Türlerarası kurulan ilişkiler, yeni
denemeler, arayışlar her zaman ilgimi çekmiştir. Edebiyatta yenilenmenin,
değişimin onlarla geleceğini umarım. Yeni türler, yeni anlatım yolları
bulunacağını düşünürüm. Ama bu tür denemelerden genellikle pek başarılı
örnekler ortaya çıkmaz. Çoğunlukla bir heves olarak kalırlar. Bir – iki
denemeden sonra da yazarlar türlerarası arayışlardan vazgeçer bir türde karar
kılarlar.
Türkçede bazı terimlere güzel
karşılıklar bulamıyoruz ya da benim hoşuma gitmiyor bulunan karşılıklar. “Kurmacadışı”
da bu tür terimlerden. “Nonfiction”a karşılık olarak bulunmuş. Gerçi
“nonfiction” da pek hoş bir terim değil. Bir türü onun karşıtından yola çıkarak
adlandırıyorlar. Aslında “kurmaca” da bence sorunlu bir adlandırma. “Olmadığı
hâlde varmış gibi tasarlanmış, kurgulanmış” diye tanımlamış TDK Güncel Sözlük.
Kurmaca’ya karşılık kurgu var. Ondan da montaj’a gidiyoruz. Bir de anlatı var,
sanırım o da “story”e karşılık olarak bulunmuş. “Story” roman, öykü gibi
türleri kapsayan genel bir terim İngilizce’de. Bizim öykü dediğimize “short story” yani kısa
öykü diyorlar. Bu dil tartışması açmakta fayda olabilir ama konumuz o değil.
Kurmaca ile kurmacadışı türleri arasında
kurulan türlerarası ilişkiden söz etmek istiyorum, daha doğrusu onların
birleşimden oluşan ve okur olarak kolayca adlandırılamayan kitaplardan. Belki
de bu zorluktan dolayı editörlerin “roman” diye adlandırdıkları kitaplardan.. Kuşkusuz Alain de Botton gibi daha eski
örnekleri var ama en tipik örnek olarak hemen aklıma Elif Batuman’ın Ecinniler’i geliyor. Sanki bu kitaptan
sonra bu tip kitapların sayısı arttı. En azından Türkçede daha çok okumaya
başladık onları.
Elif Batuman’ın kitabı şöyle
tanıtılıyor; “Ecinniler’de,
özyaşamöyküsü, gezi günlüğü, deneme, eleştiri ve inceleme formlarını incelikle
iç içe geçirerek, Türkiye, Amerika, Rusya ve Özbekistan’da “Rusça kitaplar ve
onları okuyanlar”la yaşadığı maceraları anlatıyor.”
Elif Batuman, ABD doğumlu, İngilizce
yazan bir akademisyen. Ecinniler ilk
kitabı. İyi bir yayınevinden yayımlanmış ve Amerika’da “2010’un En İyi
Kitapları” listelerinde yer almış.
Kitap Türkçede çıktığında yazmıştım;
Elif Batuman, Ecinniler’de
Dostoyevski, Puşkin, Tolstoy, Çehov, Ahmatova, Gogol, Babel gibi Rus
edebiyatının önemli yazarlarından ve eserlerinden söz ediyor. Ama bunu yaparken
önsözden itibaren işin içine kendini koyuyor. Rus edebiyatıyla ilgili bilgileri
Batuman’ın yaşam öyküsü ile birlikte okuyoruz. Üniversite hayatı, arkadaşları,
aşkları, ailesi ile ilişkileri işin içine karışıyor. Araştırmacı ruhu
üniversite bursları ile desteklenince de dilbilgisini geliştirmek, araştırmalar
yapmak gibi gerekçelerle Rusya’ya seyahatler yapmak olanağı bulmasının yanında
yolu Özbekistan’a da düşüyor.
Batuman, kurmaca ile kurmacadışını
ustaca birbirine karmış belki de hayatında Rus Edebiyatı hakkında yazılmış bir
makaleyi hiç okumayacak okurlara ilginç bilgiler aktarmıştı.
