İbrahim Yıldırım “Dokuzuncu Haşmet”te Gezi Parkı Direnişi’ne
katıldığı iddiası ile yargılanan yaşlı bir şairin anlattıklarından yola çıkarak
Türkiye’nin darbeler ve direnişler tarihini anlatıyor.
Tam adıyla “Alçıtepe Ailesinin Son Ferdi: Dokuzuncu
Haşmet”in (Ocak 2015, Doğan Kitap) başkahramanı ve anlatıcısı unutulmuş şair
Haşmet Alçıtepe’nin yaşamı bir dizi başarısız eylemle biçimlenmiş. Son eylemi
de 2013 yılının Haziran ayında çocukluğundan kalma ev yapımı Galatasaray formasını
giyerek Taksim’e çıkışı. Haşmet Alçıtepe Taksim’e çıkış nedeninin Gezi Parkı
Direnişi’ne katılmanın ötesinde kendince çok daha başka anlamları olduğu
iddiasında. TOMA’nın sıktığı su ile savrulup park merdivenlerine sırtının
çarpması ile üç kaburga kemiği zedelenip sakatlandığında elindeki çantadan
fırlayan ve suç delili olarak mahkemeye sunulan doksan dokuzluk tesbih, el
feneri ve tarihi çakar almaz tabancanın da bu amaç farklılığının kanıtları
olduğunu söylüyor.
Haşmet Alçıtepe Beşiktaş’ta benzerleri çok az kalmış tarihi bir ahşap evde yalnız yaşıyor. Üzerinde forması, elinde babadan kalma çanta ile Taksim’e çıkmasa ve eylemci olduğu kuşkusu ile yakalanıp tutuksuz olarak yargılanmaya başlamasa tamamen tanınmayan, bilinmeyen biri.
Haşmet Alçıtepe Beşiktaş’ta benzerleri çok az kalmış tarihi bir ahşap evde yalnız yaşıyor. Üzerinde forması, elinde babadan kalma çanta ile Taksim’e çıkmasa ve eylemci olduğu kuşkusu ile yakalanıp tutuksuz olarak yargılanmaya başlamasa tamamen tanınmayan, bilinmeyen biri.
Gezi Parkı Direnişi’nin en yaşlı eylemcilerinden biri olarak
üzerinde forması ile kuşkusuz ilginç bir görüntü oluşturduğundan bir gazete
haberine konu olmuş. Bu haberin kahramanı olan kişiyi tanımak ve çantasından
çıkan suç delillerinin ne anlama geldiğini anlamak isteyen bir kadın “gazeteci”
Haşmet Alçıtepe ile söyleşi yapmak için bu ahşap eve gelmiş. Roman boyunca
Haşmet Alçıtepe’nin bu genç kadına anlattıklarının bant kayıtlarının
çözümlerini okuyoruz.
Haşmet Alçıtepe bir yandan direnişçi bir sanık olarak olsa
bile ilgi görmekten, röportaj konusu olacak kadar tanınmaktan memnun ama diğer
yandan da tamamen unutulmuş bir şair olarak ölüp gideceğini düşünürken böyle
bir ilgi görmekten de rahatsız, kuşkularla dolu. Belli ki yıllardır evinin
kapısını çalan olmamış, hiç misafir gelmemiş. Konuşacak, dertleşecek birisi
olmamış. Misafirini de aynı ikilem içinde ağırlamaya çalışıyor. Eski bir
İstanbullu olarak konuğunu rahat ettirmeye çalışırken bir yandan da niyetini
tam olarak anlayamadığı için savunma halinde. Hakkında çıkan haberdeki yanlış
bilgilerden dolayı bu röportajda söylediklerinin de tam olarak doğru
yazılmayacağının, bir takım çarpıtmaları ve yanlışları içereceğinden tedirgin.
“Neyi söylersem sakıncalı durum hasıl olur, böylece hiç sırası değilken başım
belâya girer, neyi anlatsam eksik kalır” düşüncesiyle bir süre söze giremiyor,
sorulara cevap veremiyor.
Haşmet Alçıtepe’nin anlattıklarından Alçıtepe ailesinin üç
kuşaktır süren bir direniş geleneği olduğunu öğreniyoruz. Haşmet Alçıtepe,
dedesi “Terakki Mehmet” ve babası gibi bir eylemcidir. Türkiye’nin yakın
tarihindeki 15-16 Haziran, Kanlı Pazar, 1 Mayıs 1977 gibi önemli olaylarda yer
almış ve her defasında tutuklanmıştır. Bu tutukluluklar onun üç şiir kitabı
yazmasını da sağlamıştır; “Gez, Göz, İsyan”, “Poésie Noire ya da Saklı El
Feneri” ve “Tesbihat”.
Haşmet Alçıtepe’nin anlattıklarını dedesinin ve babasının
yaşadıklarıyla birlikte değerlendirdiğimizde İttihat ve Terakki’den başlayarak
Türkiye’de yaşanan önemli eylemleri, direnişleri ve tabii askeri darbeleri
özellikle 70’li yılları anımsıyoruz. Haşmet Alçıtepe tek tek muhalif ya da
devrimci ruh taşıyan bireylerin başına neler gelebileceğini anlatıyor. Bu
eylemlerin yapılış mantıkları, sonuçları hakkında olumlu ya da olumsuz bir
yorum yapmadığı gibi fazlaca ayrıntıya da girmiyor. Anımsanan yenilgilerle dolu
da olsa Alçıtepe ailesinin övgüyle anılması gereken “şanlı” tarihidir.
