Selçuk Altun'u Kitap-lık dergisinde yayınlanan kitap sevgisi ve kitabevleri üzerine hoş ve okumaya özendirici denemeleriyle tanıdık. Geçtiğimiz günlerde Selçuk Altun bir romanla çıktı okuyucu karşısına; "Yalnızlık Gittiğin Yoldan Gelir" (Yapı Kredi yay.). Hemen her dergide yayınlanan tam sayfalık ilanlar, ilanlarda kullanılan "Dünyanın en iyi yazarı kim?" sorusu, aynı anda kitapçılara dağıtılan ilk beş baskı (bu yöntem sanıyorum çok satan kitaplara meraklı okuyucuyu kitabı almaya özendirmek için seçiliyor), ilk anda beni itti. Psikolojik olarak çok parlatılan kitaplara uzak durmama rağmen yazılarını sevgiyle hatırladığım için ve kitabın adını Oktay Rifat'ın unutulmaz dizelerinin belki de birincisinden almış olmasının çekimiyle bu duygumu bastırıp kitabı okudum.
Selçuk Altun,
kitabın arka kapağında özetlendiği gibi "Dünyanın en iyi yazarını" ve
yitirdiği sevgilisini arayan bir genç adamın öyküsünü anlatıyor. Annesini
babasını küçük yaştayken kaybetmiş. Dayısının demir disiplini altında başarılı
bir işadamı ve sonrasında iyi bir politikacı olması hedefiyle yetiştirilmiş…
Kahramanımız
eğitimini görürken Bafralı bir tütün tüccarı olan dayısı da büyük bir işadamı
haline geliyor. Yazar, bu bölümlerde psikolojik tahlillere girmeden, ülkemiz
zenginlerinin Türkiye'ye bakışını "…12 Eylül 1980 askeri darbesine her
yönüyle hazır duruma getirilmiş kaos ortamından da biz ailecek karlı (herhalde
kârlı olacak) çıkmıştık", "Ekonomik darboğazların ağırlığının
yanısıra, önemli gazeteci ve yazar Uğur Mumcu öldürülmüş, Sivas Katliamı diye
bir barbarlık örneği yaşanmışken, Dayım ve ben ailesel geleneğimiz paralelinde
tüm dar boğazlardan yine karlı (herhalde kârlı olacak) çıkmıştık; ikimiz de
nakti birikimimizle milyonlarca dolar kazanmıştık" gibi anlatımlarla tüm
katılığıyla yansıtıyor. Dayı bey de, roman kahramanı da Türkiye'ye kendi
çıkarları açısından bakmaktadır, en kara günlerde bile dolar hesaplarını
kabartmak ilk iştir, dünya yansa umurlarında değildir.
Bu genç adam
iyi eğitim görmüş, çok zengin biri. Bankacılık yapıyor. Gerçek bir burjuva gibi
yaşıyor ve de parasını çoğaltmanın dışında esas olarak okumakla, edebiyatla ve
ona bağlı olarak müzikle, resimle ilgileniyor. Okumak kadar kitap satın almayı
ve kitapçıları gezmeyi seviyor. Oktay Rifat onun gözünde dünyanın en iyi şairi.
Tüm bu tanımlamalar, yazılarından tanıdığımız yazarın bir çok özellikleriyle
örtüşüyor. İlk yedi bölümü okurken otobiyografik bir romanla karşılaştığınızı
düşünmeden edemiyorsunuz. Selçuk Altun belki de bunu pekiştirmek için sık sık
dergilerde yayınlanmış yazılarına göndermeler yapıyor, orada yaptığına benzer
biçimde yazar, kitap, kitabevi listeleri veriyor. Bir uçak yolculuğunda roman
kahramanını kendisiyle, Selçuk Altun'la karşılaştırması bile parodileşmiyor,
hoş bir espri düzeyinde kalıyor. Doğrusu bu bölümleri okurken yazarımız
gerçekten böylesine zengin ve tabii böyle "sömürücü" diye tanımlanan
zenginlerden biri mi diye düşünmeden edemedim. Bunda kuşkusuz kitabın
girişindeki kısa biyografideki "banka yöneticiliği" bilgisi de,
anlatımın birinci tekil olması da etkili oldu. Kimsenin kendini böylesine katı
bir biçimde eleştiremeyeceğini düşündüm. Yazar, kahramanını tipikleştirmek için
bu yaklaşımı geliştirmiş olmalı. Unutmamalı ki romanların başkahramanları her
zaman "olumlu tip" olmak zorunda değil.
Bence roman
havasını yedinci bölümden sonra buluyor. Sanki önceki bölümler bir giriş gibi.
Dünyanın en iyi yazarını ve sevgiliyi arama çabası romanın temposunu da
artırıyor. Merak etmeye başlıyorsunuz. Oyunlar, parodiler, sırlar, soru
işaretleri artıyor. Postmodern yöntemler kullandıklarını bildiğimiz Türk ve
yabancı yazarlara yapılan göndermeleri belki de serüvenin ağır basması
nedeniyle sık sık kaçırdığınızı farkediyor, bazı bölümlere tekrar dönüyorsunuz.
İzi sürülen "Dünyanın en iyi yazarı"na da göndermeler yapıldığını da
hissediyorsunuz. Dünyanın en iyi yazarının kimliğini öğrendikten sonra da
geriye dönmemek elde değil. Yazar bütün bunlara bir de daha önce olduğu gibi
listeleri, yazar ve yer adlarını, markaları ve tanımlamalarındaki "bıyığı
olsa David Niven'I andıracak", "Kelly Preston'I andıran",
"Adalet Cimcoz'u andırıyordu" gibi göndermeleri de ekleyince
serüvenin tadından sık sık kopmamak elde değil. Ama anlatımın akıcılığından
kopartan tüm bu göndermeler romanın ana yapısını oluşturuyor, ayıredici, olumlu
bir özellik oluyor.
Selçuk Altun
eserine "Dene(mesel) Roman" tanımlamasını uygun bulmuş. Bu tanım da
göndermeler taşıyor, belki de okuyucuyu yanıltmayı amaçlıyor. Ama bir yandan da
"yazar eserini tanımlayamamış, roman demeye çekinmiş" diye
düşünmenize neden oluyor. Oysa okuduğumuz eser bence tam ve olumlu anlamıyla
bir roman. Bazıları için "mesel" özelliği taşıyabilir belki, ama
deneme ya da denemesel değil, anlatı özelliğini derinlemesine taşıyan bir
roman.
"Yalnızlık
Gittiğin Yoldan Gelir" tüm özelliklerinin yanında okumayı, müzik
dinlemeyi, sanat sevenleri özendirici bir roman. Yazarın yazdıklarını, verdiği
listeleri okudukça o yazarları, kitapları, müzisyenleri, besteleri, resimleri,
heykelleri merak etmemek elde değil. Bu romanı severek okuyanlar için ikinci
merak konusu da eserin son paragrafını oluşturan "Dünyanın yaşayan en iyi
ressamı kim? Bay O.Y neredesin?" soruları. Bu soruların cevabının eğer
yazarsa Selçuk Altun'un yeni romanın konusunu oluşturacağını düşünüyorum.
Yorumlar