Kendisiyle rahatça dalga geçebilen
kuvvetli bir mizah duygusu var Batuman’ın ve anlatımında mizahi yön ağır
basıyor. Bu özellikleriyle de yazdıklarını keyif ve merakla okutuyor. Anlatımın
ve anlatılanların kolayca benimsenmesinde kuşkusuz birinci tekil anlatımın
önemli bir etkisi var. Kitabın yazarı ile anlatıcısı aynı kişi. Bu tür kitapların
hemen hepsinde bu anlatım biçimini gördüğümüzü de eklemeliyim.
Kütüphaneler için de, kitapçılar için de
böyle türlerarası kitapları kategorilendirmek zor olmalı. Hangi rafa
koyacaksınız? Amazon.com Ecinniler’in
İngilizce orijinalini “Books
> Literature & Fiction
> History & Criticism
> Regional & Cultural
> Russian” diye kategorilendirmiş. Kısaca Rusya ile ilgili
bir edebiyat eleştirisi diye anlayabiliriz bu kategorilendirmeyi. Kitapyurdu.com “Kitap » Edebiyat » İnceleme” diye
kategorilendirmiş yani kitabın “kurgu” yanını dikkate almamış. İdefix.com da
aynı fikirde “Edebiyat/Edebiyat
İnceleme” diye sınıflamış kitabı.
Geoff Dyer’in Bir Hışımla’sı da benzer nitelikte bir kitap. Kurmaca biraz daha
ağır basıyor Batuman’a göre. “D.H.Lawrence’ın Gölgesinde” altbaşlığını taşıyan
Geoff Dyer’in Bir Hışımla’sı (Nisan
2015, çev. Seda Ersavcı, Everest yay.) D.H.Lawrence hakkında bir inceleme
yazmaya karar veren bir yazarın bu incelemeyi yazamamasının öyküsünü anlatıyor.
Kitabın kahramanı D.H.Lawrence’ın
yaşadığı ya da eserlerine konu ettiği yerlerin izini sürüyor, o mekânlardan
izlenimlerini yazıya geçiriyor. Bir yandan da bu vesile ile günümüz orta sınıf
insanının yaşam biçimlerini, aile düzenini, aşkları, dostlukları tartışmaya
açıyor. Yaşamı belirleyen temel kavramları sorguluyor. Kahramanın sevgilisiyle
kurduğu ilişki, onun üzerinden gelişen konu ise iyi bir kurmaca yazarı ile
karşı karşıya olduğumuzu düşündürüyor. Daha sonra Türkçede yayımlanan Venedik'te Aşk Varanasi'de Ölüm de zaten
başarılı bir anlatı.
Geoff Dyer’in Bir Hışımla’sı Türkçe baskısında “otobiyografik roman” olarak
sunulmuş. Amazon.com İngilizce orijinali
“Literature
& Fiction > History & Criticism
> Regional & Cultural
> European” diye kategorilendirmiş kısaca Avrupa ile ilgili
bir edebiyat eleştirisi diye anlayabiliriz bu kategorilendirmeyi. Ama ikinci
kategorilendirmede “Biographies
& Memoirs > Arts & Literature > Authors” deniyor. Edebiyatçı anıları, biyografisi diye anlıyorum. Kurguya
ilişkin bir yönlendirme yok. İdefix.com kitabın Türkçesinin yayıncısının
tanımlamasına uymuş “Edebiyat/Anlatı” diye kategorilendirmiş. Kitapyurdu.com da Amazon gibi çifte kategorilendirmeye
gitmiş “Edebiyat » İnceleme” ve “Edebiyat » Anlatı” diye
sınıflandırmış kitabı.
Hem Batuman’ın hem de Dyer’in kitapları
için yapılan sınıflandırmalardaki kararsızlık yazarlarının hedefledikleri amaca
ulaştıklarının birer delili gibi; türlerarası eserler veriyorlar. Hem bir kurmaca
hem de kurmacadışı olarak okuyabileceğiniz kitaplar yazıyorlar. Ama esas kaynak
kurmacadışı, yani inceleme – araştırmaya dayanan kitaplar yazıyorlar, somut
bilgiden yola çıkıyorlar.
