“Bir erganun âhengi yayılmakta derinden... / Duydumsa da
zevk almadım İslav kederinden. // Zihnim bu şehirden, bu devirden çok uzakta, /
Tanbûri Cemil Bey çalıyor eski plâkta” dizelerini ilk okuduğumda gençliğin
verdiği cehaletle Yahya Kemal’in Avrupa’da yaşamasına rağmen düşünce yapısının
ve yaşam biçiminin doğulu kaldığı düşüncesine kapılmıştım. Varşova’da karlı,
hüzünlü bir havada Klasik Batı Müziği’nin güzel bir örneği yerine Tanbûri Cemil
Bey’i dinliyor ve o müzikle hem Avrupa’dan hem de yaşadığı çağdan
uzaklaşıyordu. Böylece Tanbûri Cemil Bey de eski zamanlardan kalma bir sanatçı
olarak geçmişe özlemin simgesi haline geliyordu.
Yahya Kemal’in “Kar Musikileri” şiiri 1927 tarihlidir ve başında
Varşova’da yazıldığı belirtilir. 1873 doğumlu Tanburi Cemil Bey'in ölüm tarihi
de 1916’dır. Yani şiirin yazıldığı tarihten sadece 11 yıl eskidir. Yahya Kemal
1884 doğumlu olduğuna göre Tanbûri Cemil Bey çağdaşıdır. Tanışıp görüşmüş, dost
olmuş olmaları da mümkündür. Necdet Yaşar, Yahya Kemal’in “O bir dahidir, eğer o
dahi değilse, dahi kimdir” dediğini de aktarıyor. Nâzım Hikmet’in Tanburî Cemil
Bey için yazdığı ‘‘Cemil Ölürken’’ isimli bir şiiri var. Münir Nurettin
Selçuk’un da üstada hayranlığını her zaman ifade ettiği biliniyor.
Tanburi Cemil Bey döneminin en üretken isimlerinden. İyi bir
tesadüfle fonogramın ve gramafonun yaygınlaştığı bir dönemde eserlerini icra
etmiş ve bunlar yüzlerce taş plağa kaydedilmiş. Bu denli çok kayıt yapabilmiş
olmasının da ününe, çok dinlenmesine bağlı olduğunu düşünüyorum.
Cemil Bey “Türk mûsiki tarihinin en büyük tanbur
virtüozlarından” sayılıyor, aynı zamanda “Eline aldığı herhangi bir sazı kısa
bir müddet sonra çalabilmesiyle” de ünlü. Tanbur, lavta, kemençe, ud ve viyolonseli
aynı ustalıkla çalarmış. Zaten kayıtlarında da bu çalgıları kullanmış. (bkz.
islamansiklopedisi.info). Tanburda yayı ilk defa onun kullandığı belirtiliyor. Yani
yaylı tanburun mucidi. Hacı Ârif Bey, Giriftzen Âsım Bey, Mûsâ Süreyyâ Bey, Ûdî
Nevres gibi döneminin büyük üstadlarıyla
çalmakla kalmamış Godowski ve Hegey gibi ünlü piyano virtüozları ile de
tanışmış. Kendinden sonra gelen sanatçılara örnek olmuş bir üstad. Ama
Alaturkanın uslüne de bağlı olduğu belirtiliyor. Kendine has icra biçimleri ile
Alaturka müzikle Klasik Batı Müziğini birbirine yakınlaştırmış. Yani gelenekten
yepyeni şeyler çıkartıyor. Yenilikçi, öncü bir sanatçı.
Döneminde çok tanınmış, sevilmiş. Padişahların huzurunda
çalmış, veliahtlara, sultanlara ders vermiş. Ama içine kapanık yapısı,
prensiplerine bağlılığı ve sert kişiliği ile giderek yalnızlaşmış. 43 yaşında
öldüğünde cenazesine mahalle bekçisi dahil 13 kişinin katılmış. Mezarı
Mevlanakapı'da, Merkezefendi Mezarlığı’ndadır, dense de mezar yerinin bile
bilinmediği belirtiliyor. Bu kadar gözden ve gönülden ırak dünyayı terk etmiş.
Unutulmak tozlarının ardında kaybolmuş gibi görünse de dikkatli
müzikseverler ve yazarlar onu keşfetmiş, kayıtlarını dinlemiş, hakkında
kitaplar yazmışlar. Oğlu Mesut Cemil’in ve Beşir Ayvazoğlu’nun kitapları ilk
akla gelenler. Lütfiye Aydın’ın romanı “Dehanın Sesi” de (Remzi Kitabevi) yeni
yayımlandı.
Tanburi Cemil Bey ölümünün 100. yılında hem çeştili toplantı
ve sempozyumlarla anılıyor hem de taş plağa yaptığı kayıtlar CD olarak
yayımlanıyor. Bunların en yenisi İBB Kültür AŞ’nin yayımladığı “Tanburi Cemil
Bey Hazinesi”. İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuarı Öğretim Üyesi Mehmet
Bitmez’in 35 yıllık arşiv taramaları ile derlediği taş plak kayıtları 10 CD’ye
aktarılmış. CD’lerle birlikte 72 sayfalık bir kitapçıkla Tanburi Cemil Bey’in
yaşam öyküsü ve sanatı anlatılıyor.
14.09.2016
Yorumlar