1970’lerin sonu 80’lerin başında sokaklarda siyasi mücadele
yaşanıp, ülke askeri darbeye hazırlanırken yayıncılığın kalbi Cağaloğlu da
önemli bir değişimi yaşıyor, tipodan ofset baskıya geçiyordu. Esnaflığın
muhafazakar yaklaşımı ile birçok yayıncı harfleri kurşun kalıplara dökerek baskıya
hazırlayan tipo baskı yöntemiyle işlerini yürütme niyetindeydi. Ama teknolojinin
önünde durmak mümkün değildi. Önce büyük gazeteler, sonra dergiler, nihayet
onlara hizmet veren matbaalar ofset baskı tekniğine geçince kitap yayıncıları
da mecburen ofsete geçmek durumunda kaldılar. Çünkü tipo baskı yapan matbaa
sayısı çok azalmıştı ve onlar da kapanmak üzereydi. Ayrıca ofset, baskı sürecini
hızlandırıyor, tipodan aylarca süren kitap dizme ve basma işlemi birkaç günde
bitiveriyordu. Ama ofset baskı tipoya göre oldukça pahalıydı ve baskı öncesi
işleri bilenler çok azdı. Daha machintosh icat edilmemiş, edildiyse bile o
küçük ekranlı bilgisayarlar henüz Türkiye’ye gelmemişti. Masaüstü yayıncılık
denilen bilgisayarla yayıncılıktan kimsenin haberi yoktu. Yazılar devasa
makinelerde ne yazdığını görmeden ya da tek satırı görerek diziliyor, uzun
işlemlerden sonra mumlu kağıtlara çıkartılan şerit halindeki dizgiler mumlanıp
milimetrik kartonlara yapıştırılıyor, sonra da filme çekiliyor, kalıplara
alınıp baskıya hazır hale geliyordu. Pikajör, montajcı gibi yeni meslekler
oluşmuştu.
Henüz tüm gazeteler, matbaalar, mücellitler
Cağaloğlu’ndaydı. Küçücük han odalarında kitaplar diziliyor, izbe bodrumlarda
basılıp ciltleniyordu. O izbelerde komşularımız üç kuruşluk sermayelerle
kurulmuş, fason üretim yapan ve ilk darbede iflas edip yerini yenisine bırakan
tekstil atölyeleriydi.
Selma Sancı, Espas’ta
(Eylül 2012, Sel yay.) o günleri anlatıyor. Espas’ın
ana kahramanı liseyi yeni bitirmiş, üniversite giriş sınavının sonuçlarını
bekleyen Nebile. Nebile bu bekleyiş sırasında ailesinden gizli matbaalarda çalışıyor.
Oldukça yalnız, kısıtlı bir hayatı var. Nesrin, Necla, Sabahat iş arkadaşları.
(Romanın ismi “N” ile başlayan üç kahramanı olmasının başlarda izlemeyi
güçleştirdiğini belirteyim.) Onların iş hayatının küçük tabloları, aralarındaki
diyaloglarla Nebile’nin yaşamını aktarıyor Selma Sancı.
Espas,
matbaacılıkta boşluk vermek, aralık anlamına geliyor. Romanın adı ile anlatımı
arasında ilişki var. Büyüklü, küçüklü boşlukları var anlatının. Kahramanlarını
tam anlamıyla, tüm yönleriyle ele almıyor ve tabii ele vermiyor. 12 Eylül
askeri darbesinin hemen öncesi. Siyasi mücadele iyice keskinleşmiş. Devrimci faaliyet
gösterenler yakalanıyor, tutuklanıyor. Bunlar arka planda biraz flu ve daha çok
anıştırmalarla anlatılıyor. Nebile’nin de gelişmelere ilgisiz kalmadığını,
uzaktan da olsa ilişki kurduğunu anlıyoruz. Biraz tedirgin, büyük çoğunluk gibi
içinde korku var gibi. Ama hiçbir zaman nasıl bir konumlanışı olduğunu açıkça anlatmıyor.
İlk bakışta, Kadıköy-Eminönü vapur seferlerinde yol arkadaşlığı yaptığı Tahir nedeniyle
bir ilgi kurduğunu düşünüyoruz. Tahir bir anda ortadan kaybolmuştur. Nebile,
endişesini açıkça dile getirmese de Tahir’in tutuklandığını düşündüğünü
anlarız. Başına ne geldiğini anlamak için Tahir’in ablasına yazmıştır. Her gün
büyük postaneye gidip posta kutusunu kontrol etmektedir. Ama satırarasında
kıyısından da olsa devrimci mücadeleye ilgisi olduğunu, arkadaş çevrelerinde bu
konuların konuşulduğunu anlarız.
Espas hem 1980’in
hemen öncesinde, Cağaloğlu basın ve yayın hayatı açısından son ışıltılı
günlerini yaşarken arka sokaklarda, matbaalarda, atölyelerde yaşananları
anlatması açısından hem de askeri darbe öncesi sokağa yansıyan siyasi
mücadeleyi ve nihayet askeri darbeye varmasını anlatması açısından çoğunu
yaşadığım, tanık olduğum ya da aşina olduğum konuları işliyor. Bu nedenlerle de
anımsamanın keyfi ve merakıyla okudum Espas’ı.
Ama o günleri sadece kitaplardan filmlerden bilen genç kuşak okura tüm bu
anlatılanlar ne ifade eder, anlatıyı neresinden sahiplenirler merak etmemek
elde değil.
27.09.2012
Yorumlar