Şair Gülce Başer’in ilk düz yazı kitabı bir polisiye. “Bir
Ceset Bir Söz” genç bir kadının kocasını evde ölü olarak bulması ile başlıyor,
sıradan gibi görünen polis soruşturması öldürülen kişinin gerçek kimliği ortaya
çıkınca soluk soluğa bir ajan kovalamacasına dönüşüyor. Bu kovalamaca sırasında
kitabın adının aksine cesetlerin sayısı artıyor.
Cinayete mi kurban gittiği yoksa intihar mı ettiği
soruşturulan Ahmet Gürsoy görünüşte sigorta acentesi sahibidir. Eve döndüğünde
kocasının cesedi ile karşılaşan Nihal de bir ana okulunda öğretmendir.
Kocasının intihar etmiş olabileceğine ihtimal vermez, ilk şoku atlattıktan
sonra da kocasının öldürülmüş olması gerçeğini ise oldukça soğukkanlı karşılar.
Bir yandan cinayet soruşturulurken diğer yandan Nihal’i,
kocası Ahmet’i tanımaya başlarız.
Nihal, orta sınıfın üst kesiminden modern bir muhafazakâr.
Ahmet’in ilk eşi Mehtap’la telefon numarasını ezbere bilecek kadar iyi bir
ilişkileri var.
Ahmet’le ilgili olarak ilk öğrendiğimiz bilgi bir “dergâh”a
bağlı olduğu. Yanında çalışan en güvenilir adamı Nazif de aynı dergâhtan. Ahmet
öksüz ve yetim bir çocuk olarak dergâha gelmiş. “Şeyh hazretleri ona öz oğlu
gibi sahip çıkmış, onu yetiştirmiş, sonunda da evlendirmişti.” Bu nedenle de
Ahmet’in dergâha bağlı Mehtap’tan ayrılıp Nihal’le evlenmesi olumlu
karşılanmamış ve Nihal dergâha kabul edilmemiş.
Bir polisiye okuyorsanız ve ortada bir ceset varsa ilk
sayfadan başlayarak “katil kim?” diye sormaya başlarsınız. Nihal’in aşırı soğukkanlılığı,
bu cinayeti bekliyormuş gibi davranması onu ilk ve en önemli şüpheli haline
getiriyor. İkinci şüpheli de dergâh’a bağlı biri olabilir. Dergâhın Ahmet’in
yanında bulunan adamı Nazif ikinci şüpheli. Nihal’in onun Ahmet’e gönülden
bağlı olduğunu belirtmesi bu şüpheleri dağıtmak ve ilk sayfadan katilin
bulunmasını önlemek için bir tedbir de olabilir. Tabii Nihal de, Nazif de ilk
sayfalarda katil adayı olarak öne sürülerek esas katilin okuru ancak son
sayfada bulması da istenmiş olabilir. Olağan şüphelilere dikkati çekip en akla
gelmeyecek birinden katil yaratmak da cinayet romanlarında sıkça rastlanan bir
durum.
Zaten ilk eş Mehtap’ı tanıyınca onun da Ahmet’i öldürmek
için yeterince sebebi olduğunu düşünüyorsunuz. Ama daha 16. sayfada cinayeti
soruşturmakla görevli polisin değerlendirmelerini okuyunca tüm katil
zanlılarını listeden çıkartmak da olası. Ahmet Diyarbakır doğumlu bir Kürt’tür.
Yetimhanede yetişmiştir. 1992 – 2005 tarihleri arasında emniyette Özel
Harekâtta görev yapmıştır. Yanında 12 kişi çalıştıran, binlerce müşterisi olan
başarılı bir sigortacıdır. İhale hukuku ve uluslararası güvenlik konularında
devlet kurumlarına danışmanlık da yapmaktadır. Yani özel harekâtçılıktan sonra
devletle ilişkisi kopmamış, belki de başka bir boyuta geçmiştir.
Bu biyografiye bakılırsa bir çok cinayet nedeni olabilir.
Sigortacılık işleri nedeniyle yaşanan bir olay, belki mafya ile kurulmuş bir
ilişki, özel harekât döneminden kalma bir hesaplaşma ya ad öç alma, ihallere
yapılan danışmanlık nedeniyle çıkan bir anlaşmazlık, uluslararası güvenlik
konusunda danışmanlık yaparken elde ettiği bir bilgi ya da kurduğu bir ilişki
cinayet nedeni olabilir.
Ahmet’in çok fazla araştırılmadan ortaya çıkan ve hemen
okura bildirilen kimliği ile cinayet nedeni sayısı bu kadar çoğalınca Gülce
Başer bazı zanlıları ilerleyen sayfalarda temize çıkartıyor ya da gözardı
etmemizi sağlıyor.
Emekli de olsa halen devlete hizmet veren bir polisin bir
dergâhla ilişkisi aslında oldukça da güncel ve tartışlan bir sorun. Cemaatlerin
devlet içinde nasıl örgütlendikleri sorgulanıyor. Gülce Başer’in ilerleyen
sayfalarda değindiği gibi devletin özellikle emniyette kadrolarını oluştururken
özellikle böyle dini bağlılıkları olan gençleri tercih etmiş olması olasılığı
da var. İlk eşle, ilk eşten olan çocuklarla ilişkiler, yeni eşe dergâhın ve
çevredekilerin tepkisi gibi konular da eklenince başlı başına bir roman konusu.
Hele buna bir de dergâh içi ilişkiler, güç ve iktidar mücadelesi eklenirse.
