Nâzım Hikmet'in Çankırı Cezaevi'nde yatarken kendi elyazısıyla, dolmakalemle doldurduğu, “Karıcığıma geç kalmış bayram hediyesi...” diyerek, 1940 yılı Kasım ayında, “Çankırıdan Pirayeye Mektublar” başlığıyla yolladığı çizgisiz defterin tıpkıbasımı yapıldı. Nâzım Hikmet’in kendi elleriyle ciltlediği ve tek kopya olan bu defteri İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları belli bir sayıda ve numaralanmış olarak yayınladı.
Nâzım Hikmet, 17 Ocak 1938’de tutuklanır. Orduyu ayaklanmaya teşvik ettiği iddiasıyla Ankara’da Harb Okulu Komutanlığı Askeri Mahkemesi’nde yargılanır ve 15 yıl hapse mahkûm edilir. Bunu İstanbul’da “donanmayı ayaklanmaya teşvik” suçundan 20 yıla mahkûm edilmesi izler. İki ceza birleştirilerek toplam 28 yıl 4 ay hapis cezasına mahkûm edilir. Ankara Cezaevi’nde kaldıktan sonra 1940 yılının şubat ayı ortasında Hikmet Kıvılcımlı ve Kemal Tahir’le birlikte kalacağı Çankırı Cezaevi’ne yollanır.
Piraye Hanım, iki çocuğunu İstanbul’da bırakıp 1940’ın Nisan sonunda Çankırı’ya gelir. Nâzım Hikmet, karısının kalması için bir ev tutulmasını sağlamıştır. Niyetleri bu ne zaman sonuçlanacağı belirsiz tutukluluk süresince olabildiğince yakın olmak, sık sık görüşmektir. Her gün görüşürler. Ama Piraye Hanım bu küçük Anadolu şehrinde tek başına yapamaz, zaten aklı da çocuklarında kalmıştır. Nâzım ve Piraye, Piraye’nin İstanbul’a dönmesi, Nâzım’ın Bursa Cezaevine aldırılması için uğraşması konularında anlaşırlar. Piraye Hanım, Haziran ayının sonunda Çankırı’dan ayrılır. Temmuz’un ilk günlerinde de Nâzım, Piraye’ye özlem ve şiir yüklü mektuplarını yeniden yazmaya başlar. “2 Temmuz 1940 Çankırı” diye tarih attığı ilk mektubunda: “Saat dört / yoksun. / Saat beş / yok. / Altı, yedi. / Ertesi gün, / daha ertesi / ve belki / kim bilir” diye başlayan şiiri vardır. Bu şiirin altında da, “İşte karıcığım, senin hasretinle yazdığım ilk şarkı bu. Sanat kıymeti var mı, yok mu düşünmedim. Duyduklarımı en işlenmemiş, en ham şekilleriyle fakat bence en saf ve berrak olarak yazdım” demektedir.
Mektuplara şiirler karışmaktadır artık. Nâzım Hikmet'in niyeti bu şiirleri “Çankırı’dan Piraye’ye Mektuplar” başlığı altında toplamaktır. Piraye Hanım’dan şiirler hakkında görüşlerini, eleştirilerini yazmasını ister. Nâzım Hikmet'in şiirinde yeniliklerin peşine düştüğü bir dönemdir bu. Sürekli denemeler yapar, yeni sesler arar, mektup tarzını, şiirle öykü anlatmayı, sinemanın, senaryonun olanaklarından yararlanmayı dener. Nâzım Hikmet bir yandan şiirinde büyük bir yenilik arayışı içindeyken diğer yandan sevdasını davasıyla içiçe işlediği şiirler yazar, Piraye’ye mektup olarak yollar.
Memleketimden İnsan Manzaraları’nın yazım tekniğini, şiirde öykü anlatma, “insan manzaraları” deyiminin ortaya çıkmasına neden olan birkaç sözcük ve dizeyle portreler çizme gibi yenilikleri Çankırı’da yazdığı şiirlerde dener şair. Çok çalışarak ve verimli bir biçimde geçirdiği anlaşılan 9,5 aylık Çankırı Hapishanesi döneminin bir başka ürünü de Kuvâyı Milliye Destanı’dır. Destanın ayrı basımının altında “939 İstanbul Tevkifhanesi, 940 Çankırı Hapishanesi, 941 Bursa Hapishanesi” ibaresi vardır.
Nâzım Hikmet’in 1940 Aralık ayında Piraye’ye hediye olarak yolladığı defter Çankırı Hapishanesi’nde yazılmış şiirleri içeriyor. Turgay Fişekçi'nin hazırladığı “Şiirler Üzerine Notlar” ve kitabın yayımlanma öyküsünün de sunulduğu föyle birlikte özel paketinde sunulan “Çankırıdan Pirayeye Mektublar”da Dört Hapishane’den kitabında yer alan beş şiirlik toplamın yanısıra ilk kez bu basımda yer alan “Beşinci Mektup” başlıklı şiir ve Memleketimden İnsan Manzaraları’nda kullanılan parçalar yer alıyor. Çankırıdan Pirayeye Mektublar’da yer alan Nazım Hikmet’in on beş şiiri şunlar; Birinci Mektub, İkinci Mektub, Üçüncü Mektub, Dördüncü Mektub, Beşinci Mektub, Altıncı Mektub, Yedinci Mektub, Bir Eski Mektub, Bir Küvet Hikâyesi, Bozkır, Nigâr ile Mustafa, Merhaba Çocuklar, Meşhur Adamlar Ansiklopedisi, Lodos ve Yemiş Bahçesinde.
