Sürekli kar yağışı, kar nedeniyle eve tıkılıp kalmamız, kesilen
elektrikler, hayatın adeta durması... Tayfun Pirselimoğlu’nun Berber’inde hakim
olan hava durumu bu. Geçtiğimiz günlerde yaşadıklarımıza çok benzer şeyler
anlatıyor Pirselimoğlu.
“Bu kış bildiğimiz kışlardan değildi; başka bir şeydi.
İnsanlar tuhaflaşmıştı; korkuyordu ve neyin neden olduğunu bir türlü
kestiremiyorlardı. Bu idraksizlik halleri; soru soramamaları, sorsalar bile
cevaplarla ilgilenmemeleri, makul olanla deliliği, doğruyla yanlışı
ayıramamaları bir fıtrat meselesi olmaktan çok bu kışla ilgiliydi. Bu kışla
birlikte bir ‘şey’ de gelmişti. Kasvet hali saldırgan bir virüsün marifetiymiş
gibi yayılıyordu.”
Sadece hava durumu ile değil siyasi atmosferle, bombalarla,
cinayetlerle de benzerlikler bulmak mümkün. Sadece daha fantastik bir hava var
bu distopik romanda. Kar sarı yağıyor. Güveler her yeri istila ediyor...
Kuşkusuz bunlarda da göndermeler bulabiliriz.
Aslında her şey çok normal görünen bir ortamda yaşanıyor.
Kahramanımız romanın adına uygun olarak babadan kalma berberlik mesleğini
sürdürmektedir. Dükkanına gelen müşteri sayısı da, geliri de azalsa da
şikayetçi değildir yaşamından. Çünkü berber görüntüsünün ardında bir kiralık
katil gizlidir. Bu iş de kendisine babadan kalmıştır. Aralıklı icra ettiği bu
meslekten çok iyi para kazanmakta, bu paraları da hiç dokunmadan bir banka
hesabında biriktirmektedir.
Berber yalnız yaşıyor. Oldukça sıradan bir hayatı var. Bir
ritüel gibi hemen her gün aynı şeyleri tekrarlıyor. Belki de bu nedenle
yıllardır flört ettiği kadınla, Meryem’le evlenmeyi düşünmüyor. Rutini başka
bir rutin bozuyor. Zaman zaman ya kalabalık bir yerlerde ya da ismini bilmediği
bir kurumda, ne iş yaptığını bilmediği, sadece kod adıyla tanıdığı birinden
küçük notlar, vesikalık resimler alıyor. Bu notlar, resimler birer iş emri. Resimdeki
kişiyi nottaki az ve öz bilgi ile buluyor, takip ediyor ve görevini yerine
getirip öldürüyor.
İşinde oldukça usta. Hemen hiç dikkat çekmeden görevini
yerine getiriyor ve normal hayatına dönüyor. Bu görev sırasında yakalansa ya da
başına bir şey gelse sonu ne olur, bilinmiyor. Sıradan bir katil gibi mi
muamele görür yoksa kendisine bu işleri veren M devreye girip kurtarır mı?
Rutinlerini bozacak bir dizi gelişme oluyor. Amiri M’nin
verdiği son görevini başarıyla yerine getiremiyor. Kuruma yaptığı ziyarette
Amiri M’nin öldüğünü öğreniyor. Yeni görevini vurmayı başaramadığı adam N veriyor.
Bu arada sevgilisi Meryem kazaya uğrayıp sakatlanıyor.
Berber’in değişen rutini ile birlikte hemen her şey hızla
değişmeye başlıyor.
Berber rutinindeki değişimi iyice belirginleştirmek ister
gibi sakatlanan sevgilisi Meryem’le evleniyor. Yıllar sonra hayatında ilk defa
birisi oluyor. Yaşadıklarında artık onu da dikkate almak, onunla birlikte
olduğunu unutmamak durumundadır. Üstelik yıllardır birlikte olduğu bu kadını
hiç tanımadığını da fark edecektir. Tıpkı sürekli gittiği banka şubesindeki
memur ya da Zeki Müren’in şoförü gibi... Artık hemen herkesin parmağında aynı
yüzüğün kopyalaları vardır ve hiç biraraya geleceğini düşünemeyeceğiniz kişiler
bir düğünde, bir cenaze töreninde biraraya gelmekte, bir partinin ilçe
merkezindeki toplantıda buluşabilmektedir. Romandaki nerdeyse herkesin
birbiriyle ilişkisi vardır ve sanki berber kahramanımızın çevresinde bir
örümcek ağı oluşturmuşlardır.
