Ses
envanterleri oluşturan bir belgeci ve bir belgeselciden oluşan çift,
çocuklarını da yanlarına alarak New York’tan Meksika sınırına doğru seyahate
çıkar. Kadın, sınırı geçtikten sonra başlarına ne geldiği belli olmayan iki
kayıp göçmen kızın peşindedir. Bu küçük kızlar Meksika ve Latin Amerika
ülkelerinden kaçmış, ABD’de kaçak yaşayan göçmen anne babalarının peşinden
ülkeye giriş yapmaya çalışırken yakalanan on binlerce çocuktan ikisidir. Adam
ise ABD’nin son özgür yerlileri olan Apaçilerin bir zamanlar yaşadığı topraklardaki
yankıları kaydetmek, envanterini yapmak istemektedir. Onların ruhlarının bu
topraklarda halen gezindiği, kaydedeceği yankılarda o seslerin de duyulacağı
inancındadır.
Aynı
zamanda ailenin parçalanış yolculuğudur bu. 4 yıldır birlikte gerçekleştirilen
bir projeden sonra artık ortak noktaları kalmadığını, eski ilişkilerinden doğan
çocuklarını alıp farklı yollara gideceklerini hissetmektedir kadın. Adam on
yaşındaki oğlunu alıp Apaçilerin peşine düşecek ve onların seslerini arşivleyip
belgeleyecek, kadın beş yaşındaki kızıyla iki kayıp göçmen kızı ararken ABD
sınırında yakalanan on binlerce çocuk ve akıbetleri hakkında hazırladığı
belgeseli tamamlayacaktır.
Valeria
Luiselli, Türkçede okuduğumuz iki romanında aramayı, denemeyi seven bir yazar
olarak dikkatimi çekmişti. Kurmaca ile kurmacadışı metinler arasında ilişkiler
kuran, anlatısını diğer kitaplarla görünür ve görünmez bağlarla geliştiren,
kurduğu zekice oyunlarla okuru şaşırtıp ters köşeye yatıran bir anlayışı vardı.
“Kayıp Çocuk Arşivi” arabanın bagajına
yerleştirilen 7 kutudaki kitap, belge, kayıt, makale ve kupürlerle aynı
anlayışı daha belirgin olarak sürdürüyor gibi görünse de doğrusal bir anlatımı
olan bir roman. Romanı esas olarak iki anlatıcının, kadın ve çocuğun ağzından
anlatıyor. Issız araziler, metruk evler ve çiftlikleri izleyerek yol alan
arabada yaşananlarla roman ilk sayfalarda tipik bir yol öyküsü izlenimi verse
de farklı bir yöne akıyor.
Romana
adını veren kayıp çocuklar çok canalıcı ve sarsıcı bir gerçek. ABD – Meksika
sınırından geçmeye çalışan bu çocukların yaşadıkları, hem kaçış yolculuğunda,
hem de yakalandıktan sonra başlarına gelenler, sonrasında ailelerine
kavuşamadan sınırdışı edilmeleri başlı başına dev bir mesele. Roman da doğal
olarak bu konu ağır basıyor. Luiselli, romanının ana akışı içinde ayrı bir
metin olarak da sanki bir kitapta okuyormuş gibi kayıp çocukların öyküsünü onların
açısından da anlatıyor.
Valeria
Luiselli bu konuyu 2017’de yayımlanan deneme
kitabı ‘Tell Me How It Ends’de ele almış. Kitap yeterli gelmemiş olmalı ki “Kayıp Çocuk Arşivi”nde de konuyla ilgili somut bilgiler
vermeye devam ediyor. Bu büyük trajediyi
daha yoğun bir şekilde kavramamızı istediğinden olsa gerek “kendi çocuklarımız
aynı şekilde çölde kaybolsaydı, aç susuz günler geçirip, yaşam mücadelesi verseydi
neler hisseder, neler yapardık?” sorusunu gündeme getirecek şekilde anlatıyı geliştiriyor.
Konu önemli ve mümkün olduğunca ayrıntılı anlatarak
okurun derinliğine hissetmesi gerek, anlıyorum ama bu kadar yoğunlaşmanın,
tekrar tekrar anlatarak pekiştirmeye çalışmanın hem kitabı uzattığını, hem de
romanın iç dengelerini biraz bozduğunu belirtmeliyim. Ailenin dağılışı sadece
kadının hissettikleri ve çocukların sezdikleri ile sınırlı kalıyor. Adamı ise
ikinci derece bir figür olarak görüyoruz, anlatıya neredeyse hiç katılmıyor,
dolayısıyla kimlik olarak belirginleşip bir ağırlık merkezi oluşturmuyor. Bu
nedenle de ailenin parçalanışına nasıl baktığını, ruh halini kavrayamıyoruz. ABD’nin son
özgür yerlileri olan Apaçilerin ruhlarının, kalmışsa seslerinin peşine düşme
nedeni de pek belirginleşmiyor.
Valeria
Luiselli “Kayıp Çocuk Arşivi”nde pek bilinmeyen
büyük bir insanlık trajedisini anlatmış. Çok etkileyici, sarsıcı bir metin. (Hürriyet Kitap ve Sanat, 08.10.2019)
Yorumlar