“Çankırıdan Pirayeye Mektublar” başlıklı defterin 70 yıl sonra tekrar günyüzüne çıkmasının öyküsünün başlangıcında ise 2000 yılının eylülünde Memet Fuat’ın gelini Yeşim Bilge Bengü’nün tıpkısı basılsa önerisine verdiği cevap, oğlu Kenan’ın çektiği görüntülere de yansıyan “Bunu yapmak çılgın yayıncı ister” sözü yer alıyor. “Çılgın yayıncı”nın (!) tıpkıbasıma talip olması için aradan on yıl geçmesi gerekmiş. İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları yönetmeni Fahri Aral, defterin bire bire yakın bir tıpkıbasımını gerçekleştirmek için ne gerekiyorsa yapmış. Handan Durgut’un yayına hazırladığı, 100 sayfası yazılı 45 sayfası boş, 1 sayfası kayıp çizgisiz küçük defterin hoş bir kutudaki sunumunu Mehmet Ulusel tasarlamış, birebir baskıyı Mas Matbaası yapmış. Nâzım Hikmet’in cezaevinde kullandığı kâğıt, cilt bezi ve kartona mümkün olduğu kadar yakın bir malzemeyle ve özel bir teknikle basılmış defter. Tek tek ciltlenmiş, kurşun kalemle numaralandırılmış. Tam anlamıyla koleksiyonluk, en sevilene hediye edilecek bir “nesne kitap”.
Piraye’ye Mektuplar
“Çankırıdan Pirayeye Mektublar”ı okurken iki önemli ve şimdi baskısı bulunmayan eseri hatırlamakla kalmadım, başvuru kitabı olarak da yararlandım. Bunlardan birincisi, kuşkusuz hemen akla gelen Piraye’ye Mektuplar. Memet Fuat’ın yayına hazırladığı, Adam Yayınları’ndan 1998’de çıkan iki ciltlik bu çalışmada Nâzım Hikmet’in, 1933'ten 1950'ye kadar, on yedi yıl boyunca, çeşitli cezaevlerinden Piraye Hanım’a yazdığı mektuplar yer alıyor. Piraye Hanım, bu mektupları ceviz ağacından yapılmış, 41x26x14 cm boyutlarında küçük bir tahta bavulda saklarmış. Memet Fuat, kitabın arka kapak yazısında bu küçük bavulu Nâzım Hikmet’in Çankırı Cezaevi’nde yaptığını söylüyor.
Nâzım Hikmet’in bütün eserlerini yayınlayan Yapı Kredi Yayınları’nın yeni baskısını yapacağını umduğum Piraye’ye Mektuplar’da bu büyük aşkın öyküsünün yanında Nâzım Hikmet’in önemli bir bölümü hapishanelerde geçen yaşamını en küçük ayrıntılara kadar izlemek mümkün. Nâzım Hikmet’in yaşamıyla şiirinin nasıl içiçe geçtiğini, yaşamının şiirine nasıl yansıdığını, şiirini yaşamında nasıl kullandığını da somut olarak görüyoruz.
Nâzım Hikmet
Memet Fuat’ın 2000 yılında Adam Yayıncılık’tan çıkan Nâzım Hikmet biyografisi “Yaşamı, Ruhsal Yapısı, Davaları, Tartışmaları, Dünya Görüşü, Şiirinin Gelişmeleri” alt başlığını taşıyor. Bu alt başlık Memet Fuat’ın 720 sayfalık bu çalışmada ne yazdığının da en kısa özeti.
Memet Fuat, Nâzım Hikmet'le yirmi yıl baba oğul gibi yaşamış. Bütün şiirlerini, yazılarını, mektuplarını yayımlamış. Nazım Hikmet’le ilgili birçok araştırma yapmış, yazılar yazmış. Bu donanım kuşkusuz Memet Fuat'ın yazdığı bu yaşamöyküsüne ayrı bir anlam katıyor.
Kitabın arka kapağında belirtildiği gibi “Yirminci yüzyılın en büyük şairlerinden biri olarak anılan Nâzım Hikmet'in, kovuşturmalar, davalar, tartışmalar, baskılar, sevdalar, ayrılıklar, dayanılmaz acılarla dolu yaşamöyküsü...”
Memet Fuat, Nâzım Hikmet’in yaşam öyküsünü olabildiğince objektif ve derinlemesine anlatıyor. Hem çalışmasını yaptığı güne kadar yayınlanan Nâzım Hikmet’le ilgili tüm çalışmalardan faydalanıyor, bilimsel temeli sağlam tutuyor hem de Nâzım Hikmet’in eserleriyle bağlantıları kuruyor. Övgüye de yergiye de kapılmadan dışarıdan bakabilen ve hiçbir karanlık nokta bırakmamaya çalışan bir eser.
Memet Fuat, bilimselliğin kuruluğuna da yakınlığın, aileden olmanın hissiyatına da kapılmadan akıcı bir anlatımla yazmış bu biyografiyi. Nâzım Hikmet’i, mücadelesini, şiirini anlamak için her zaman başvurulacak bir eser.
18.11.2010
Yorumlar