Tam adı ‘Candide ya da İyimserlik’ olan Voltaire’in 1759 tarihli ünlü eseri dünyadaki acıların birer zorunluluk olduğunu ve Tanrının bundan daha iyi bir dünya yaratmasının mümkün olmadığını ileri süren Leibniz’in felsefesini alaycı bir dille eleştiren bir eser. Genç Candide, Leibniz’in iyimser felsefesini temsil eden arkadaşları Pangloss ve Martin'le birlikte Almanya'dan Hollanda'ya, İtalya'ya ve sonunda Türkiye'ye kadar varan bir yolculuğa çıkıyor. Bu yolculuk boyunca Candide’in başı bin bir belayla girecek, bu belalardan kurtulmak isterken de o ülkelerin örflerini, adetlerini öğrenecektir. Savaşlar ve felaketlerle dolu dünyaya bakıp, "Mümkün olan dünyaların en iyisi burası ise ötekiler kim bilir nasıldır?” diye soracaktır. Sonunda Türkiye’ye ulaşacak hayatın gerçek anlamını ve sorusunun cevabını burada tanıştığı bir dervişin sayesinde öğrenecektir.
Nedim Gürsel’in son
romanı ‘Aşk ve İsyan’ın” alt başlığı ‘Saf Oğlanın İstanbul Yolculuğu’, saf
oğlan da Voltaire’in ünlü kahramanı Candide. Romanın anlatıcısı, hayatının son
demlerinde, kendini yalnız ve terk edilmiş hissederken Voltaire’in hayatının
son yirmi yılını geçirdiği Ferney’deki malikanesine gidiyor. Bir tür yazarlar
evi gibi hizmet veren bu malikanede kış boyunca yaşayıp ‘Candide ya da
İyimserlik’ başta olmak üzere Voltaire’in Türkler üzerine yazdıklarını
inceleyip Candide’in bir tür parodisini yazmak amacında.
Voltaire gibi
Venedik’ten demir alan, Sultan Ahmet’le uşağı Cacambo’nun da yolcularından
olduğu bir gemiyle götürüyor Candide’i İstanbul’a. Sonra da Candide’e sevgilisi
Cunégonde’yi
yeniden aratıyor ve İstanbul’da yaşadıklarını, öğrendiklerini kendi bakış
açısıyla anlatıyor.
Candide’in Venedik’te
başından bir çok olay geçmiştir. Gemi İstanbul’a doğru yol alırken Venedik
Karnavalı’na rastlayan ziyareti sırasında şahit olduğu tuhaf olayları anımsar. Bakir
bir genç olarak sapkınlığa varan cinsel taşkınlıkları hayretle izlemiş, tesadüfen
rastladığı Casanova’dan kadın erkek ilişkisi hakkında önemli dersler almıştır.
“Adım kadar saf mıyım
ben? Yoksa kaderin cilvesi mi tüm başıma gelenler!” diye kendi kendine sorar.
Başına ne geldiyse şimdi nerede, hangi yatakta kimin koynunda olduğunu
bilmediği Cunégonde’a duyduğu aşk
yüzünden gelmiştir. Hayatını mutlu mesut geçirdiği şatodan kovulmasının nedeni
sevdiğini öpmeye çalışmasıdır. Sonra sevgilisinin izini sürmeye çalışırken en
kanlı savaşların ortasına düşmüş, depremlere, doğal afetlere maruz kalmış, acılara,
işkencelere katlanmıştır. Öte yandan bir gün evlenmeyi hayal ettiği Cunégonde da maceralı bir
yaşam geçirmiş, kucak kucağa geçerek izini kaybettirmiştir.
Candide’in İstanbul’a
gitmesinin nedeni de Cunégonde’un orada olduğu
bilgisini almış olmasıdır. İstanbul ve Türkler hakkındaki edindiği bilgiler göz
korkutucudur ama sevgilisini kurtarmak için İstanbul’a gitmekten vazgeçmez.
Tahtından feragat etmek
zorunda kalan III. Ahmet, özel bir izinle geldiği Venedik’ten dönüş yolunda
Candide’i sofrasına misafir eder ve uzun sohbetinde padişah olarak başından
geçenleri, kafes hapsinde tutulurken yaşadıklarını, tahttan indirilmesine
rağmen canını nasıl kurtardığını anlatır. Siyaseten katl öykülerine
padişahların, veliahtların nasıl katledildiğini, damatları olan sadrazamların
başlarına gelenleri anlatarak devam eder. İktidarı ellerinde tutanların bile
canının güvende olmadığı bir ülkede sıradan vatandaşın başına neler geleceğini
tahmin etmek mümkün değildir.
Kitabın tanıtımında “Osmanlı
hiç bu kadar güzel anlatılmamış, hiç bu kadar hırpalanmamıştı,” deniyor. Nedim
Gürsel, Sultan Ahmet’in ağzından, yazılı kaynaklara dayanarak, tarihçelerin
ayrıntılarına girip, anekdotları sorgulayarak sert bir Osmanlı eleştirisi
yapmış. Sultan Ahmet’in anlattıkları az gelmiş sözü kendi de almış.
Bütün bu duyduklarından
sonra Candide’in seyahatinden vazgeçmesi gerekir ama o adına uygun olarak iyimser
bir bakışla sevdiğinin fuhuş yuvasında değil de kuş yuvasında olduğunu sanarak
İstanbul’a iner.
Saf Oğlan’ın öyküsü
temizlenmek için gittiği hamamda karşılaştığı iki tellakla başka bir boyut
alır, bekaretini de orada yitirir. Erkek toplumunda cinselliğin nasıl
yaşandığını deneyerek öğrenir. Yine de aramaktan vazgeçmez.
Nedim Gürsel ‘Aşk ve
İsyan’da Candide’in başarılı bir parodisini yaparken Voltaire gerçekten
İstanbul’a gelse neler yaşar, neler öğrenirdi yazıya geçiriyor. Osmanlı’nın
çöküş dönemine, Lale Devri ve sonrasında tersten bakıyor. Çöküşü devletin
kuruluşunda, yönetenlerin hemen hiçbirine yaşam hakkı tanımayan yasalarında
arıyor. (18.09.2020)
Yorumlar