“Sükut suikastı” sözü Tanpınar’la özdeşleşmiştir ama ben
Sevim Burak’a da yakıştırırım.
Sevim Burak’ın adı 20 yaşındayken, 1950’de Yeni İstanbul
Gazetesi’nde yayımlanan öyküsü ile duyulmuş. “Dünya Hikayeleri Yarışması”nda
Türkiye’yi temsil edip ilk altıya girmiş. Yazar sözlükleri bu tarihi Burak’ın
öykücülüğe başlangıcı olarak alsalar da 1950’de başka öykülerini de gazetelerde
yayımlatmış. İlk yayımlanan öyküsünün 12 Nisan 1950’de Ulus Gazetesi’nde çıkan
“Hırsız” olduğunu belirtiyor Bedia Koçakoğlu (Aşkın Şizofrenik Hali: Sevim
Burak, 2009).
Sevim Burak, 1953’de “Çocukluk dönemi” diye nitelediği bu
dönemi noktalıyor ve kendine has anlatımı bulana kadar sekiz yıl öykü
yayınlamıyor. İkinci ve esas çıkışı 1965’de “Yanık Saraylar” ile oluyor.
Altı öyküden oluşan bu ince kitap yılın edebiyat olayı olarak niteleniyor,
tartışmalar yaratıyor. Asım Bezirci, Demir Özlü, Murat Belge, Memet Fuat gibi
yazarlar Sevim Burak’ın öykülerini nasıl yorumlamak, tanımlamak gerektiğini
tartışıyorlar. 1950 Kuşağının yenilikçi öykü anlayışına rağmen Burak’ın öykülerinin
bir yere konulamaması ilginç.
Tahir Alangu, Behçet Necatigil, Haldun Taner gibi isimlerin
yer aldığı jüri 1966 Sait Faik Hikaye Armağanı’nı Cengiz Yörük’ün “Çölde Bir
Deve” adlı kitabına veriyor. Ödülü “Yanık Saraylar”ın alması gerektiğine inanan
Memet Fuat jüriden istifa ediyor. Sevim Burak almayı umduğu ödülün kendisine
verilmemesinden sonra küsüyor ve 17 yıl hiçbir şey yayınlamıyor.
1982’de Adam Yayınları’nın kurulması ile yayınlanan kitapları ile
tekrar edebiyata dönüyor. 30 Aralık 1983’de de yeniden dönüşünün keyfini
süremeden ölüyor. Yaşarken yayımlattığı iki öykü bir de tiyatro eseri var;
“Yanık Saraylar” (1965), “Afrika Dansı” (1982) ve “Sahibinin Sesi” (1982). Ölümünden
sonra da bir roman, bir öykü ve iki tiyatro eseri daha yayımlanmış. Çok az ve
öz yazmış.
Azınlıkların, dışlanmışların, ötekilerin öykülerini anlattı Sevim
Burak. İşlediği konularla olduğu kadar yazma biçimi ile de kendine has bir
yazar. Memet Fuat’ın belirttiği gibi “Noktası, virgülü, çizgisi, büyük harfi,
italiği, boşlukları, basamakları, herşeysinin üstünde, akıllara sığmaz bir
titizlikle duran” bir yazar. Bir şiir yazar gibi her cümlenin her sözcüğün
üzerinde duruyor, düşünüyor, denemeler yapıyor, öykü yapısını oluşturuyor..
Kendine has yazma daha doğrusu dikte etme tarzı var. Bir
daktilografla çalışıyor. Ortaya çıkan metni kesip parçalayıp tekrar tekrar
birleştirerek yani bir tür “kes yapıştır” tekniği ile öykülerine son halini
veriyor. Bir mektubunda “Ben kavramsal san’atımı kendi fikrime dayalı olarak
kurdum. Ve yazı san’atından resimler, heykeller çıkarmaya, soyuttan somutlaşmaya
çalışıyorum” diye tavrını açıklamış. Sevim Burak bilgisayar çağında yaşasaydı
nasıl eserler verirdi merak etmemek elde değil.
Sevim Burak 30. Ölüm Yıldönümü’nde Mimar Sinan
Üniversitesi’nin düzenlediği “Ötekilere Yazmak” adlı bir sempozyumla anıldı.
Sempozyumu düzenleyen Özge Şahin Uğurel’in anlattığına göre salon tamamen
dolmuş ve tüm oturumlar büyük bir ilgi ile izlenmiş. Girişte satışa sunulan
yüzlerce kitabı kısa sürede tükenmiş.
Sevim Burak unutulmaya terk edilmiş ama unutturulamamış bir
yazar. İlk öykülerini yayımlattığı yıllarda benzersizdi, şimdi bile onun gibi
arayışları olan öykücümüz yok. Sevim Burak’ın öykücülüğü ve yazma anlayışı
üzerinde daha çok durulması, Türk öyküsüne yaptığı katkının iyi
değerlendirilmesi gerekiyor.
01.01.2014
Yorumlar