Haşmet’in “dokuzuncu” diye anılmasının nedeni, söyleşiye sık
sık ara verip top zıplatacak kadar benliğini sarmış futbol tutkusu, Beşiktaş’ta
doğmuş büyümüş biri olarak Galatasaray’ın taraftarı olması hoş öyküler. Mizahı
duygusallıkla harmanlayarak gelişen romanın anlatımı kahramanı tüm
huysuzluklarına ve aksiliğine rağmen benimsememizi sağlıyor. İbrahim Yıldırım
daha önce romanlarında denediği “meddah” tarzı anlatımı bu romanda bant kaydı
çözümü biçiminde geliştiriyor. Haşmet Alçıtepe’nin Osmanlıca, Fransızca kırması
cümleleri kendisi ile röportaj yapan gazeteci ile arasındaki kuşak farkını
vurgularken bir yandan da yeni kuşakların “cehalet”ini de eleştirmeye
yarıyor.
Haşmet Alçıtepe’nin “unutulmuş bir şair” olarak anılmasına neden
olan şairlik yaşamı ise kitap adları ve şiirlerinin içeriğiden başlayarak
Çağdaş şiirimizin bir eleştirisi olarak okunabilir.
Haşmet Alçıtepe’nin roman boyunca gelişip netleşen
portresinden “unutulmuş bir şair”den çok “başarısız bir şair” olduğunu
anlıyoruz. Üç kitap yayımlatmış, her kitabında dönemin hakim eğilimlerine uygun
şiirler yer almış. Sonuç olarak da kendi şiirini bulamamış.
Haşmet Alçıtepe’nin ilk kitabı “Gez, Göz, İsyan” 70’li
yılların devrimci bakış açısıyla yazılmış, toplumcu şiirini anımsatıyor. Haşmet
Alçıtepe’nin bu kitaptan verdiği örnekler de o dönemin “slogancı” diye
eleştirilen şiirlerinin birer parodisi.
“Poésie Noire ya da Saklı El Feneri” içine bolca Fransızca
terim ve sözcük karışmış şiirlerden oluşuyor ki bu da şiirimizdeki başka bir
eğilimin ya da özentinin karikatürleştirilmesi olarak değerlendirilebilir.
Haşmet Alçıtepe’nin son kitabı “Tesbihat” 1980’lerde
yayımlanmış. Adından başlayarak Osmanlıca sözcüklerin bolca kullanıldığı bir
kitap. Haşmet Alçıtepe bu eleştiriler sonucunda yazdıklarının okurlar bir yana
eleştirmenler tarafından bile anlaşılamayıp alaya alındığı düşüncesiyle şiire
küsmüş, kenara çekilmiş. Bu kitap adıyla ve kitaptan verilen örneklerle de 80
Kuşağı Şiiri’nin ağır bir parodisinin yapıldığını söyleyebiliriz.
Haşmet Alçıtepe’nin üç kitabına yapılan eleştirilerden
aktardıkları da İbrahim Yıldırım’ın çağdaş şiirimiz hakkındaki eleştirisini tamamlıyor.
İbrahim Yıldırım çoğu yazarda olduğu gibi ilk gençlik yıllarında şiir yazıp
yazdıklarını beğenmeyerek ya da başarısız olduğunu kısa sürede fark edip
şiirlerini dergi sayfalarında unutulmaya terk ederek düzyazıya mı döndü
bilemiyoruz ama Haşmet Alçıtepe’nin kişiliğinde şiire ve şaire olumsuz bakışı
kuşkusuz şiir çevrelerinde değerlendirilecek, şiire ve şairlere karşı bu yaklaşımının
nereden kaynaklandığı sorgulanacaktır.
“Dokuzuncu Haşmet” Gezi Parkı Direnişi’ni konu ediniyor
görünse bile aslında onu vesile edip Türkiye’nin yakın tarihinden tartışma
konuları çıkartan bir roman. Alçıtepe ailesinin üç kuşaktır süren devrimci
geleneği, bireysel eylemcilikleri tartışma konularından birincisi sayılabilir.
Varlıklı sayılabilecek bir aileden gelen, normalde Türkiye’yi yöneten sınıfta
yer alabilecek dede, baba ve nihayet Haşmet’te simgelenen ruh hali üzerinde
düşünmeyi gerektiriyor. Haşmet Alçıtepe’nin şairliği ve şiirleri diğer önemli
tartışma konusu. Haşmet’in yalnızlığı, korku ve endişeleri, gizlemeye çalıştığı
aşk öyküsü, tepkileri de romanı zenginleştiren unsurlar.
İbrahim Yıldırım doğal bir sohbetin kaydı yazıya dökülse
ortaya çıkacak kadar tatlı dilli, biraz karmaşık ve doğrusal olmayan, sık sık
konudan sapan sonra tekrar dönen bir anlatım yaratmış. “Dokuzuncu Haşmet”
merakla okunan, tartışma konuları yaratan, üzerinde konuşulacak bir roman.
15.01.15
Yorumlar