Virginia Woolf büyük bir edebiyatçı olmasının yanında yaşam öyküsü ile de ilgi duyulan bir yazar. Kendi iradesiyle son verdiği 59 yıllık yaşamında bir yandan travmalarla, depresyonlarla boğuşurken diğer yandan onlarca önemli eser vermiş. Tek eşli çok sevgilili, aşklarla, dostluklarla dolu bir yaşam...
Yaşamı boyunca düzenli olarak günlük tuttuğu ve
sevdiklerine, dostlarına binlerce mektup yazdığı için hayat öyküsünün en küçük
ayrıntıları bile biliniyor, mercek altına alınıp deşiliyor, inceleniyor. Bunlardan Türkçede okuduğumuz son örnek
Christine Orban’ın “Virginia ile Vita”sı (Şubat 2016, çev. Birsen Uzma, Can
yay.). Orban romanda Virginia Woolf’un Vita Sackville-West'le yaşadığı aşkı ve
bu aşk öyküsünün ürünü olan “Orlando” romanının yazılış sürecini anlatıyor. Christine
Orban romanı Virginia Woolf'un günlüklerinden ve Vita Sackville-West'le
mektuplaşmalarından yola çıkarak kaleme almış.
“Virginia ile Vita” Virginia’nın yaşadığı derin bir
depresyondan çıkışı ile başlıyor. Baş ucunda kocası Leonard vardır. Ama
Virginia üç gün sonra buluşacağı Vita’yı düşünüp depresyondan çıktığına
sevinir. Yazar Virginia’nın depresyonunu “deliliğin pençesinde kıvranmak”
olarak anlatıyor. “Delilik” Virginia’nın ailesinde kalıtsal değil ama önünde
acı verici bir örnek var. Virginia küçük bir çocukken üvey ablası Laura artık
evde bakılamaz duruma geldiği için akıl hastanesine kapatılmış. 13
yaşındayken,1895’de annesi, 1897’de sırdaşı saydığı üvey ablası Stella, 1904’de
yazar olarak yetişmesini sağlayan, eğiten babası, 1906’da çok sevdiği erkek
kardeşi Thoby ölüyor. Ölümlerle geçen bu on yıldan sonra Virginia yıllarca
sürecek bir depresyona giriyor. Depresyondan çıkmayı başardıktan sonra da uzun ve
verimli yazarlık dönemi geliyor. “Deliliğin pençesinde kıvranmak”tan yazarak
kurtulduğu, korunduğu düşünülüyor.
Virginia’nın depresyonlarının kaynağında bu ölümlerle
birlikte hayatındaki anne sevgisi eksikliğinin ve bu eksikliğini başka insanlarla
karşılayamamasının yattığı düşünülüyor. Üvey ağabeyin cinsel tacizlerinin de
erkeklerden soğumasında etkili olduğu kanısı hakim. Önce üvey ablası Stella, o
ölünce onun yerine koyduğu kız kardeşi Vanessa ve kadınlarla dört – beş büyük
aşkın da bu nedenle yaşandığı iddia ediliyor.
Christine Orban “Virginia ile Vita”yı 1927’de başlatıyor.
Virginia Woolf 1912 yılında evlendiği Leonard Woolf ile uyumlu bir yazar
yayıncı birlikteliği içindedir. Virginia Woolf
“Deniz Feneri”ni yazmış ve kitap basılmıştır.
En kısa biyografilerinde bile eşi Leonard’la cinsel bir
ilişkisi olmadığı belirtilen Virginia’nın yaşamına küçük yaşlardan itibaren
birçok kadın girmiş. Bunların en önemlilerinden biri de Vita Sackville-West.
Karşılaştıklarında Virginia beşinci romanını yayımlatmış olsa da Vita ondan çok
daha tanınmış bir yazar. Şiir kitapları ve romanları olan Vita “Lady” ünvanlı
bir soylu, zengin bir ailenin kızı ve yaşamını dilediğince sürdüren ve cinsel
tercihlerini açıkça ifade eden özgür bir kadın. Bir anlamda Virginia Woolf için
rol model. Vita’nın kendine ait odası da, o odada rahat rahat kitaplarını yazacak
geliri ve zamanı da var.
Kocasıyla birlikte yaşadığı Monk's House'un hemen
yakınındaki 16. yüzyıldan kalma aile şatosu Knole’de hayatını sürdüren iki
çocuklu Vita Sackville-West'le büyük bir aşk yaşamaya başlarlar. Vita kimi
zaman erkek giysileri ile geziyor. Dudaklarının üzerinde bir bıyık gölgesi var.
