“Röportaj vermek” mümkün mü?



Röportajın gazetenin icadı ile birlikte ortaya çıkmış bir tür olduğu düşünülür. Gazetecilik açısından bakarsak 19. yüzyılın sonu, 20. yüzyılın başı ilk röportajların yapıldığı yıllar olarak görülür. Toplumsal değişmeler ve insanların artık kurmaca metinler değil gerçekleri okumak istemesi röportaj türünün ortaya çıkmasını sağlamıştır diye düşünülüyor.
Röportajı edebiyatın bir türü olarak düşünürseniz tarihlendirme çok daha gerilere doğru gidiyor. Homeros’un tanıklık ettiği savaşı anlatmasının röportaj tanımına ve ölçülerine uygun olduğu düşünülüyor. Bu açıdan bakarsak da Homeros ilk röportajcı, Odysseia ve İlyada’nın ilk röportajlar olduğunu söyleyebiliriz.
Herodot’un gezdiği ülkeleri ve bu ülkelerdeki kültürleri anlattığı eserleri de röportajın ilk örnekleri olarak gösteriliyor. Röportaj tanıklık etmek, tanıklığını aktarmaksa gezi yazıları oluşturuyor kökenini. Bu görüşe katılırsak ilk Türk röportajcısı da Evliya Çelebi’dir.
Aydın Engin’in yeni derlemesinin adı “Homeros’un Rüyası” (Ocak 2018, Siyah Kitap). Aydın Ağabey “Eğer İsa'dan önce 7. (belki de sekizinci, hatta dokuzuncu) yüzyılda ‘gazete’ olsaydı, döneminin en iyi, en usta gazetecisi Homeros olurdu ve özellikle röportaj dalında defalarca ‘yılın gazetecisi’ seçilirdi” diyor.
Röportajın bir gazetecilik türü mü yoksa edebiyat mı olduğu tartışma konusu. Röportaj adı üzerinde gerçekleri aktarma işi. Ama gerçekler göründüğü gibi birebir anlatılmıyor. Öyle yapıldığında ortaya çıkan haber oluyor. Röportajcının bakış açısı, gözlemleri, yorumları hatta üslubu işin içine karışıyor. Aynı olayı ya da yeri farklı yazarların farklı anlattığını biliyoruz. Yazarın ağır bastığı, biçimin anlatım kadar önemsendiği bir yazı türü de ister istemez edebidir. Bu noktada en önemli karşı tez edebiyatın esasının kurmaca olması ama röportajın tamamen gerçeklere dayanması gerektiği. Gerçekçi edebiyatı düşünürsek bu tez de pek sağlam olarak ayaklarını yere basmıyor.
Dünyanın ve Türkiye’nin en önemli röportajcılarını düşünelim. Ernest Hemingway, Sait Faik, Yaşar Kemal, Dursun Akçam, Erol Toy, Kerim Korcan... Eserlerinde röportaj havası hissedilen yazarların sayısı daha da çok. Balzac, Dickens, Emile Zola bile listeye konuyor. Daha yakınlara gelirsek Jack London, Sinclair Lewis, Faulkner, Truman Capote, Dos Passos, bizden Mahmut Makal...
Gazeteciler röportajı gazeteciliğe doğru çekmeye çalışıyor, edebiyatçılar edebiyata. Kitabın girişindeki hem Aydın Engin’in hem de iletişimci Kayıhan Güven’in ayrıntılı yazıları bunu düşündürüyor. Aydın Ağabey özünde kendini gazeteci hissettiğinden olsa gerek kitabın altbaşlığı “Edebiyatın Kapı Komşusu Röportaj” olmuş. Röportajı edebiyatın bir türü olarak kabul etmeye gönlü razı olmamış. Bence türlerarası bir yazım biçimi röportaj.
Aydın Engin “Homeros’un Rüyası”nda Türkiye ve Dünya’dan röportaj örneklerini derlemiş. Sadece iyileri değil kötü örnek olacak röportajları da. Bu örneklerin sonunda da seçme biçimini, o röportajın kitapta yer alma nedenini açıklamış. Bir Türkçe gazetede yayımlanan ilk röportaj da var, röportaj sanılan söyleşi de. Çünkü özellikle söyleşi ve beyanatlar da yanlış olarak röportaj diye tanımlanıyor.
Aydın Engin son yıllarda yaygınlaşan “röportaj vermek” deyimini de eleştiriyor. Çünkü röportaj verilmez, yapılır. Röportajı gazeteci ya da yazar yapar. Röportajın konusu bir insan olabileceği gibi bir olay ya da yer, hatta koku bile olabilir. Bir dağın röportaj verdiğini düşünebiliyor musunuz?
“Homeros’un Rüyası” iyi bir derleme olarak tüm okurlara seslenirken özellikle iletişim öğrencileri için önemli bir başvuru kaynağı hatta ders kitabı olacak nitelikte değerli bir çalışma. 07.02.2018   

Yorumlar