Geçen yılın, 2018’in Türkçede en
beğenilen çevirilerinden biri bu tür kitaplardan yeni bir örnekti; Lauren
Elkin’in Flanöz’ü. Flanöz’ün altbaşlığı Şehirde Yürüyen Kadınlar, Paris, New York,
Tokyo, Viyana ve Londra. Kitabın adının açımlanması da diyebiliriz bu
altbaşlığa. Hem başlığın anlamını açıklıyor, hem de olayın nerelerde geçtiğini
bildiriyor.
Lauren Elkin’in Flanöz’ü de Batuman ve Dyer’in örneklerinde olduğu gibi melez bir
çalışma, kurmaca ve kurmacadışını birarada sunuyor. Birinci tekil anlatım.
Yazar kitabın anlatıcı kahramanı. Sosyoloji, edebiyat ve kadın çalışmaları
açısından önemli bir konuya yoğunlaşıyor. Kadının tek başına amaçsızca sokakta
yürümesinin tarihinin pek de eski olmadığını edebiyattan örneklerle anlatıyor.
Edebiyatı kadın çalışmaları için malzeme olarak kullandığını söyleyebiliriz.
Yine aynı kitapta Lauren Elkin de, Paris,
New York, Tokyo, Viyana ve Londra’da yaşamış bir kadın olarak, hem oralarda
yaşadıklarını hem de kendi flanözlük deneyimini kurmaca biçiminde anlatıyor.
Kurmaca bölümler diğer birçok örnekte olduğu gibi anılar ve özyaşamöyküsel
anlatı ile gezi yazısı/anısı arasında ilişki kurarak gelişiyor. Özyaşamöyküsel
anlatı diyorum, çünkü yazar anlatıcı konumunda ama kendi ile ilgili
anlattıklarının ne kadarı kurmaca ne kadarı kendi yaşamından anılar, net değil.
Flanöz’ün kurmaca bölümleri yapılan çalışmanın
değerini nasıl etkiliyor, diye düşünmemek elde değil. Kitap bu melez niteliği
nedeniyle bilimsel çevrelerin dikkatinden kaçabilir mi? Mümkün. Oysa önemli bir
araştırma söz konusu. Lauren Elkin
metinde dipnotlar vermekten kaçınmamış, kitabın sonunda da geniş bir kaynakça
var. Sanki araştırmaları daha çok okutmak, akademik çevrelerin dışına da çıkmak
için böyle davranılıyor. Bir pazarlama taktiği gibi.
Bu melez türdeki örnekleri
çoğaltabiliriz. Yine geçen yıl yayımlanan Patrick Deville’nin “roman” olarak
sunulan Viva’sı da Flanöz’le aynı
yapıda. 1937’de Troçki sürgün olarak Meksika’ya geldiğinde, Yanardağ romanının yazarı Malcolm Lovry
de oradaymış. Patrick Deville, Troçki’nin Meksika’da yaşadıklarını anlatıp
orada ilişki kurduğu Frida Kahlo, Diego Rivera gibi isimlerin yaşam öykülerine
de yönelirken bir yandan da Malcolm Lowry’ye de odaklanıyor. Onunla da
yetinmeyip Dünya edebiyatının en gizemli isimlerinden B. Traven’in de aynı
zamanlarda Meksika’da olduğunu dikkate alarak kitaba onu da katıyor.
