Sevgiliniz bir ağaç olsa…

İsmail Güzelsoy, romanlarında masalla gerçeği, efsaneyle öyküyü birbirine katar. Gündelik hayatta yaşananların içindeki fantastik yönleri, fantastik görünenin içindeki gerçekliği vurgular. Bu özelliği romanlarının masalsı bir nitelik kazanmasını sağlarken İsmail Güzelsoy’a has bir anlatı kurulmasını da sağlar. Çünkü o her şeyi son derece normalmiş, sıradanmış gibi anlatır. Modern bir romandaki gerçekçi bir anlatımla karşı karşıya olduğunuz izlenimi edinirsiniz ilk sayfalarda. Sayfalar ilerledikçe gerçekçi anlatımın içinde masalsılık artar, fantastik ağır basar araya düşler girer ama hiçbir zaman başlangıçtaki üslubunu bozmaz, anlatının gerçekçiliğini korur.
Güzelsoy’un masalsı bir aşkı anlattığı yeni romanı Öksüz Ağaçların Çobanı (Mart 2019, Doğan Kitap) da bu yapıda. Anlatı günümüzden geleceğe doğru akan bir zamanda gelişiyor. Bu özelliği de bir yenilik olarak kaydedebiliriz. Aynı zamanda bu nitelik romana distopik bir yan da katmış.  
“Sana iki kayboluşun masalını anlatacağım şimdi. Bir de yürüyen bir ağacı...” diye başlıyor anlatmaya Güzelsoy. Sevdiğiyle evlenebilmek için bir ağacı yürütüp getirmesinin anlatıldığı Mırmıri’nin masalı anlatının anahtarlarından.
Büyükada’da güzel bir aşk öyküsü olarak başlıyor roman. 97 gün süren birliktelik, 17 yıl üç ay beş gün süren ayrılık ve kısacık bir kavuşmanın ardından çok uzun süren bir arayışın öyküsünü anlatıyor Güzelsoy.  
Meryem bir peri kızı gibi, masalsı yanları ağır basıyor. Onun ağaçlarla kurduğu ilişki, sonunda doğadan bir parçaya da dönüşeceğini de düşündürüyor. Kayboluşunu da masaldaki gibi ağaca dönüşmesine yorabiliriz. Bu dönüşümde tek eksiği kendisine yeterince inanmayan sevgilisinin de bu dönüşümü yaşayamaması.  
Kitabın arka kapağında iki büyük aşk efsanesine vurgu yapılmış; Ferhat ile Şirin ve Orpheus ile Eurydike’ye. Ama Orpheus’un öyküsü daha ağır basıyor. Evet, kahramanımız sevgilisine ulaşabilmek için kayaları deliyor ama bunu yeraltında yapıyor. Bilindiği gibi Orpheus sevgilisi Eurydike’yi bulmak için yeraltına, ölüler ülkesine iner. Kahramanımız da onun gibi yeraltına iner ve uzun bir tünel kazarak sevdiğine ulaşmaya çalışır. Romanda bu efsaneye çeşitli biçimlerde göndermelerde bulunulduğunu da görüyoruz.
 “Tutkuyla konuşan bazı insanların gözleri, bu dünyaya değil de anlattıkları uzaklıklara bakar” cümlesinin altını çizmişim. Romanda bazen uzayıp sarktığını düşündüğümüz, uzun ama keyifli diyaloglar var. Anlatıcının Meryem’le ve emekli hayat kadını Hayat’la diyalogları özellikle dikkati çekici. Yalanla gerçek, doğru ile yalan arasındaki seçimlerimizin ya da kabullerimizin yaşamlarımızı nasıl etkileyip biçimlendirdiğini bu diyaloglarda tartıştığı gibi olay örgüsüne, kahramanımızın arayışına da katkıda bulunuyor.
Öksüz Ağaçların Çobanı’nın distopik bir yanı olduğunu söylemiştim. Roman boyunca boyutlanan ağaç vurgusu ekolojik bir distopya okuduğumuzu düşündürebilir. Bir yanıyla da öyle ama ağaç güncel bir gönderme için de kullanılıyor aynı zamanda. Ortaya da siyasi bir distopya çıkıyor. Romanın kahramanı 17 yıl üç ay beş gündür aradığı sevdiğine Gezi Olayları’na benzer bir ortamda rastlıyor. Yıllar sonra sanki Gezi Olayları’nın tıpa tıp bir benzeri tekrar yaşanıyor. Meryem ünlü Der Spiegel dergisinin foto muhabiri olarak görev yapmaktadır ve bu olayları izlemek için yıllardır yaşadığı Almanya’dan gelmiştir. Sevgilisini aramaktan başka aklında bir şey olmayan anlatıcımız geçmiş yıllarda yaşanan Gezi Olayları’na olduğu gibi bu olaylara da dışarıdan bakar ama yaşananlar iki sevgiliyi olayların tam ortasına düşürür.
Öksüz Ağaçların Çobanı İsmail Güzelsoy’un “önceki eserlerine göndermeleri olan, farklı okumalara olanak tanıyan, çok katmanlı roman”. Efsanelerle bağ kurup efsaneleşen bir aşk öyküsü ama aynı zamanda da güncel göndermeleri olan siyasi bir distopya. 15.03.2019

Yorumlar