Erkek olmayı dilediğini diplomat kocasına yazdığı mektuplarında sık sık
belirtmiş. Mina Urgan “Virginia Woolf” biyografisinde (Yapı Kredi yay.) “Bir
erkeğin gücü ile kadının zarifliğini birleştiren bir yaratık diye tanımlamış
Vita’yı. İlişkilerinde cinsiyet ayrımı yapmadığı, tek bir aşka sadık kalmadığı
anlaşılıyor. Ona tutku ve sadakatle bağlanan Virginia, Vita’nın yarı kadın yarı
erkek hallerine hayran kalsa da sadakatsizliğine de tahammül edemiyor.
Dostluğun baki kalıp ilişkiye nokta konulmasının nedeni de Vita’nın
sadakatsizliği.
Mutsuz bir sona varan bu aşk öyküsü “Orlando” romanına ilham
kaynağı olur. Virginia ün kazanmakla kalmaz günümüze kadar gelen tartışmaların
da kaynağı olan önemli bir eser vermiş olur. Virginia ile Vita’nın ilişkilerini
daha iyi anlamak için kuşkusuz “Vita Sackvılle-West Mektuplaşmaları”nı (2007,
çev Mefkure Bayatlı, Agora Kit.) da okumak gerek.
“Virginia ile Vita”yla aynı günlerde Lyndall Gordon’un “Bir
Yazarın Yaşamı” alt başlıklı “Virginia Woolf” biyografisi yayımlandı. (Aralık
2015, çev. Süha Sertabiboğlu, Alfa yay.). Lyndall Gordon T.S Elliot, Charlotte
Bronte gibi yazarların biyografileri ile tanınıyor. 478 sayfalık “Virginia
Woolf” biyografisi de yazarın yaşamı ve eserleri üzerine çalışanlar için
başvuru kaynaklarından. Lyndall Gordon’un çalışmasına öncelikle Virginia ile
Vita’nın ilişkisini nasıl ele almış diye baktım, sonra merakım kitabın tamamını
okumama neden oldu. Lyndall Gordon, Virginia Woolf’ün yaşam öyküsünü eserleri
ile koşutluklar kurarak anlatıyor. Virginia Woolf’ün babasından öğrendiği en
önemli şeylerden birinin biyograficilik olduğunu söylüyor Gordon. Virginia Woolf’ün
eserlerinin tamamının biyografik özellikler taşıdığını ve çocukluğundan
başlayarak yaşamının tüm evrelerini eserlerine yansıttığını örnekleriyle
anlatıyor. Virginia Woolf babasından farklı olarak insanların yaşamlarının
görünmeyen yanlarına bakarak yazıyor biyografileri. Bilinmeyeni, hissedileni
yazıya döküyor.
Virginia Woolf’ün aile hayatından kaynaklanan sorunlarının
yanı sıra toplum içinde kadın olarak varolma mücadelesi de vermiş. Sonuçta
kızların okula gönderilmediği bir çağda yaşıyor. Babasının ilgisi olmasa hiçbir
eğitim alamayacak. Kadın olarak varolmaya çalışmanın yanında yazarlığını kabul
ettirme mücadelesi de vermiş. Çünkü önünde Bronte’ler, Jane Austen gibi
örnekler olmasına rağmen bir kadının yazar olmasına hoş gözle bakılmıyor, engelleniyor.
“Kadın olma”, “yazar olma” mücadelelerini verirken bir de dönemin tutucu anlayışıyla
hiç hoş karşılanmayacak cinsel tercihlerini ifade etmek pek kolay olmasa
gerek.
Virginia Woolf, bedende iki ayrı cinsiyet olduğuna,
androjini’ye inanıyor. (Bu konuyu merak edenlere YÖK’ün Ulusal Tez Merkezi’nden
ulaşılabilen Sakine Uçar’ın “Orlando ve Aşık Kadınlar’da Androjini” başlıklı
yüksek lisans tezini okumalarını öneririm). Virginia Woolf zihinlerde de iki
ayrı cinsiyet varsa mutlak tatmin ve mutluluğa ulaşılması için onların
birleşmesi gerekiyor mu, diye soruyor, “Kendine Ait Bir Oda”da. “Bir kişi
erkekse beynin kadın tarafı yine de etkilidir; bir kadın da içindeki erkekle
ilişkili olmalıdır.” Yani beden gibi beyin de çift cinsiyetlidir ve beynin iki
yanını oluşturan erkek ve kadın yanlarından faydalananlar büyük sanatçılar
olur, diyor Woolf. Vita Sackville-West ilham kaynağı oluyor ve “Kendine Ait
Oda”da öne sürdüğü görüşleri “Orlando”da romanlaştırıyor.
25.02.16
Yorumlar