Tutkulu okurları Hasan Ali Toptaş’ın romanlarını kapağından
okumaya başlıyorlar. Kapaklarda yer alan Nuri Bilge Ceylan fotoğraflarının
romanın içeriği hakkında bilgi verdiğini düşünüyorlar. Toptaş’ın yeni romanı ‘Beni
Kör Kuyularda’nın kapağında da merdivenli bir kuyu ve karlar altında bir köy
manzarası var. Fotoğraf Ceylan’ın Ahlat Ağacı filminden alınmış. Ahlat
Ağacı’nda kuyu imgesinin önemli bir rolü olduğunu biliyoruz. Altta ise karlar
altında bir köy görüntüsü var. O da yabancı değil ‘Beni Kör Kuyularda’ ise
Ankara’nın son gecekondu mahallelerinden birinde geçiyor.
‘Beni Kör Kuyularda’ adı ise doğrudan Münir Nurettin
Selçuk’un umutsuzların her zaman dillerindeki şarkısı “Beni kör kuyularda
merdivensiz bıraktın”a gönderme yapıyor. Şarkının güftesi Ümit Yaşar
Oğuzcan’dan ve onun acısını derinden yaşadığı bir intihar olayından kaynaklandığı
söyleniyor.
Kör kuyularda merdivensiz kalma hali bana daha etkileyici
geliyor. Hasan Ali Toptaş’ın romanının kahramanı Güldiyar’ın gözlerinden yaş
yerine taş dökülmesine sebep olan ve sonrasında tamamen suskunlaşmasına neden
olan olayın onu merdivensiz bırakmış olması ihtimali daha yüksekmiş gibi
görünüyor.
Hasan Ali Toptaş şiir gibi yazmayı sever. Düzyazıya gizlenmiş
bir şairdir. ‘Beni Kör Kuyularda’ da şiirsel cümlelerle, imgelerle, sisli puslu
doğa betimlemeleriyle masalsı bir ortamda başlıyor. Topbaş şiirsel de olsa
gerçekliğini yansıtarak bir gecekondu mahallesi anlatıyor. İlerleyen sayfalarda
verdiği ipuçlarından buranın Ankara’nın Hüseyin Gazi Mahallesi olduğunu anlıyoruz.
Mahalle henüz kentsel dönüşüme uğramamış, gecekondular apartman olmamış.
Günümüzden birkaç on yıl öncesini anlatıyor diye tahmin ediyorum. Yani ne kadar
masalsı bir anlatı kursa da gerçekliği terk etmiyor Topbaş. Bu tavrıyla da
Latin Amerika’nın Büyülü Gerçekçilik akımının geç bir takipçisi olduğunu
söyleyebiliriz.
Evin tek kızı, çoktandır ağabeyi kayıp olduğu için evin
biricik çocuğu Güldiyar ilk kez babasına yemek götürüyor. Ayakkabıcılık yapan
babası sefertasını almadan dükkana gitmiş.
Anne Bahriye’nin korktuğu kızı Güldiyar’ın başına geliyor.
Babasına yemek götürüp geldiğinde kızının kötü şeyler yaşadığını anlıyor. “Yüzü
allak bullak olmuş, bakışları donmuş, evden çıkarken taradığı o güzelim saçları
da biraz dağılmış gibiydi.”
Güldiyar anlatmıyor, susuyor. Ağzından tek bir kelime bile
çıkmıyor o günden sonra. Ağlıyor. Öyle büyük bir acısı var ki gözünden yaş
yerine yaş büyüklüğünde taşlar geliyor.
Annesiyle beraber Güldiyar’ın başından geçenleri
anlatmamasının nedeni ne olabilir diye düşünüyoruz ister istemez. Güldiyar’ın
ailesi köyden kente göçmüş. Töreler var mıdır, yürürlükte midir? Güldiyar
başına gelenleri anlatsa bu töreler mi uygulanır? Adının çağrıştırdığı
Güldünya’nın yaşadıklarını ailesi ona da yaşatır mı? Bilmiyoruz, Toptaş anlatmıyor.
Topbaş, Güldiyar’ın neler yaşadığıyla ve bu yaşadıklarının
anlatsa başına neler geleceğiyle ilgili değil. Oysa ilk sayfalarda olayın faili
olabilecek, “Cevher denen sivri kafalı” gibi şüpheli şahıslardan söz ediliyor. Uzaktan
uzağa duyulan klarnet sesi var bir de. O klarneti çalanın ve evin bahçesindeki
dut ağacına konan Halil’in, nasıl birer rolü olacağını merak ediyoruz. Okur
olarak bu ipuçlarından olayın gerçekliğine varacağımızı, Güldiyar’ın başına
neler geldiğini, bu suçu kimlerin işlediğini öğrenebileceğimizi düşünüyoruz.
Tabii kitabın kapağından itibaren vurgulanan kör kuyuda kalma
hali var bir de. Bu ruh haline,
nedenlerine ve sonuçlarına da odaklanmıyor Topbaş. Güldiyar romanın ilk
sayfalarında baş kahraman olacak gibi görünürken hızlıca silikleşip bir figür
olarak kalıyor.
Toptaş olayın başka bir yönüyle ilgileniyor. Seyir toplumunu
ele alıyor. Kör kuyularda yalnız kaldığını hisseden Güldiyar’la değil de onun
gözünden yaş yerine taş akmasıyla ilgili insanlara yoğunlaşıyor. Güldiyar’ın
taş ağladığı kısa zamanda duyuluyor ve insanlar onun ağlamasını izlemeye
geliyor. Onun neden böyle ağladığını sorgulama gereği duymaksızın sadece yaş
yerine taş gelmesiyle ilgililer.
Seyir toplumunu Prof. Dr. Hüsamettin Arslan şöyle açıklamış:
“Modern insan artık yaşamıyor, yalnızca seyrediyor.
İnsanın ve toplumun kendisi dâhil her şey imaja, pazar seyir mekânına
dönüşmüştür. Süpermarket çağdaş tiyatrodur. İnsan artık hayatın her noktasında
bir seyircidir. Seyirci tüketici, tüketici seyircidir.” (sorularlaaile.com).
Güldiyar’ın taş ağlamasını görmeye gelen insanlar da sadece seyrediyor ve bu
seyirin ardındaki gerçeği merak etmiyor. Böylece Güldiyar’ın babası ile
yaşadığı ev ve çevresi bir şenlik alanına dönüyor. Güldiyar’ı seyretmeye
gelenleri seyretmeye gelenler de çoğalıyor. Seyreden seyrediliyor.
Güldiyar’ın başına ne geldi de böyle ağlıyor,
diye sormuyor, acıya, derde değil sonucundaki görüntüye odaklanıyorlar. Bunun
farkındaki kişiler de sıraya girip ücretini ödemek karşılığında izlenebilecek
bir gösteriye dönüştürüyor. İzleyicinin görüntüye odaklandığını bildiklerinden
Güldiyar artık ağlamaz olunca başka yöntemlerle acıyı oluşturup gözlerinden taş
akmasını sağlamanın yolunu buluyorlar. Öyle ki Güldiyar ölse bile bu gösterinin
nesnesi olmaktan kurtulamayacak, gelir kaynağı olmaya devam edecektir diye
düşündürüyorlar.
‘Beni
Kör Kuyularda’ oldukça akıcı bir roman. Topbaş sonuna kadar merak unsurunu
korumayı biliyor. İlerleyen sayfalarda olay ağır basıp şiirsel anlatım geriye
kaçsa da masalsılık ihmal edilmemiş. (15.11.2019, Hürriyet Kitap-Sanat).
Yorumlar