Venedik Bienali 100 dönümlük iki alanda, Giardini ve
Arsenale'de gerçekleştiriliyor ama bu alanlarda yer bulamayan ülkelerin
pavyonları ve eş zamanlı sergilerle tüm şehre yayılıyor.
Bienale bu yıl 89 ülke katılmış, 29'u Giardini'de, 31'i
Arsenale'de, 29 ülke de şehrin çeşitli yerlerinde pavyonlarını açmış. 44 de eş
zamanlı sergi gerçekleştiriliyor. Giardini ve Arsenale'de yer alan ana sergide
de 53 ülkeden 136 sanatçının işleri sergileniyor. 159 iş özel olarak Bienal
için üretilmiş. Türkiye bu yıl ilk kez Arsenale'deki mekânında pavyonunu
kuruyor. Ana sergide de Meriç Algün Ringborg ve Kutluğ Ataman Türkiye'yi temsil
ediyor.
Türkiye pavyonunu karşılaştırmaya örnek olur diye Bienal'i
gezmeye Giardini'den başlıyorum. Bienal ülke temsilleri ve "Altın Aslan
Ulusal Katılım Ödülü" ile Eurovision'a benzeyip demodeleştiği gerekçesi
ile eleştiriliyormuş ama ülke binaları ile genel görünüm "Sanatın Sürekli
Expo"su izlenimi veriyor ve bu nitelik olmasa sıradanlaşır.
Giardini bir bahçe, bahçenin içine ülke pavyonlarının
binaları yapılmış. Bu binaların mimarileri hakkında bir kitap gördüm. Çeşitli
zamanlarda farklı anlayışlarla yapıldıkları anlaşılıyor. Mimari bir karmaşa.
Klasik, sütunlu binalar da var (ABD pavyonu) modern anlayışla ve sergileme
olanakları düşünülerek yapılmış (İskandinav ülkeleri) olanlar da...
Binaların yerleşimi de pek düzenli değil. Giardini'de yer
alan bazı binalar gözden ırak. Örneğin Kore'nin binası Japonya'nın arkasında ve
ilk bakışta görünmüyor. Ama iki komşu ülke arasında zamanında yaşananlar
unutulmasın diye olsa gerek iki pavyon arasına doğrudan geçişi önlemek için
bitkilerden tarh yapıp sınır oluşturmuşlar.
Giardini'de önce ülke pavyonları ardından ana sergiyi gezmek
mümkün. Arsenale'de ise ana sergiden geçmeden ülke pavyonlarına ulaşılamıyor.
Sergileme mantığı açısından hangisi ideal bilemiyorum ama önce ülke
pavyonlarını görüp sonra ana sergiyi ziyaret etmek bana daha uygun
göründü.
İsviçre pavyonu ile başlıyorum. Bel hizasının üzerinde tüm
pavyonu kaplayacak büyüklükte bir havuz. İçi kırmızı boyalı su ile dolu ve
dikkatle bakılmazsa görülemeyecek iki kağıt gemi yüzüyor. (Pamela Rozenkranz).
İskandinav ülkelerinde kırık camlı dev çerçeveler pavyona
yayılmış. Binayı delip geçen yanyana üç ağaç enstelasyona dahil mi, merak
etmemek elde değil. (Camile Norment). Ama sanat eseri gibi görünüyorlar.
Japonya'da da tüm alanı kaplayan bir iş var. Chiharu
Shiota'nın küçük anahtarlar, kırmızı kurdeleler ve kayıklarla yaptığı
yerleştirme herkesi fotoğrafını çekmeye özendiriyor ama tamamını tek kareye
sığdırmak olanaksız.
Büyük Britanya'da Sarah Lucas'ın çoğunluğu kadın modellerden
kalıp alınarak oluşturulmuş çıplak heykelleri var. Bienal ana sergisinde ve
ülke pavyonlarında güncel tüm sorunlar ele alınmış ama cinsellik, seks ve
onların yarattığı sorunlara değinen hemen hiç yok. Sarah Lucas'ın işleri
Giardini'de olduğu için dikkati çekmiş olabilir ama benim gördüklerim arasında
en tartışmalı iş Estonya'nın şehir merkezindeki pavyonundaki Jaanus Samma'nın
Sovyet Estonya'sında eşcinsel olduğu keşfedilen bir kolhoz başkanının sonu
ölüme varan cezalandırılışının öyküsü. Belgesel içerikli ve rahatsız etme
amaçlı videolarla olayı çok yönlü sorgulamaya çağıran, tartışılması gereken bir
iş.
Almanya pavyonunda çoğu kırık kaldırım taşları... İlk
bakışta İstiklal caddesinin halini hatırlattı. Daha sonra ana sergide ve diğer
ülke pavyonlarında kaldırım taşları ve tuğlaların üst üste dizilerek ya da
ortaya saçılarak bolca kullanıldığını gördüm. Brezilya pavyonunda da kırık
tuğlalar var. Brezilya pavyonunun bahçesindeki kırık tuğlalar ise sanatçı fikri
olmadığı için "bakımsızlık" sayılır herhalde.
