12 Mart Darbesi’nin üzerinden kırk yıl geçmiş. 12 Mart, Türkiye’de gençlik hareketleri açısından önemli bir dönüm noktası. Öncesinde, 68 gençlik hareketlerinin Türkiye’ye etkisi de diyebileceğimiz devrimci eylemler var. 12 Mart sonrasında ise önce hapishaneler, işkencehaneler, zulüm ardından da yeniden ve daha yoğun olarak başlayan bir gençlik hareketi var. Yeni bir askeri darbeye, 12 Eylül’e kadar sürecek çok yoğun bir kaç yıl.
Oya Baydar ve Melek Ulagay, 68’den başlayarak devrimci hareketin gelişmesini 12 Mart ve 12 Eylül darbelerini iki ayrı ve de karşıt sayılabilecek örgüt içinde yaşamış. Aynı yollarda, aynı sokaklarda ve belki aynı eylemlerde bulunmuşlar ama yolları çakışmamış. Yaşananlara farklı açılardan ama ortak duyarlılıklarla, hassasiyetlerle bakmışlar.
Oya Baydar, 1940 doğumlu, asker bir babayla öğretmen annenin çocuğu. Lise çağlarında edebiyatla ilgilenmeye başlıyor. Genç yaşta yazdığı romanla meşhur olan Françoise Sagan’a özenip lise sonda ilk romanı “Allah Çocukları Unuttu”yu yazıyor. Roman Hürriyet Gazetesi’nde tefrika ediliyor, kitap olarak basılıyor. Bunu ikinci roman izliyor. Sonra edebiyat faaliyetlerine nokta koyup İstanbul Üniversitesi’nde sosyoloji eğitimi alıyor. “Türkiye'de İşçi Sınıfının Doğuşu” konulu doktora tezi Üniversite Profesörler Kurulu tarafından iki kez reddedilmese, aralarında Deniz Gezmiş’in de bulunduğu öğrenciler bu durumu haber alıp protesto için üniversiteyi işgal etmese yaşamı belki de çok farklı gelişecek. Türkiye İşçi Partisi’ne katılıyor. 12 Mart’ta tutuklanıyor. Dönemin sol eğilimli gazetesi Yeni Ortam’da çalışıyor. TSİP’nin kurucularından, yöneticilerinden. Daha sonra illegal faaliyet gösteren TKP’ye katılıyor. Politika gazetesinde çalışmaya başlıyor. Köşe yazarı olarak tanınıyor. Hakkında açılan onlarca davadan ceza yiyeceğini anlayınca kendiyle aynı durumdaki eşi Aydın Engin’le birlikte yurtdışına çıkıyor. 12 yıl Almanya’da mülteci olarak kalıyor. Almanya yıllarında tekrar edebiyata dönüyor. 1992’de çıkan kısmi afla Türkiye’ye dönüp yazar olarak hayatını sürdürüyor. Oya Baydar 70’lerin önde gelen adlarındandı, tanınıyordu. Hayatından çeşitli kesitleri de eserlerine yansıtmıştı. Yani bildiğimiz ve hayat öyküsünü merak ettiğimiz bir isimdi.
Melek Ulagay adı ise pek bildik değil. Türkiye’nin ilk ilaç sanayicilerinden Ulagay ailesinin torunu. Arnavutköy ve Bebek’de büyüyor. Kolejde okuyor. Tiyatroya tutkun. 1967’de liseyi bitirince sanat eğitimi almak için Paris’e gidiyor ve orada öğrenci eylemlerine şahit oluyor. Bu havadan öyle etkileniyor ki okulunu bırakıp devrimci harekete katılmak için Türkiye’ye dönüyor. İstanbul Üniversitesi'nin İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü'ne kaydolduktan sonra Doğu Perinçek’in liderliğindeki Aydınlık grubuna katılıyor. Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi (TİİKP)'nin aktif bir militanı oluyor. Örgütün, devrimin kırlardan şehirlere doğru gelişeceği inancına uygun olarak Doğa Anadolu’ya yollanıyor. İbrahim Kaypakkaya”yla, Bora Gözen’le yolları kesişiyor. 12 Mart 1971’de Malatya’da Kürecik’te. İzlendiklerini, yakalanacaklarını anlayınca Bora Gözen’le bir süre ülke içinde kaçıyor sonra da Filistin’deki arkadaşlarına katılmak üzere sınırı geçiyorlar. İsrail’in Filistin Kamplarına yönelik saldırılarından canlı kurtulamayacağını anlayınca eski eşinin yardımıyla Cenevre’ye gidiyor. 1974 affıyla Türkiye’ye dönüyor. Okulunu bitiriyor. Evleniyor. ODTÜ’de okutman olarak çalışmaya başlıyor. 12 Eylül’ü Barış Derneği Davası’ndan tutuklu ressam Orhan Taylan’ın eşi olarak yaşıyor. Hayatta mı değil mi endişesiyle, hapishane kapılarında bir dakikalık bir görüşme için eza görerek geçen yıllar...
Oya Baydar ve Melek Ulagay’ın yolları birkaç yıl önce Barış Girişimi için buluşmaları ile kesişiyor. Kısa sürede dost oluyorlar ve 60 yılı aşan bir zaman dilimi içinde aynı yerlerde, benzer olayların içinde, paralel yaşamlar sürdürdüklerini anlıyorlar, bunları bir söyleşi biçiminde anlatmaya karar veriyorlar.
Oya Baydar ve Melek Ulagay, Bir Dönem İki Kadın’da çocukluk yıllarından, 1940’lardan başlayıp 27 Mayıs, 68 olayları, 1 Mayıs'lar, 12 Mart ve 12 Eylül darbeleri, Berlin Duvarı'nın yıkılışı gibi önemli tarihlerden geçerek, sıcak bir söyleşi havasında karşılıklı yaşam öykülerini anlatıyorlar. Devrimci mücadelenin nasıl geliştiği, üyesi oldukları sol örgütlerin yapısı, işkence, hapishane, kaçaklık, sürgünlük, mültecilik gibi konuların ayrıntılarına giriyorlar. Başkalarının kendilerinde saklı mahremiyetine önem vererek ama çok da sakınmadan özel hayatlarını da işin içine katıyorlar. Böylelikle oldukça açık yürekle anlatılmış iki yaşam öyküsü çıkıyor ortaya. Karşılıklı söyleşmenin verdiği bir rahatlık var kuşkusuz ama söyleşinin aynı şeyleri tekrar etmek, konudan kolayca kopmak gibi handikapları da var.
Bir Dönem İki Kadın ülkemizdeki siyasilerin geçmişi deşmek, anılarını anlatmak konusunda ne denli ketum olduklarını düşünürsek önemli bir adım. Merakla, zaman zaman macera romanı tadı alarak, hızla okunan bir kitap Bir Dönem İki Kadın.
17.03.2011
Yorumlar