Tayfun Pirselimoğlu zaman bildirmemiş ama. Ülke Türkiye,
şehir İstanbul belli. Zaman yakın geçmiş ve yakın gelecek gibi görünüyor okur
olarak benim gözüme. Pirselimoğlu’nun anlatımında mekanlar, yerler, kullanılan
eşya daha çok 60’lı, 70’li yılları anımsatsa da yaşanan olaylar daha yakın
tarihlerden 90’lı yıllardan 2000’lerden olayları çağrıştırıyor. Bir partilinin siyasi cinayetlerle doğru
orantılı olarak yükselişinin de öyküsünü okuyoruz. Önce il başkanı, sonra parti
merkezinde görev nihayet genel başkanlık koltuğu...
Zamanı okur olarak konumlandırmamızda kuşkusuz anlatımın,
kullanılan sözcüklerin etkisi var. Pirselimoğlu kasti olarak eski sözcükler
kullandırıyor anatıcısına. Mehmet Said Aydın’ın romanla ilgili yazısında
belirttiği gibi “[H]er türlü şüpheden vareste mümtaz bir belagat”. Ama metnin
tamamı bu dille yazılmamış (bkz. “Muammalı bir Nazar: Berber”
Remzi Kitapevi Kitap Gazetesi, Kasım 2016) “Hararet”,
“ricat”, “süfli”, “haslet” gibi kelimeler yeri geldiğinde kullanılıyor. Metnin
tamamına hakim temiz Türkçeyi bozmuyor. Aksine farklı bir tad katıp zaman
konusunda düşünmemize neden oluyor.
Bir insanın birden çok işi varsa kaçınılmaz olarak biri öne
geçer toplum nezdinde. Tayfun Pirselimoğlu’nu iyi bir sinemacı olarak biliriz.
Bir çok senaryo yazdı, ödüllü filmler yönetti. Daha dikkatli izleyenler
ressamlığını, açtığı sergileri de anımsar. Yazarlığı bu niteliklerinin yanında
daha da görünür kılınmayı hak ediyor kanısındayım. İlk romanı Çöl Masalları
1996 yılında yayımlanmış. Dört roman, iki öykü, bir anı kitabı yayımlatmış. 20
yıllık bir emek söz konusu. Berber (2016, İletişim yay.) her yeni kitabında
çıtayı daha da yükseğe koyduğunu, gittikçe daha da ustalaştığını düşündürüyor.
Berber anlatımıyla, kurgusuyla, kahramanlarıyla edebi tad
alarak okunan bir roman. Suç olgusu, işlediği konular onu kara roman yapıyor.
İçerdiği kararında fantastiklik distopyalığını destekliyor. Tüm bu nitelikleri
de üzerinde düşünülmesi gereken birçok boyutu olan bir roman çıkartıyor okur
karşısına.
“Sıradan insan ne kadar sıradandır?” sorusunu sorarak
başlayabiliriz işe örneğin. Romanın kahramanı sadece bir berber değil kiralık
katil olarak bizi şaşırtıyor. Ülkenin geleceğini değiştirip karartan
cinayetlerde, bombalı eylemlerde hep “sıradan” sandığımız insanların önemli
rolleri var. İlk bakışta son derece önemsiz gibi görünen eylemlerin bile
hayatın içinde bir değeri olduğunu, bir ara sokakta öldürülen çöp toplayıcının bile
büyük siyasi sonuçlara neden olabileceğini, yaşamımızı geriye dönülmez bir
biçimde değiştireceğini düşündürüyor. 02.02.2017
Yorumlar