"Çağdaş Sanat özgün fikir gerektirir" diyorlar,
Özgün fikir bulmak her zaman mümkün değil, bu anlaşılıyor. Daha sonra etrafa
saçılmış eski elbiseler ve ayakkabılarla oluşturulmuş birçok işe de rastladım.
Bu da başka bir eğilim olmalı. Herkes aynı fikri özgün sanıp uyguluyor mu,
yoksa kopyalamak mı söz konusu bunu uzmanları bilir ama sergi kuratörleri daha
önce benzeri yapılmış işlere neden sergilerinde yer verir, araştırmak
gerek.
Kanada pavyonu tam Cafe'nin yanında yer alıyor ve bir market
şeklinde düzenlenmiş. Gerçek market sandım. Görevliler "burası Kanada
pavyonu" demese birçok ziyaretçi girmeyecek. Yunanistan pavyonunda da eski
bir deri atölyesi aynen kurulmuş. Belgeseli, orijinal hali de videoda
gösteriliyor. Bu da bir eğilim. Bienalde başka örneklerine de rastladım.
Çeşitli mekânlar tekrar kurularak sanat eseri halini alıyor.
Avustralya Pavyonundaki diktatörlü kağıt paralardan oluşan
işin benzerini de 2014 İstanbul ArtInternational'de gördüğümü hatırlıyorum.
Acaba aynı iş mi, benzeri mi, bilemedim.
Giraldi’nin meydanında da bir lunaparktan getirilmiş dönme
dolap var. Özgün bir fikir olmadığına eminim ama işlevsel eğlenmek isteyenler
araca binebiliyor.
Bir sanat galerisinde karma sergi düzenler gibi düzenlenmiş
ülke pavyonları var. Ülke pavyonlarında tuval kullanımı az ama ana sergide
bolca tuval var. Heykel sayısı ise az. Sanırım tuval eski itibarına kavuşacak.
Ülke pavyonlarını gezdikten sonra pop art tarzı rengarenk
restoranı da bir enstelasyon sanıp es geçince boş yere restoran aramak da benim
saflığım olsa gerek. Sanat ve hayat öyle karışmış ki artık ayırdetmek zor. Hele
Venedik gibi her yerinden sanat fışkıran ve bakımsızlık ve boş vermişlikten
bazı şeylerin enstelasyon sanılabileceği bir şehirde bu iş iyice zorlaşıyor.
Bienal'in Nijeryalı küratörü Okwui Enwezor'un seçimi ve
"Dünyanın tüm gelecekleri" teması ile ana sergi savaş, sürgün,
kirlenme, şiddet gibi güncel ve can alıcı tartışma konularında, bir
bölümü oldukça belgeci sayılabilecek işlerden oluşuyor. Çok etkileyici işler de
çok sıradan yaklaşımlar da konuyla hiç ilgisi olmayanlar da var.
Fransa pavyonunda Celeste Boursier-Mougenot köküyle birlikte
sökülüp getirilmiş çam ağacını yavaşça çember çizdiriyordu. Ana sergide de
Robert Simitson'un 1969 tarihli ölü bir ağacı köküyle sökmüş yan yatırıp Ayna
sapladığı bir işi var. Arsanale'deki ana sergide de saksıda çiçek
sergilemesinden oluşan bir işe rastlıyorum.
Bolca eski çan ve çan yapımı üzerine enstelasyon ve
videolara da rastladım.
Handan Börütecene'nin İstanbul Modern'deki bavullu yerleştirmesi
bu kez aynı içerikle "göç" içeriğiyle üst üste dizilmiş
bavullar olarak karşıma çıkıyor.
Eski fotoğraflar, gazeteler, gazete küpürleri enstelasyon
olarak sunuluyor. Eski dialar da var.
Ana sergide videolar az ve öz. Daha çok belgesel anlayışında
videolar var. Konulu kısa filmlere de rastladım. Bunlar çağdaş sanatın konusu
içinde mi yoksa sinema olarak mı değerlendirilmeli. Teknik ve içerik olarak çok
daha iyilerini sinemacıların çektiğini biliyorum. Onlar neden Bienale seçilmez,
sinemacı oldukları için mi?
Bir de videolarda İngilizce altyazı kullanımı düşündürdü
beni. Alt yazı kullanmak videoların özgünlüğünü nasıl etkiliyor. Çoğunu altyazı
olmadan anlamak olanaksız olduğuna göre altyazısız (yani izahatsız) videolar
dezavantajlı.
Kutluğ Ataman'ın işi çok ilgi görüyor ama Sakıp Sabancı'nın
10. Ölüm yıldönümü için sipariş edildiği bilinse bu sergiye seçilmesi paradoks
olarak değerlendirilir mi sormamak elde değil. Meriç Algün Ringborg'un
minimalist yerleştirmesi ise ana serginin karmaşasında içerdiği ev içi gizli
şiddetle ayırdediliyor. Ahmet Güneştekin'in San Marco Meydanı'nındaki Bienal
programı dışındaki sergisinin de ilgi gördüğünü belirtmeliyim.
