satışlara ulaştı. Türkiye’de de buna benzer girişimler yapılıyor. Ucuz, kaliteli, iyi tanıtılmış, dağıtılmış bir kitaba hayır demek kolay olmasa gerek!... (2003)

Yorumlar