Gülce Başer bu konulara sapıp romanın yörüngesini kaydırmak istemediği için
olsa gerek dergâh etkisini pek sorgulamıyor ve gititkçe silikleştiriyor.
İlk eş Mehtap ve ailesinin ikinci eş Nihal’e tepkilerinden
söz ediyor ve iki kadının barış ortamını nasıl sağladılarını da anlatarak bir
anlamda Mehtap’ı da şüpheli konumundan çıkartıyor. Bunları yapmasa roman iyice
karmaşıklaşacak ve okurun izlemesi zorlaşacak. Doğru bir tercih. Belki ilk
bölümlerde bu konulara daha az değinilse önce dağıtıp sonra toparlama
gereksinimi de olmayabilirdi.
Nihal ise olağan şüpheli olmaya devam ediyor ve onu
tanıdıkça şüphelerimiz daha da artıyor. Nihal üniversite yıllarında Ahmet’i bir
polis memuru olarak tanımış. Polis kimliği itici geldiği için uzak durmaya
çalışmış ama Ahmet’in sürekli ilgisi, kalpten geldiği belli olan aşkına zaman
içinde karşılık vermiş. Öyle aşık olmuş ki Ahmet’le birlikte olabilmek için
yaşam biçimini değiştirmiş. Ahmet’in isteği üzerine örtünmüş. Yaşam biçimini
değiştirme nedeni ortadan kalktığı, kocası öldüğü için başını açıp eski
yaşamına dönmeyi de bir olasılık olarak düşündüğünü kendisini sorgulayan polise
söyleyecek kadar da açık sözlü.
“Bir Ceset Bir Söz” (Şubat 2015, Remzi Kitabevi) tek bir
bakış açısından anlatılmıyor. Roman üçüncü tekilde gelişiyor ve bakış açıları
değişiyor. Nihal’in bakışından, cinayeti soruşturan polislere, oradan Ahmet’in
kendisi gibi özel harekâtçı yetimhane arkadaşının bakışına geçip tekrar Nihal’e
dönebiliyoruz. Böylece olay tüm açılardan anlatılmış oluyor.
1990’lı yıllar OHAL’lerle, faili meçhullerle çok karanlık.
Ahmet de o yıllarda görev yapmış ve Kürt kökenli bir özel harekâtçı olarak
büyük bir olasılıkla olayların merkezinde yer almış. Ama Gülce Başer bu konuya
da odaklanmıyor. Ahmet’in geçmişi bu açıdan sorgulanmıyor. Daha çok Ahmet’in
bugünü ile ilgili. Soruşturma ilerledikçe Ahmet’in ihale danışmanlığı yapacağım
diye yurtdışına gittiğinde aslında istihbarat için görev yaptığını anlıyoruz.
Sigortacılık Ahmet’in istihbarattaki “ajan”lığını perdeleyen bir iş. Ahmet’in
istihbarat görevinde elde ettiği bir bilgi nedeniyle yabancı ajanlar tarafından
etkisiz hale getirilmiş olması da bir olasılık olarak ortaya çıkıyor. Yani
sayfalar ilerleyip Ahmet’in gerçek kimliği ve cinayet günü neler yaptığı,
kimlerler görüştüğü ortaya çıktıkça cinayet zanlılarına yenileri katılıyor ve
bazıları da listeden düşüyor. Listede sürekli kalan tek isim genç eş Nihal.
Gülce Başer cinayeti polisin soruşturmasını onların bakışı
ile anlatırken emniyetin iç işleyişine de değiniyor. Bir cinayet dosyasının ne
kadar kolay kapanabileceğini görüyorsunuz. Olayı soruşturan polislerin ısrarı
olmasa ya da yukarıdan bir emir gelse Ahmet’in ölümü de intihar olarak
nitelenip kapatılan dosyalardan biri olacak. Öte yandan polislerin ağır iş
koşulları, yaşam şartları, özel hayatları da soruşturmayı etkiliyor. Gülce
Başer bir kadının polis olarak görev yapmasının ne kadar zor olduğunu, nasıl
bir ayrımcılığa uğrayabileceğini, hamile kalmak gibi çok normal bir gelişmenini
bile kadın polisi işimi kaybedeceğim endişesine kaptırabileceğini bir yan öykü
olarak anlatıyor.
Cinayetin nedeninin ortaya çıkartılamaması ve katilin
yakalanamaması da bu polis memurlarının iş ve yaşam şartlarından kaynaklanan
bir dizi dikkatsizliği sayesinde oluyor. Olağan şüpheli Nihal gereğinden fazla
bilgiye sahip olmasa ve tabii Ahmet bir gün başına bir şey gelebileceği
düşüncesi ile karısına bir takım bilgi ve görevler vermese cinayetin
aydınlanması olası değil. İstihbaratçı Cihan’ın kardeşi saydığı Ahmet’in
katillerini bulmak konusundaki kararlılığı da Nihal’e en önemli destek.
Gülce Başer’in ilk romanı “Bir Ceset Bir Söz” iyi
kurgulanmış, merakla okunan, güncel konuları da işe katarak devletin
kurumlarını sorgulayan, kadının günlük yaşamda ve iş hayatındaki yaşadığı
sorunlara dikkati çeken bir polisiye. Üstelik polisiye edebiyatımıza yeni bir
kadın kahraman da kazandırıyor. Nihal’in yeni maceralarını merakla
bekliyeceğim.
19.03.15
Yorumlar