‘Duygusal Adam’ Javier Marias’ın kahramanı
çevirmen olmayan tek romanı sanırım. Bir romanında, Karasevdalılar’da kadın
anlatıcı kullanmış. Diğer romanlarında kahramanları hep kendisiyle özdeşleştirebileceğimiz
gibi erkek bir çevirmendir. Birinci tekil şahısta anlatırlar öykülerini. İster
istemez romanlarda yazarın yaşam öyküsüyle bağlar ararız.
İspanyolca’da 1986’da yayımlanan, yani
Marias’ın ilk dönem eserlerinden olan ‘Duygusal Adam’ William Hazlitt’ten,
“Sevdaya düştüğümü düşünüyorum, / ve ondan kurtulduğumu, / düşlüyorum”
alıntısıyla başlıyor. Bu epigraf aslında romanın temasını tam olarak
bildiriyor. Javier Marias’ın anlatılarında gerçeklikle düşlenen ya da anımsanırken
değişime uğrayan içiçe geçer ve ilerleyen satırlarda birbirinden ayırt edilemez
olur. Öykünün ne kadarını anlatıcı yaşamıştır, ne kadarını düşlemiştir,
uyduruyordur ya da belleği yanıltmaktadır bilmemizi istemez.
Marias’ın geriye dönüşler, ileriye
sıçramalarla bir sarmal şeklinde kurduğu anlatılarının temel niteliğini
hatırlamanın anlatıcını belleğinde yarattığı yanılsamalar, tekrar anlatmanın
yarattığı değiştirmeler ve anlatıcı lehine düzeltmeler oluşturur.
Anlattıklarının gerçekliğine güvenemezsiniz, okurunu hep kuşkuda bırakır.
‘Duygusal Adam’ da bu niteliklerde bir anlatı.
Kırılmaya mahkum bir aşk üçgeni kuruyor
‘Duygusal Adam’da Javier Marias. Yıldızı parlamak üzere olan genç bir tenorla
kendinden yaşça büyük bir bankerle evli, olgunluğun ilk yıllarındaki bir kadın
arasındaki aşkın öyküsü. Aşk üçgeninin bir de ihmal edilen köşesi var,
konserler, temsiller gereği sürekli seyahat etmek durumunda olan tenorun
Barsolana’daki evinde sabırla bekleyen hayat arkadaşı, ki o da tenorun yaşadığı
aşk hikayesinin sonunda nereye varabileceğini yapacağı umulmadık bir hareketle
daha anlatının başlarında bildirir.
Anlatı tenorun bir temsilde büyük bir
başrol oynamak üzere Madrid’e giderken trende, karşısında oturan bir kadınla
iki erkek hakkında düşünmesiyle başlıyor. Bitmek bilmeyen yolculuğun verdiği sıkıntıyla grubun
birbirleriyle nasıl bir ilişki içinde olduğunu hayal etmeye başlıyor. Daha
sonra da Madrid’de kaldığı lüks otelde bu üçlüyle karşılaşıyor.
Belçikalı banker Hieronimo Manur ve İspanyol
karısı Natalia’yla barda sohbet ettiği sekreter Dato aracılığıyla tanışıyor. Banker
koca gündüzleri toplantılarda, akşamları iş yemeklerinde yoğun bir şekilde
işleriyle uğraşırken, karısı da kendisine göz kulak olmakla görevlendirilmiş Dato’yla
vaktini geçirmektedir. Genç tenor onları provalarına davet eder ve zamanla
sabah kahvaltısından gecenin geç saatlerine kadar vakitlerini birlikte
geçirmeye başlarlar. Tenor Natalia’ya aşık olmaya başlar ve onu çok arzuladığı
bir gece yaptığı hatayla kıskanç kocanın dikkati bu dostluğa çekilmiş olur. Bu
gelişme aynı zamanda sonun başlangıcı da demektir.
Banker kocanın akşamki galaya hazırlanan
genç tenorun odasına sabah erkenden yaptığı baskın tarzındaki ziyaret, birlikte
yaptıkları kahvaltı, kıskanç kocayla genç sevgili adayının yüzleşmesi haline
gelirken bu ziyaretten haberdar olan Natalia öykünün gelişiminde belirleyici olur.
Javier Marias, tenor kahramanının ağzından
anlatmaya daha ilk paragrafta anlatılanların bir düş, anlatıcının kurduğu hayal
olduğu izlenimi yaratacak şekilde düş tanımlamalarıyla başlıyor. Olayların her
ağır basışında anlatılanların düş olabileceği olasılığını öne sürüyor. Bizi
okur olarak sonradan anlatılan her olayın hakikati düşe yakınlaştıracak
unsurlar taşıdığına ikna ediyor. Eski aşklar nasıl anımsanır diye düşünmeden
edemiyoruz.
Bir eleştirmenin “romanın arzu ve ayrılma,
düşünce ve yeniden değerlendirme örgüsü”yle kurulduğu değerlendirmesine
katılıyorum. Javier Marias’ın mahareti bunu ustaca başarması ve kendine has
uzun cümleler ve bitmeyen paragraflarla bildik bir konuyu, aşk üçgeni öyküsünü
bize sonuna kadar okutmasını sağlaması. (Hürriyet Kitap Sanat, 03.07.2020).
Yorumlar