3. Yargı Paketi ile 20 bin kitabın onlarca yıldır yasak
olduğu anlaşılınca Türkiye’de kitap yasaklamalarının uzun tarihi de merak
edilmeye başlandı. Emin Karaca Vaaay
Kitabın Başına Gelenler’de matbaanın Türkiye’ye gelişinden itibaren
ülkemizde yaşanan kitap toplatmalarının, yasaklamaların tarihçesini çıkartıyor.
Ülkemizde matbaacılığın çok geç başladığı, matbaanın
icadından 234 yıl sonra kitaplar basılmaya başlandığı yaygın bir inanış ve
resmi söylemdir. Oysa Johannes Gutenberg’in 1450'de Almanya'nın Mainz şehrinde
metal harflerle basım tekniğini bulup ve matbaaya uygulamasından sadece 43 yıl
sonra Osmanlı İmparatorluğu'nda ilk matbaa çalışmaya başlamış. Yahudi kökenli
Osmanlı vatandaşlarının matbaasının İstanbul’da kuruluş tarihi 1493.
Yahudilerden sonra 1567'de Ermeniler, 1627 yılında ise Rumlar ilk matbaalarını
İstanbul'da açmışlar. İlk yasaklama da hemen bu tarihlerde gelmiş; “Osmanlı
Devleti azınlıkların matbaalarında Türkçe ve Arapça kitap basılmasını
yasaklamış, diğer bir deyişle, azınlıklara kitap basma iznini, bu dillerde
kitap basmama koşuluyla vermiştir” (Serpil Altuntek, İlk Türk Matbaasının Kuruluşu ve İbrahim Müteferrika, Hacettepe
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Temmuz 1993). Matbaa Müslüman
Osmanlılar’a 234 yıl gecikmeyle, 1728’de ancak Batılılaşma hareketi ile
gelmiştir. O da kutsal kitapların ve dini eserlerin basılmaması koşuluyla. Bir
başka deyişle matbaacılığın icat edilmesi ile ülkemizde kitap yasakları
başlamış.
Emin Karaca Vaaay
Kitabın Başına Gelenler’de (Aralık 2012, Belge yay.) daha Fatih Sultan
Mehmet döneminde, matbaanın Osmanlı’ya da gelebileceği endişesi ile yasak
getirildiğini, II. Beyazıd döneminde (1481-1512) basım işleriyle uğraşanlara
ölüm cezası uygulanacağı fetvası çıktığını yazıyor. Aynı yasağın I. Selim
döneminde de (1512- 1520) geçerli olduğunu belirtiyor. Yahudi kökenli
Osmanlılar ölüm cezası tehdidine rağmen matbaayı kurmuşlar. İbrahim
Müteferrika’nın matbaa kurabilmesi de fermanla mümkün olmuş. Müteferrika’nın
1745’de ölümüne dek 23 ciltlik 17 eser ve sadece 12 bin 700 adet kitap basmış.
İkinci matbaa ancak 1796’da ders kitapları basmak amacıyla kurulabiliyor.
Mühendishane Matbaası 1805’e kadar sadece 10 adet sözlük ve ders kitabı
basıyor.
Matbaaların çoğalıp kitap basımının yaygınlaşması için
1830’ları Tanzimat’ın ilan edilmesini beklemek gerekiyor. İlk kitap yasağı da
1872’de yaşanıyor. Maarif Nezareti Ahmet Mithat Efendi’nin Dağarcık adlı antolojisini ve Namık Kemal’in Evrak-ı Perişan adlı kitabını yasaklıyor. Ve kitap yasaklamaları
ile mücadele de böylece başlamış oluyor. 140 yıldır süren bir mücadele... Namık
Kemal İbret gazetesinde yayımladığı beş yazı ile kitap yasaklarına tepki
gösteriyor ve İbret Gazetesi 5 Nisan 1873’de süresiz kapatılıyor. 1875’de de
kitap sansürüyle ilgili kurallar bir Emirname ile açıklanıyor. Artık sansürden
geçmeden hiçbir kitap yayınlanamayacaktır. “Hiçbir matbaa sahibi basacağı
kitabı Maarif Nezareti’nden resmi ruhsat almadıkça basamaz. Basımdan sonra da
adını ve kaç nüsha üzerine basıldığını bildiren imzalı bir beyanname ile
birlikte İstanbul’da Maarif Nezareti’ne, taşralarda mahalli hükümetlere verir.”
Yurtdışından gelecek kitaplar için de aynı şekilde izin alınması gerekiyor.
Basımevleri ve kitapçılar “zararlı neşriyat” bulunduruyor mu diye denetleniyor.
Abdülhamit döneminde sansür ve kitap yasaklamaları doruk
noktasına varıyor. Kitap basımı çok azalıyor. Abdülhamit’in sadrazamlığını
yapan Sait Paşa’nın isteğiyle baskısı yapılan İbni Sina’nın Şifa adlı eseri bile basılırken
yasaklanıyor ve baskı işi durdurulup basılmış sayfalar da yakılıyor.
