Sami Özbil “Eksik Bir Şey”de küçük yaşta kaybettiği
annesinin yaşam öyküsünü öğrenmek isterken geçmişi ile hesaplaşmak durumunda
kalan devrimci bir gencin Ege’de bir sahil kasabasında yaşadıklarını anlatıyor.
Sami Özbil’in kitabın künye sayfasındaki biyografisi şöyle;
“1977 yılında Aydın’ın Söke ilçesinde doğdu. Harman (2006) ve Yeraltı Suları
(2010), KopaSeke (2015) adlı şiir kitapları ile Soluk Soluğa (2008), Kan
Kurumaz (2010), Şafakta Yankılanan (2013), İsyan Ateşi (2015) ve Yüzüme Bak
(2015) adlı romanları Ceylan Yayınları tarafından, Çöl Kimseyi Sevmiyordu
(2014) adlı romanı İletişim Yayınları tarafından yayımlandı.”
Bu biyografiden neler anlıyoruz? Sami Özbil verimli bir
yazar. Şiirle başlamış, romanla devam etmiş ama şiirden kopmamış her iki türde
de ürünler vermeye devam etmiş. İlk kitabını 29 yaşında yayımlamış. 10 yılda 10
kitabı yayımlanmış. Yazmaktan başka bir işi olmayan bir şair – yazarla karşı
karşıya olduğumuzu düşünebiliriz.
Google’da aradığımızda 1996 ve 2003 yıllarında iki ayrı davada
hakkında verilen iki müebbet hapis cezası nedeniyle Kandıra F Tipi Cezaevi'nde
politik hükümlü olarak bulunduğu bilgisine ulaşıyoruz. 2013’de Füsun Erdoğan’ın
Bianet’de yazdığı “Bu Sesi Duymalısınız” başlıklı yazıdan yeni yasal
düzenlemelerle 30 yıl hapis yatması gerektiği ve yine aynı düzenleme nedeniyle 1,5
yıl boyunca tek başına hücrede kalacağını öğreniyoruz. “Sami tam bir buçuk yıl
boyunca vasisi dışında hiç kimseyle görüşmeyecek. Günde sadece bir saat
havalandırmaya çıkabilecek. Yani günün 23 saatini sekiz adımlık tek katlı bir
hücrede geçirecek” diye yazıyor Füsun Erdoğan. “O bir buçuk yıl boyunca günlük
gazete, dergi v.b yayınları alamayacak/okuyamayacak. Radyo dinleyemeyecek,
televizyon izleyemeyecek. Mektup göndermesi de, gelen mektupların verilmesi de,
haftalık 10 dakikalık telefon hakkı da yasak!” “Okuma yazma delisi” diye
tanımlanan, yayımlanmış kitaplarından çok verimli bir yazar olduğu anlaşılan
birine verilebilecek en ağır ceza bu olsa gerek.
17 Aralık 2014 tarihli bir haberde de Sami Özbil’in adil
yargılanmadığı gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yaptığı ve hukukmedeniyeti.org
adlı sitede de Anayasa Mahkemesi’nin 15.10.2014’de verdiği kararın tam metni ve
başvuruyu haklı bularak yeniden yargılanmasına karar verdiği bilgisi var. Bu
yeniden yargılamanın sonuçlanıp sonuçlanmadığı bilgisine ulaşamadım ama 9
Ağustos 2016 tarihli Etkin Haber Ajansı’nın “Gaye dahil 3 davada yeniden
yargılama başvurusu yapıldı” başlıklı haberinde “Darbecilik ve "FETÖ
örgütünün üyesi olmakla" suçlanan İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi,
devrimci Sami Özbil hakkında da müebbet hapis cezasını vermişti” deniliyor.
Haberden Sami Özbil’in halen hapiste olduğunu anlıyoruz.
Anlaşılan Sami Özbil, yaşadıklarını biyografisine yansıtırsa
okurun eserden çok yaşam öyküsü ile ilgileneceğini düşünmüş ve sadece eser
adlarını vermekle yetinmiş. Doğru bir tercih ama bilgi çağında biyografisiz
kalmak da pek mümkün değil.
2014’de Birgün Kitap Eki’nin 141. sayısındaki “Cezaevi
Edebiyatı” dosyası için “Edebiyat ve Hapishanesi” başlıklı yazıda şöyle diyor
Sami Özbil; “‘Hapishane edebiyatı’ ifadesi, bir mekan olarak ‘Hapishanelerde
üretilen edebiyat’ biçiminde ele alınırsa verimli bir tartışmaya kapı aralar.
