Psikoloji
açısından doğru bir tanımlama mı bilmiyorum ama böyle tiplere asosyal diyoruz. İnsanın dış dünyadan kendisini tamamen soyutlaması ve
içine kapanması, diye tanımlanıyor. Behçet Çelik’in yeni romanı Belleğin
Girdapları’nın anlatıcı kahramanı böyle biri.
Hemen
hiç arkadaşı yok, en yakın arkadaşı gideli yıllar olmuş, sevgilisi terk etmiş. Aileden,
anne babadan hiç söz etmiyor. İşiyle evi arasında bir yaşamı var. Mümkün
olduğunca az kişiyle ilişki kuruyor. Ama bu durum bile ona yetmiyor. İşten,
evden, geriye kalmış çok az ilişkiden de kurtulmak, kendiyle kalmak istiyor.
Bir
tesadüf eseri de bu kaçmayı kolaylaştıracak bir fırsat çıkıyor karşısına. Uzun
zamandır görmediği bir arkadaşına rastlıyor. Arkadaşı, dayısının evini kiraya
vermeye uğraşmaktadır. Ev şehrin oldukça dışındaki bir mahallededir. Bu nedenle
de kimse kiralamak istememektedir.
Kahramanımız
bu karşılaşmayı bir fırsat olarak görür. İşinden ayrılır. Serpmetepe diye
adlandıracağı bu mahalleye taşınır. Gidişini de sadece kendisini çoktan terk
etmiş sevgilisi Eylül’e bildirir. Başka haber vereceği kimsesi de yoktur zaten.
Şehrin
oldukça dışındaki o uzak mahallede, iki katlı bir evin giriş katında,
olabildiğince az kişiyle, hatta hiç kimseyle ilişki kurmadan, çoğu gün bir tek
kelime bile etmeden yaşamaya başlar. Niyeti bu kesin yalnızlıkta anılarını
kaleme almaktır. Bu amaçla defter, kalem satın alır. Geçmişi düşünmeye,
anımsamaya başlar. Özellikle özlediği iki kişi vardır. Biri üniversite
yıllarından sevgilisi Nuray, diğeri en yakın ve tek dostu Serhat. İkisi de
zaman içinde hayatından çıkmışlardır.
Onlarla
geçen yıllarını hayatının altın çağları olarak anımsar. O yıllar aynı zamanda
en sosyal olduğu zamanlardır. Üniversite öğrenciliğinin yarattığı ortamda
arkadaş çevrelerine girer. Siyasi çalışmalara katılır, bol bol okur,
okuduklarını arkadaşları ile kendi fikriymişçesine paylaşır, tartışır. Ama
zamanla bu manik dönemler azalmaya kahramanımız gittikçe daha çok içine
kapanmaya başlar. Diyalog kurulamaz hale gelir. Nadiren de olsa duygu patlaması
şeklinde yaşadığı monologlar, gereksiz tartışmalar dışında pek konuşmaz. Bunlar
da çokluk arkadaş çevreleri ile gidilen içkili toplantılarda yaşanır.
Sevgilileri bu durumundan rahatsız olur, ilişkiler yürümez. Sonunda hep terk
edilen kahramanımız olur. O da bu duruma pek şaşırmaz.
Anılarını
yazmak ister ama başarılı olamaz. Her girişimi birkaç cümleden,
çiziktirmelerden öteye gidemez. Kitaba adını veren belleğin girdaplarında
kaybolmaya başlar. Hiçbir şeyi tam olarak anımsayamadığını fark eder.
Ayrıntılarda, olayların gelişiminde hep kuşkuları vardır.
Toplumdan,
arkadaşlardan, sevdiklerinden kaçmak, kendiyle başbaşa kalmak istediğini
düşünse de bir süre sonra aslında kaçması gerekenin kendisi olduğunu düşünmeye
başlarız.
Bu
ilişkiler ağını oluşturan şehrin en uzak, ücra noktasına gelmiştir ama orada da
insanlar vardır ve kaçınılmaz olarak ilişkiler kurulması gerekir.
Zaten
hep ikircikli bir hali vardır. Bir yandan kaçmak, kendini insanlardan tamamen
soyutlamak isterken diğer yandan bunun yanlış olduğunu, asgari düzeyde de olsa
ilişkiler kurması, insanlarla birkaç cümle etmesi gerektiğini düşünür. Üst
kattaki komşunun kızı, defter aldığı kırtasiyeci, uzun yürüyüşlerinde uğradığı
kahvenin sakinleri ilgi alanına girer. Onlarla diyaloglar kurar, sonra bu
diyalogları kurduğuna pişman olur. Diğer yandan da bu gözden ırak mahallede tek
başınalığıyla göze batacağını düşünür. Bu durumu önlemek, mahalleliye kendini
sevdirmek, en azından kabul ettirmek ister. Bu tavrı da sonun
başlangıcıdır.
Yorumlar