“Cümle mahlukat varma telaşındaydı bir yerlere...”

‘Varamayan’ Ahmet Büke’nin sekizinci öykü kitabı. Ayrıca ilk gençlik çağına anlatılar ve çocuk kitapları da var. İlk öykü kitabı ‘İzmir Postası’nın Adamları’ 2004’de yayımlanmış.
Ahmet Büke ilk kitabından beri izlediğim, hakkında yazdığım yazarlardan. Aramayı, denemeyi, yenilikler yapmayı sevdiği için hep ilgimi çekti, takipçisi oldum. İzmirli bir yazar olarak İzmir’den hikayeler yazdı. Kenarda, kıyıda kalmış, itilmiş insanların, sıradan, önemsiz sayılabilecek hikayelerini anlattı. Gerçekçi bir anlayışı vardı, bunu korudu ama hikayeciliğini geliştirmeyi ihmal etmedi. Dil ve üslûp arayışları dikkati çekti. “Sert gerçekçi” bir yazar olarak da niteleyebiliriz. Görülmek, anlatılmak, bildirilmek istenmeyenleri araştırmayı, deşmeyi, anlatmayı seviyor. Toplumcu görüşteki insanların başlarına gelenler, onlara yaşatılanlar özellikle ilgi alanında. 
‘Varamayan’ 30 sayfalık bir uzun öykü ile başlıyor. Ahmet Büke, kitaplarını bir uzun öyküyle başlatmayı seviyor. Bir anlamda o öykü kitabın çatısı, ana imgesinin, temasının da bildirildiği anlatı oluyor.
Ahmet Büke esas olarak İzmir’i yazsa da Manisa Gördes’li. Sanıyorum son zamanlarda kökenlerine daha çok ilgi duymaya başladı. Sosyal medya paylaşımlarından memleketiyle, memleketinin özellikle yakın tarihiyle ilgilendiğini, kültürel kazılar yaptığını anlıyoruz. Bu ilginin neticelerinden biri olarak düşünüyorum ‘Varamayan’ı. Ege’nin içlerine doğru uzanmış.
İyi bir öykücü olarak anlattığı konunun yeniliği ya da ilginçliğiyle yetinmediğini, dilde, anlatımda, kısacası biçimde de arayışları olduğunu söylemiştim. Bu kitapta bu arayışın klasik hikaye anlatıcılığına doğru bir dönüş yaptığı izlenimi edindim. İlk öykü ‘Varamayan Ahmet’ bu dönüşün tipik örneği.
Bir askerlik öyküsü ‘Varamayan Ahmet’. Öyküye de adını veren Ahmet “kâğıt üzerinde piyade”. Aslında sağlık sorunu nedeniyle askerlik yapmaması gereken bir kişi. “Ben Yonus’un ayvazı, Ahmet’in anasıyım” diye kendini tanıtan annesi oğlunu “Ziyanı olmaz kimseye. Pehlivan gibidir maşallah. Bir kusurcuğu vardır. Aklı kıttır” diye tanıtıyor.
Oğlunun aslında askerlik yapamayacağını biliyor ama “Kahveye bile adamdan sayıp almazlar. Kırlık yerde asker botu bağlamayanın işi zordur” diyerek getirmiş kıtasına teslim etmiş.
Başçavuşa emanet edilen Borlulu Ahmet’in çocukluk yıllarını, aklının nasıl kıt hale geldiği, ardından askerlik macerasını okuyoruz öncelikle ama asıl öykü askerden terhis olup memlekete doğru yola çıkması ile yaşanmaya başlıyor. Çünkü Ahmet’in belleği çok zayıf ve ancak an’ı yaşıyor, eskiyi doğru dürüst anımsamıyor. Kendi memleketine, Borlu’ya gitmesi de o nedenle önemli bir mesele. Hele eşlik etmesi için yanına verilen arkadaşı bir bahaneyle onu yolda yalnız bırakırsa.
Ahmet bir türlü memleketine, anacığına varamıyor. Ahmet Büke, adaşının varamama öyküsünü klasik bir öyküye uygun bir biçimde anlatırken coğrafyayı olabildiğince belirginleştirmekle kalmamış, yaptığım küçük alıntıda görüleceği gibi dozunda bir kullanımla yörenin dilini, deyimlerini de yansıtmış öyküsüne.
Aslında Ahmet Büke, öyküye giriş yapmayı sevmez, o bölümü atlayıp gelişme bölümünden anlatmaya başlar. Varmayan’ın ikinci bölümünde bu tip kısa ya da kısacık 11 öykü var. Ahmet Büke’nin tarzında diyebileceğimiz öyküler. İnsanını doğayla, hayvanlarla ilişkilerini anlatan ve Ege’nin içlerinden İzmir’e doğru yaklaşan öyküler…  Tek cümlelik paragraflar, kısacık diyaloglarla gelişen bir anlatım. Zaten kitap da 87 sayfa. Bir solukta bitiyor. Tadımlık da diyebiliriz. Tadı damağımda kaldı.  (11.10.2019, Hürriyet Kitap - Sanat).             

Yorumlar