Edebiyat her şeyden önce edebiyattır, kendi ölçüleri vardır ve herhangi bir
sıfata gerek duymaz. İç dökmelerin şiir olmadığını, ‘Hayatım roman’ diye kaleme
sarılmaların romanla sonuçlanamayacağını bilmek bile çoğu zaman işe yarar.”
“Eksik Bir Şey” adını Sami Özbil’in daha önce "Kıyıya
Vuran Dalgalar" (2012, Notabene yay.) adlı derlemede yer alan öyküsünden
almış, ama konuların farklı olduğu anlaşılıyor. Sami Özbil, "Eksik Bir
Şey" adlı öyküsünde ölümü beklerken özgürlüğüne kavuşan bir tutsağın
gelgitlerini anlatıyormuş (bkz. “Kıyıya Vuran Dalgalar, Murat Türk,
yeniozgurpolitika.org). Öyküden adını alan romanın ise farklı bir konusu var.
Doğan, devrimci bir eylemde kullanılmak üzere arabasını
arkadaşlarına vermiştir. Eylem sonrası kaçarken mecburen arabayı bırakmışlardır.
Polisin arabayı bulması halinde kendisini tutuklayabileceklerini düşünen
arkadaşları Doğan’ın bir süre ortadan kaybolmasını önerir. Doğan “unumu eledim,
eleğimi astım, benim bu işlerle ilgim kalmadı” diye düşünse de polisi
inandıramayacağına ikna olur. Bir arkadaşının evinde gizlenirken eski bir
dergide annesinin ölüm haberine rastlayınca devrimci geçmişi olduğunu bildiği
annesinin yaşam öyküsünü, nasıl öldüğünü öğrenmeye karar verir. Bu aynı zamanda
kendi geçmişini, çocukluk yıllarında neler yaşandığını da öğrenmesini
sağlayacaktır.
“Dedem istihbaratçı, amcam solcularla çatışan komando, babam
muhbir. İşte iftihar edilecek bir aile tablosu. (...) Bir annemdi hile hurdaya
bulaşmayan. O da devrim sloganları savurmanın, siyasal bir suikasta kalkışmanın
bedelini polis işkencesiyle ödemişti” diye anımsar.
Yıllardır görüşmediği babası Kariya adlı, benim Dikili’ye
benzettiğim bir Ege sahil kasabasında yaşamaktadır. Kariya’da annesinin yaşam
öyküsünü öğrenmeye çalışırken yeni insanlar tanır, yeni öyküler öğrenir.
Annesinin işkencecisi olma olasılığı olan kişilerle farklı kimlik ve hallerde
karşılaşır, gerçekte babasının kim olabileceğini öğrenir. Çocukluk aşkı olan
kuziniyle, teyzesiyle hasret giderir, annesine benzetip âşık olduğu Yeşim’in
Girit’e uzanan öyküsünde başka yaşamlara gizlenmiş acıları öğrenir. Bir yandan
da tüm sahil kasabalarında yaşanan hızlı betonlaşmaya, mafyanın, Yunan
adalarına mülteci kaçıranların faaliyetlerine, işsiz yerli gençlerin Kürtlere
yönelik öfkesinin cinayete varan eylemlere dönüşmesine şahit olur. Ama
annesinin yaşam öyküsünü tam olarak öğrenemediği gibi, babası istihbaratçı olan
bir muhbirle neden evlendiğini de öğrenemez. Aslında yaşamda her konuda olduğu
gibi bu konuda da pek ısrarcı değildir, tam olarak konuya yoğunlaşmaz.
Doğan, hataları, zaafları olan bir insandır, dört dörtlük
bir devrimci ya da tam anlamıyla dürüst bir insan portresi çıkmaz ondan. Hemen
inanmaya, kolayca aldanmaya, kendini aldatmaya, yalanlara meyillidir. Öfkesi
de, aşkı da, hesaplaşmaları da bu yapısı ile şekillenir, törpülenir.
Sami Özbil “Eksik Bir Şey”de (2016, İletişim yay.) lafı
uzatmadan, ama derdini ayrıntılara girebilecek şekilde ifade edebileceği bir
anlatım kurmuş. Yarı alaycı, ironik ama bir o kadar da gerçekçi bir bakışla
başta kahramanı Doğan olmak üzere tüm kahramanlarını iyi ve kötü yanlarını
ihmal etmeden, hata ve yanlış paylarını da gözönüne alarak anlatmış.
Yorumlar