Enrique Vila-Matas ise
bilgiyi romanın, anlatının içine iyice yediren yazarlardan. Yazdıklarına bir
anlamda edebiyat içi romanlar diyebiliriz. Yazar ya da editör kahramanları bir
yandan merak unsurunu ihmal etmeyen bir öyküyü aktarırken bu öykü mutlaka bir
yanıyla edebiyatla ya da sanatla bağ kuruyor. Edebiyat eserlerinden alıntılar,
diğer yazarlara göndermelerle metin zenginleşiyor. Türkçede son yayımlanan
eseri Portatif Edebiyatın Kısaltılmış Tarihi’nin tanıtımına
da yansıyan yazar ve sanatçıların bazıları şöyle: “Marcel
Duchamp, Tristan Tzara, Aleister Crowley, Scott Fitzgerald, Walter Benjamin,
Federico García Lorca, Man Ray, Berta Bocado, Maurice Blanchot, Francis
Picabia, Georgia O’Keeffe…”
Enrique Vila-Matas’ta yakası
açılmadık bilgiler kadar yorum da var. Bir anlamda sanat tarihini, edebiyat
tarihini romanlar aracılığıyla anlatıp yorumluyor, kendi bakış açısını koyuyor
diyebiliriz.
Enrique Vila-Matas,
özellikle İspanyol Edebiyatında yeni bir türün, melez roman’ın öncüsü sayılabilir sanırım. Eduardo Berti, Valeira
Luiselli gibi isimleri onunla birlikte anabiliriz.
Günümüz Türk edebiyatına
baktığımızda edebiyat araştırması ile anlatıyı birbirine katan çalışmalara
rastlamıyoruz. Benim son yıllarda okuduğum romanlar arasında sadece Selçuk
Altun’un Ardıç Ağacının Altında’sı
var. Romanda kurmaca yaşam öyküleri kadar birer ansiklopedi maddesi gibi
yazılmış gerçek yaşam öyküleri de var. Hatta bazılarının fotoğrafları da yer
alıyor. Carl Tobey, Rasputin, Feliks Yusupov, Peter Watson, Erje Ayden, James
Redhouse, Arif Keskiner...
Edebiyat aracılığıyla bilgi
vermek, paylaşmak yeni bir şey değil. Türk romanının babası Ahmet Mithat’ın en
çok eleştirilen yönü bu değil miydi? Onun olayların arasına kattığı
ansiklopedik bilgi “halk eğitimciliği” diye alaycı bir şekilde nitelenip
küçümseniyordu. Ahmet Mithat’ta eleştirdiğimiz şeyi günümüz romancısı
yaptığında neden beğeni ile karşılıyoruz? Yeni sandığımız için mi?
Aynı şekilde Ahmet Mithat’ın
anlatımı kesip okur ile diyalog kurması da onun “Hâce-i Evvel” yani ilk
öğretmenlik haline yorulur. Aynı eserleri günümüzde yazsaydı “postmodern” demez
miydik? Derdik. Bazı eserlerin ne zaman, hangi koşullarda yazıldığı değer
kazanmasını ya da küçümsenmesini belirliyor kuşkusuz. Ama hangi çağda olursa
olsun okurun romandan bilgi almayı sevdiği kesin. Döneminde Ahmet Mithat’ın çok
okunan bir yazar olmasında bu özelliğinin etkisi yadsınamaz sanıyorum.
Günümüz bestseller
(çoksatar) yazarları da bu durumun farkında. Dan Brown’ın başarısının temelinde
romanın olay akışını bozma bahasına kitaplarını konuyla ilgili ayrıntılı
bilgilerle doldurmasının payı büyüktür. Günümüzde yerli ve yabancı birçok
çoksatar yazarı bu yöntemi uyguluyor. Özellikle tarih okumalarından edindikleri
bilgileri kitaplarına aktarıyorlar. Bu aktarma işinde ihmal ettikleri şey ise
kaynaklarını bildirmemek. Alıntı intihale dönüşüveriyor.
(Kitap-lık, Mart-Nisan 2019)
KAYNAKLAR:
Batuman Elif, The Possessed: Adventures with
Russian Books and the People Who Read Them, New York, Farrar, Straus and Giroux, 2010.
Batuman Elif, Ecinniler Rusça Kitaplar ve Onları
Okuyanlarla Maceralar, çev. Sabri Gürses, İstanbul, Doğan Kitap, 2011
Yorumlar