Arzu Okay, hayranı olduğum bir yıldız. Biz onu sinemanın bir yıldızı olarak tanıdık ve çok sevdik. 70’lerin seks komedileri furyasının kadın yıldızlarından çok farklıydı. Yırtıcı, ateşli, atılgan vamplar arasında masum ve güzel bir genç kızdı. Çok hızlı bir şekilde parladı ve bir kuyruklu yıldız gibi hızla hayatımızdan gelip geçti. Tüm sinema hayatı sadece sekiz yıl sürmüş. Ama onu asla unutmadık, belleklerde hep o gencecik haliyle hep düşlerimizin masum kraliçesi olarak kaldı ve farklı kimliklerle tekrar karşımıza çıktığında hiç garipsemedik. Çünkü o bildiğimiz tanıdığımız Arzu Okay’dı. Yıllar geçse de aynı dostane bakışlar, aynı sıcak gülücük vardı fotoğraflarında.
Türey
Köse, deneyimli bir gazeteci olmasının yanında iki kitabı yayınlanmış bir
yazar. Arzu Okay’la buluşmaları iş için değil, yani bir gazeteci yazar
merakıyla tanışmıyorlar. Aralarında yıllara yayılan bir dostluk var. Dost
olduktan sonra bir söyleşi kitabı yazma fikri ortaya çıkmış. Paris, İzmir ve
İstanbul’da buluştuklarında yaptıkları söyleşiler “Keşke’siz Bir Kadın”
kitabını oluşturmuş.
Her
büyük başarının ardında bir trajedi saklıdır. Arzu Okay’ın trajedisi de on
aylıkken annesi ile babasının boşanması ile başlamış. Şoför baba ortadan
kaybolunca anne – kız kaderleriyle baş başa kalmışlar. Yüzünü bile anımsamadığı
babasını bir daha görmesi için araya uzun yıllar girmesi gerekmiş. Mecidiyeköy’de
bağda bahçede geçen güzel bir çocukluktan sonra kendini kameraların karşısında
bulmuş. Henüz lise öğrencisi, 15 yaşında bir genç kız.
Birkaç
kuruş kazanırım umuduyla gittiği fotoğraf çekimi onu önce Zeki Müren’li bir
fotoromanın kadın oyuncusu yapıyor, sonra da Saklambaç gazetesinin açtığı yarışmada ‘Türkiye Sinema
Güzeli’ oluyor. İtalya’daki yarışmada dördüncü olunca da yaşamı tamamen
değişiyor.
Arzu
Okay’ın ilk filmi başrolünde Ayhan Işık’ın oynadığı ‘Ölünceye Kadar’. Esat
Mahmut Karakurt’un bir eserinden uyarlanan dönemin en hızlı ve önemli senaryo
yazarlarından Safa Önal’ın yazıp yönettiği filmdeki Nesrin rolü sanırım onu “masum
ve güzel kız” olarak belleklerimize kazıdı.
İlk
filminde dikkati çekmiş olmalı ki 1970’te üç filmde daha rol alıyor. 1971’den
itibarense soluksuz çalışmaya başlıyor. Türkiye dünyanın en çok film çekilen
ülkelerindendir. 60’lı – 70’li yıllarda da üretim doruk noktasında. Kitapta yer
alan filmografisine göre Arzu Okay, daha kariyerinin ikinci yılındayken,
1971’de 22 filmde oynamış. 1972’de 16 film, 1973’te 3 film. 1973’te bu kadar az
filmde oynamasının nedeni Türk sinemasının yaşadığı değişim. Türkan Şoray’lı,
Filiz Akın’lı, Ediz Hun’lu salon filmlerinin yerini önce avantür, sonra da seks
komediler alıyor. Aileler sinemaya gitmez oluyor ve sinema izleyicisi
değişiyor. Arzu Okay’ın talihsizliği sinemaya tam da bu değişimin yaşandığı
dönemde başlamış olması. 1974’ten itibaren “masum ve güzel kız”ı seks
komedilerinde görmeye başlıyoruz. 1974’te
13, 1975’te 23, 1976’da 9, 1977’de 13 filmde oynamış. Sinemayı bıraktığı
1978’de ise sadece bir filmi var; Salih Güney’le ‘Vahşi ve Tatlı’. Sonrası her
işsiz kalan yıldızın yaptığı gibi şarkıcılık olmuş. Ardından da iş hayatı.
Maddi
olanakları el verseydi, sinema dışında başka işlere girmeseydi, 1980 sonrası
Yeşilçam tekrar esas kimliğine döndüğünde filmlerde oynamaya devam ederdi ve
70’li yıllarda oynadığı filmler unutulurdu. Arzu Okay, kısa sinema hayatını
“seks yıldızı” olarak noktaladığı için kaçınılmaz olarak belleklerde öyle
kaldı.
Kitapta
sık sık “iadeyi itibar”dan söz ediliyor, Arzu Okay’ın “seks yıldızı” olarak
yaftalamasının yanlışlığına değiniliyor. Ben iade edilecek bir itibar olduğunu
sanmıyorum, çünkü o ne yapsa hep “Arzu Okay”dır, bir seks yıldızı değil. Çünkü
o filmlerde de hep “masum ve güzel kız”dır. Farklılığını bu imajı sağlar,
biriciktir, aykırı bir tiptir ve o nedenle unutulmaz.
“Ben
hep bildiğim yolda yürüdüm; birileri bana aşağıdan baktı, birileri de
yukarıdan baktı... Doğrularım neyse onlara göre yaşadım. Bazıları yukarıdan
baktı düşmüş gördüler, bazıları aşağıdan baktı yukarıda gördüler.
Kendi doğrularımdı yaşadıklarım,” sözleri bunun kanıtı. Hayatında, geçmişinde
utanılacak, unutturulacak bir şey yok.
Ama
Arzu Okay yine de tüm yaşadıklarını anlatmıyor. Arka kapaktaki “hayatının perdelerini
aralama” nitelemesi önemli. Yaşam öyküsünün başka iş ve faaliyetlerde
başarılarla dolu onlarca yılının sürekli ıskalanmış olmasına haklı olarak
sitem ediyor ama kendisi de ayrıntılara girmek istemiyor. Örneğin Diyarbakır’da
yaşananlar dışında solcu – devrimci hayatından hiç söz etmiyor. Bu tavrını da
kitabın sonunda şöyle açıklamış; “Evet, anlatmadığım çok şey var. Bazı şeyler
başkalarına zarar verir. Bazı şeyler işime gelmemiştir ondan anlatmamışımdır!”
Yorumlar