23 Temmuz 1908’de II. Meşrutiyet ilan ediliyor ve sansür
kalkıyor. O kadar çok seviniliyor ki bugün hala “Basın Bayramı” olarak
kutlanıyor. Ama kitap yasaklamaları, toplatmalar devam ediyor. 1910’da Mehmet
Rauf’un Bir Zambak Hikayesi müstehcen
olduğu iddiası ile yargılanıyor. Mehmet Rauf suçlu bulunup 8 ay hapis cezası
alıyor ve ordudaki görevinden atılıyor. Müstehcenlik suçlamasında Türk
romanının klasiklerinden olan Eylül
romanının yazarı Mehmet Rauf yalnız değil, o yıllarda birçok kitap ahlaksız
bulunup yasaklanmış. Cumhuriyet’in ilanı da pek bir şeyi değiştirmiyor. Hüseyin
Rahmi’nin Son Telgraf gazetesinde tefrika edilen Ben Deli miyim? adlı romanı 21. günündeyken “genel ahlaka
aykırılık” iddiası ile yargılanıyor. Hüseyin Rahmi kendisini romanın bir edebi
eser olduğunu söyleyerek savunuyor. Tarih 20 Eylül 1924. 1939’da Pierre
Louis’in Afrodit’i müstehcenlikle
suçlanıyor. Bilim adamı bilirkişler “eser müstehcen değil” dese de savcı israr
ediyor. Basın ve halk davaya büyük ilgi gösteriyor. Sonunda Afrodit beraat ediyor. Aradan 90 yıl
geçmiş ama yazarlar hala mahkemelerde eserlerinin edebi olduğunu anlatmaya
çalışıyorlar.
Cumhuriyetin ilk yıllarında da kitaplar yasaklanmaya,
yazarlar, yayıncılar yargılanmaya, hapis edilmeye devam ediyor. Dönemin Bakanlar
Kurulu’nun yasaklama gerekçeleri ile bugünküler arasında pek fark olmaması çok
ilginç; Komünist propaganda, ülke aleyhine yayınlar, mızır yayınlar, irticayı
teşvik, dini duyguları rencide etmek, din propagandası yapmak, Kürtçülük,
bölücülük, Türkçülük, Mustafa Kemal’in şahsına karşı yayınlar, Komşu ve dost
ülkeler aleyhine yayınlar, Türkiye’nin dış politikasına zarar verici
yayınlar...
Emin Karaca bu yasaklama gerekçelerinin hemen hepsine örnek
oluşturacak davalardan, iddianamelerden, savunmalardan, duruşmalarda yaşananlardan
örnekler ceriyor. 1923’de Marks ve Engels’in Komünist Manifesto’sunu Dr. Şefik Hüsnü ilk kez Türkçeye çeviriyor.
Arap alfabesi ile yayımlanan kitap toplanıp yasaklanıyor. Şefik Hüsnü bir başka
gerekçe ile tutuklanıyor. O tarihten itibaren “komünist tutuklamaları”nda en
önemli delil Komünist Manifesto’yu
bulundurmak oluyor. 90 yıl boyunca da bu sürüyor. Hemen her yeni baskı
toplatılıyor, çevirmenler, yayıncılar yargılanıyor. 1936’da Kerim Sadi, 1968’de
Süleyman Ege yargılanıyor. Süleyman Ege, hapis edilip zincire vuruluyor. Emniyetin
3. Yargı Paketi ile özgürlüğüne kavuşmasına itiraz ettiği, yasağının sürmesi
talep ettiği 67 kitaptan biri de Komünist
Manifesto.
1920’lerden başalyarak çok sayıda edebi eserin, özellikle
şiir kitaplarının yasaklandığını, yazarlarının yargılandığını görüyoruz. En çok
yargılanan Nazım Hikmet. Nazım Hikmet’in hemen her kitabı ilk baskılarında
“halkı rejim aleyhine kışkırtmak” gerekçesi ile toplatılmış. Bu yargılamalar,
toplatmalar Nazım Hikmet’in ölümünden sonra 60’lı yıllarda da devam ediyor.
Kitapları toplatılanlardan biri de Kurtuluş Savaşı’nın
önderlerinden Kazım Karabekir. Karabekir’in 1933’de yazdığı İstiklal Harbinin Esasları adlı kitabı
matbaada el konulup yakılarak imha ediliyor. Karabekir’in 1960’da yayımlanabilen
İstiklal Harbimiz adlı 1230 sayfalık
anıları da yargılanmaktan kurtulamıyor ve ancak yayıncısı miletvekili seçilip
dokunulmazlık kazandığından dava düşüyor. 1967’de yayımlanmaya başlayan Rıza
Nur’un Hayat ve Hatıratım başlıklı 4
ciltlik anıları da “Atatürk’ü Koruma Kanunu”na muhalefetten toplatılıp
yargılanan kjitaplardan.
Server Tanilli’nin Uygarlık
Tarihi ders notlarının teksiri (1972), Fethi Naci’nin edebiyat
eleştirileriniden oluşan ilk kitabı İnsan
Tükenmez (1956), Vedat Günyol ve Sabahattin Eyüboğlu’nun çevirmen olarak
yargılandıkları Babeuf’un Devrim Yazıları
(1964). Sevgi Soysal’ın Yürümek’i
(1970), Henry Miller’in Oğlak Dönencesi
(1985), Adalet Ağaoğlu’nun Fikrimin İnce
Gülü (1976) öyküsü anlatılan kitaplardan.
Türkiye’de kitap yasaklamalarının tarihini tek bir kitapta
anlatmak mümkün değil. Emin Karaca Vaaay
Kitabın Başına Gelenler’de yargılamalara, toplatmalara neden olan hemen her
gerekçeyi örnekleyerek ve kitabın sonunda toplatılmış yüzlerce kitabın kısa
öykülerini anlatıp listeleyerek işin ne kadar büyük boyutta olduğunu, hangi
görüşte olursa olsun yazarların, yayıncıların bir gerekçe bulunup
yargılandığını, kitapların toplatıldığını gözler önüne seriyor.
20.12.2012
Yorumlar