Ayça Şen yeni romanı “Hayalet Ağrı”da orta yaşa gelmiş bir
kadının kendi ve yaşamla hesaplaşmasını açık yürekle, mizahla, ironiyle ve
eleştiri oklarını kendi dahil herkese batırarak ve fantastik bir sona vararak
anlatıyor.
“Hayalet Ağrı”nın
(Şubat 2014, Doğan Kitap) kahramanı Aslı orta yaşa gelmiş, 38 yaşında yalnız
bir kadın. Özgürlüğüne düşkün. Belki de bu nedenle aşk ilişkileri de sürekli olmamış.
Yaşlandığını düşünüyor ve yeni aşklar konusunda umutsuzluğa kapılmak üzere. En
küçük işarete dikkat kesilip umutlanıyor.
Annesine düşkün, ablasına saygılı ama aile ilişkileri yoğun
değil. Bunaldı mı annesini sığınılacak bir liman olarak görüyor. Çevresinde
dost diyebileceği pek kimse yok. Radyodaki iş arkadaşlarına da mesafeli. Pek diyalog
kurmuyor.
Gençlik yıllarında radyo programları yapmaya başlamış. Başka
bir işi, merakı olamış. Yaptığı işe, radyo programcılığına yabancılaşmış. İlk
fırsatta işi bırakmak istemesine rağmen geçinebilmek için işe zoraki de olsa
gidiyor.
Ağrılar “ışığı görünmeyen bir yıldırım gibi üzerine
düş”üyor, “o elektrik bütün vücudunu dolaşmış gibi” sarsılıyor. Anlık ve
şiddetli ağrı ile bir an kendini kaybediyor. İlk ağrıyı bir buçuk sene önce
yaşamış. Aniden vurup geçen ve gittikçe sıklaşan kronik ağrıları nedeniyle
hastaneye gidiyor. Sebebi bilinmeyen ağrıların tedavisi için kurulmuş
Algoloji bölümüne sevk ediliyor. Bölüm başkanı 65 yaşlarında garip
esprileriyle önce irkiltse de güven veren zinde bir profesör.
Profesör Ahmet Tuğra, Aslı’ya bu ağrıların geçmişte yaşanan
büyük bir travmaya bağlı olabileceğini söylüyor. Yeni bir tedavi yöntemi
uygulamayı öneriyor; Aslı’nın hafızasında kalmış travmaları temizleyecek. Bu
amaçla Aslı’nın yaşadığı her şeyi, anılarını, düşüncelerini bir deftere
yazmasını istiyor. Haftada bir yazdıkları yeni icat edilmiş bir makine ile
taranıp elektrik akımı ile tekrar beynine yüklenecek. Böylelikle yazdıklarının
mantığı ile buluşması sağlanacak, sonuç olarak da ağrıya neden olan travma
bulunup tedavi edilmiş olacak. Tedaviyi kabuletmezse zamanla kulakları
duymayacak, gözleri görmeyecek, hafıza yavaşlayacak, elleri, ayakları
tutmayacak ve sonunda kafatası patlayacak.
Tahmin edeceğiniz gibi Aslı, tedaviye razı oluyor ve aklına
gelenleri defterine yazmaya başlıyor. Biz okurlar da bu yarı fantastik girişten
sonra Aslı’nın yaşadıkları ile hesaplaşmalarıyla gelişen gittikçe gerçekçileşen
bir roman okuyacağımızı düşünüyoruz. Bir anlamda öyle de oluyor. Bir anlamda
diyorum çünkü romanın sonuç bölümüne kadar Aslı hem geçmişi, yaşadıkları ve
anıları ile yüzleşip onları yazıya döküyor hem de tedavi sürecinde hastanade ve
gündelik yaşamında yaşadıklarını anlatıyor. Gençlik yıllarında marjinal
denebilecek bir yaşam sürüp, hemen her şeyi denedikten sonra nasıl
“normal”leştiğinin öyküsün anlatıyor. Pek bilinmedik bir konu değil ama Ayça
Şen anlatımın tadı ve olaylara alışıldığın dışında hatta ters açıdan bakışı ve
yorumları ile anlattıklarını keyifle okutturmayı başarıyor. Roman bir anlamda
dayatılan yaşam tarzının içerinden ve keskin bir eleştirisi halini de alıyor.
Ayça Şen’in kendine has neşeli, oldukça akıcı ve ironik bir
anlatımı var. Dili keskin, kahramanının yaşama ve kendine yönelik eleştirileri
acımasız. Özgürlüğüne düşkün bir kadının gençlikten orta yaşa yaşadıklarını,
gözlemlerini acı birer yaşam dersi olarak ama mizahı hiç kaybetmeden anlatılıyor.
Benim açımdan tek sorun sonuç bölümünün biraz hızlıca
geçilmiş olduğu duygusunu yaratması ve yine sonuç bölümünde gerçekliğin tamamen
yitirilip absürde varan bir fantastiğe kayılması. Fazlaca rastlantıya yer
verilmesi. Ama bazı okurlar bu finali de sevebilir, belirteyim.
13.03.2014
Yorumlar