Çağdaş sanatta öncü ülkelerle sanatta henüz emekleme çağında
olanlar birarada. Ülke pavyonlarında çok özgün işler de var, benzerini
görmüştüm ya da çok sıradan diyeceklerimiz de...
Bu yıl ilk kez kendi sabit mekanında Yer alan Türkiye
Pavyonu Sarkis'in hem Bienal konusuna uyum sağlayan hem de oldukça etkileyici
ve güçlü işi "Respiro - Nefes" ile çağdaş sanatta öncü ülkeler
arasında sayılabileceğimizi düşündürüyor.
Venedik şehrinin içinde çeşitli yerlerde 29 ülke pavyonu ve
onlarca paralel etkinlik var. Bu sergi alanlarını bulmak demek Venedik'i en
bilinmez yerlerine dek gezmek anlamına geliyor. Venedik küçük bir şehir ama
sokak sokak değil de tüm mahalleyi numaralayarak bir adres sistemi
oluşturdukları için herhangi bir adresi bulmak kolay değil. Hele numaraların
3128'den 3876'ya atlayabildiği bir düzende 3324 numaralı binayı arıyorsanız
işiniz iyice zorlaşıyor. Yine de ülke pavyonlarının çoğunu bulmayı
başardım.
Ülke pavyonlarından en zor ulaşılanı Ermenistan'ın San
Lazzaro Adasındaki pavyonu. Az sayıdaki özel seferle gidiliyor Ve ada bir
müze-ibadethane olduğu için uzun süre kalmak mümkün değil.
Eurovision benzetmesi Ödülde kayırmayı da içeriyor mu
bilmiyorum ama San Lazarro Adası'ndaki Ermeni Manastırı'ndaki Ermenistan
Pavyonu'nun ödülü hak ettiğini düşünüyorum. San Lazarro hem bir ibadethane hem
de müze ve buradaki eserlerle 18 sanatçının işleri karışınca serginin konusu
olan "Ermenilik" teması güçlü bir biçimde vurgulanmış. Sarkis'in
buradaki işlerinden birinin Türkiye Pavyonu'nundakine doğrudan gönderme yaptığı
ve iki ülke pavyonları arasında bağ oluşturduğunu söylemeliyim.
Hiç bulamadığım ülke pavyonu ise Küba oluyor. San Servolo
Adasındaki pavyonu küçücük adanın her yerini dolaşmama rağmen bulamadım. Ama
Bienal Kataloğunda varlığı bildirilmeyen Kenya pavyonuna rastladım. Kenya
Pavyonunda Çinli sanatçıların işlerinin sergilenmesi de ilginçti.
En gözden uzak ve ulaşması zor ülke pavyonu da bu adada yer
alıyordu. Suriye Arap Cumhuriyeti (herhalde Esat yönetimi) az sayıda ve savaşı
vurgulayan işlerden bir karma sergi oluşturmuştu.
İran Pavyonu şehir içinde ama görece uzak bir yerde. Merak
edildiği için olsa gerek ziyaretçisi bol. Karmaşık bir sergi ama İslami
yasakların aşıldığı, eleştirel bir dilin oluştuğu görülüyor.
Irak Pavyonu ana kanal üzerinde ve çok görünür bir yerde.
Fotoğraf ve video ağırlıklı savaşın etkilerini vurgulayan belgesel işler sergileniyor.
Cami uygulaması ile Bienalde olay yaratıp kapatılan İzlanda
Pavyonunu buluyorum. Hiçbir işaret kalmamış. Sanatsal bir iş değil bence ama
Venedik'te neden müslümanların ibadet edebileceği bir yer olmaması sorununu
provakatif ve güçlü bir dille gündeme getirmesiyle ilginç. Birçok dinin ibadet
edebildiği "özgürlüklere saygılı" bir kentte müslümanlar ibadet
edemiyor. Acaba bienalin ve sanatçıların bu yasağa tepkisi ne oldu? Ben bir işaret
göremedim, aksine olay gömülüp unutulmaya terk edilmiş gibi.
En merkezi yerde ama gizli ülke pavyonu ise
Zimbabwe'ninkiydi. Ahmet Güneştekin'in şehrin en merkezindeki, San Marco
Meydanındaki sergisine girip arka avluya geçip arkadaki binanın üçüncü katına
çıkarsanız Zimbabwe Pavyonuna ulaşıyorsunuz. Aynı binada bienal programına
dahil iki sergi ve Ekvator Pavyonu da vardı.
Bazı ülke Pavyonları ve Bedri Baykam'ın bir işinin de yer
aldığı bazı önemli sergiler Bienal bitmeden kapanmış. Bazıları ise işi iyice
gevşetmiş. Arap ülkeleri gibi Saatinden önce kapatıp giden de, Azarbeycan gibi
kafadan öğle tatili veren de var.
Sonuç olarak benim için çok farklı ve öğretici bir deneyim
oldu. Görmeyenlere öneririm.
30.09.2015
Yorumlar