Murat Gülsoy, on bir yıl aradan sonra yeni bir öykü kitabıyla okur karşısında. Yanlış anımsamıyorsam son öykü kitabı 2010’da yayınlanan ‘Tanrı Beni Görüyor mu?’ydu. Araya romanlar girdi. Şimdi Belirsiz Bir Anın Kıyısında’yla tekrar öyküye dönüş yaptı. Kitap uzun sayılabilecek yedi öyküden oluşuyor.
İnsan zihni, belleğin katmanları, yaşananların,
deneyimlerin, tabii ki gördüklerimizin ve okuduklarımızın zihne yansıması,
bellekte yer edişi ilgi alanında. Son romanı ‘Ve ateş bizi Tüketiyor’da düşle
gerçek arasındaki sınırların belirsizliği anlatının temel meselesiydi. Belirsiz
Bir Anın Kıyısında’ki öyküleri de aynı temel meselelerle ilişkilendirmek
mümkün. Öyküleri okurken düşün ya da kâbusun nerede başladığını, gerçeklikten
ne zaman kopulduğunu sorgulamamak elde değil. Sınırlar belirsiz ve insanın
algısı her zaman kolayca düşle gerçeği ayırt edemiyor. Düşler gerçekmiş gibi
yaşanabiliyor. Algılardaki değişkenlik, bellekte gizlenen görüntülerin tekrar
ortaya çıkması, zihnin düşü gerçekmiş gibi algılaması gibi bir çok unsur da bu
geçişkenliği kolaylaştırıyor.
Murat Gülsoy, her öykünün önüne bir paragraflık
açıklamalar koymuş ve o öyküde neyi sorguladığını açıklamış. Örneğin “Sınav
Sabahı” adlı ilk öyküde ani bir ölüm halinde, bir trafik kazasında, yaşamla
ölüm arasındaki sınırda yaşananları anlatıyor. İşi açısından önemli bir sınava
yetişmek için taksiyle giderken yaşanan trafik kazasından sonra kahramanımızın
ölmeden önceki son saniyelerine şahit oluruz. Öykü kahramanı ölüm öncesi iyimserlik denilen şeyi
yaşar. Otoban kenarındaki tek katlı, bahçeli evlerin olduğu mahallede sınava yetişmek
için koştururken çocukluğun mutlu günlerine döner ve hayatta kalmakla ölmek
arasında kararsız kalır. Cennetten bir köşe gibi görünen mahalle onu ölüme
çağırır. Sonsuz gibi yaşanan son anda kahramanımız ölümümü hayatta kalmayı mı seçecektir?
İkinci öykü Trapped’de
sınıf arkadaşı Zühre’nin peşine düşüp hiç evden çıkmayan temizlik hastası
amcayı ziyarete giden kahramanımız garip bir oyunun içine düşer. Burası sanki
bir oyun evidir ve odalar içinde gezinirken orada kaybolup hiç çıkamamak
mümkündür. Mekan algısının değişkenliğinden kaynaklanan yanılsama zamanın
göreceliliği içinde bir kâbus yaşatır.
Seçilmiş adlı öykünün kahramanı kendini insanlardan tamamen farklı, seçilmiş biri gibi hisseder, yaşamı o bakış açısıyla algılar. Karşısına çıkan her şeyin kendisi için özel bir anlamı olduğunu düşünür.
Babanız Geldi’nin
cümlesi “İnsanlar ikiye ayrılır, bir ölüyle aynı çatı altında bir gece geçirmiş
olanlar ya da olmayanlar.” Yıllar önce ölmüş babanız mezardan kalkıp gelmiş,
içeride yatmaktadır. Mezarında rahat etmemiştir, bu rahatsızlığına çözüm bulmak
istemektedir. İlk tepkiniz delirdiğinizi düşünmek olur ama babanız da bir
gerçeklik olarak içeride yatmaktadır. Hatta onunla bir iki cümle de konuşmak
mümkündür. Bu durumda ne yaparsınız?
Unheimlich’de ise yapay
zeka gerçekliği ile karşılaşırız. Bir yapay zeka ne kadar insan gibi
davranabilir, diye bir soru zaten aklımızı kurcalıyor çoktandır. İnsan gibi
davranmakla kalmaz zekasıyla kendi benzerlerini yaratabilir, insan suretleri
oluşturabilir. Bizi öyle insanlar olduğuna ikna edebilir. Bir anlamda yaşam
öyküleri yazabilir. Kuşkusuz bu da insanın varlık olarak gereksizliğine kadar
varacak gelişmeler ortaya çıkartabilir. Murat Gülsoy, bunları bana yapay
zekanın şirkette staja başlamış bir genç kızla sohbetini anlattığı ilk bölümde
düşündürdü. Yapay zekanın yapıp ettikleri tabii ki çok daha farklı tartışmaları
da gerektiriyor ki o da öykünün devamında anlatılan olaylarla gündeme geliyor.
Anestezi öyküsünün
sorusu; “Ömür dediğimiz şey yaşanan anların toplamı mıdır acaba?” Bunun anti
tezi de ömür denilen şey yaşadığımız anlardan çok daha az bir şey ve yaşadıkça
azaltıyoruz bazı şeyleri.
Anastezi, insanın düşle
gerçeği çok kolay karıştırdığı bir hale yol açıyor. Ameliyat sonrası kendinize
geldiğinizde neyi gerçekten yaşadınız, neyi sadece hayal ettiniz, belleğinizde
yarattınız karışabiliyor. Murat Gülsoy bu halden yola çıkıp zamanın göreceliği
konusunda çarpıcı bir öykü yazmış.
Yorumlar