Eflatun’un İmkânsız Beste’sinin peşinde


Ud, tarihi milattan önce 1300’lere kadar uzanan bir çalgı. Birçok kültürde, uygarlıkta kullanılıyor. Uddan birçok müzik aleti üretilmiş yani müzik aletlerini anası olmuş. İsmail Güzelsoy yeni romanı Avucumda Rüzgâr Var’da bizi udun, udilerin ve lutiyelerin gizemli dünyasına götürüyor. Udu, udileri anlatırken müziğin taşıdığı sırlara, büyülü evrene sokuyor.

İsmail Güzelsoy yine çok boyutlu, geçmişle, tarihle, efsaneler ve masallarla bağlar kuran ama bir macera romanı gibi soluk soluğa gelişen bir roman yazmış. Önceki romanlarındaki tavrını sürdürerek masalla gerçeği, efsaneyle öyküyü birbirine katmakla kalmıyor udun, udilerin dünyasına derinlemesine dalmamamızı sağlayacak bir tarihsel ve teknik bilgi birikimiyle donatıyor anlatısını. Bu bilgi birikimi bizi şarkıların sırlarına, oradan da müziğin felsefesine yöneltiyor.

Öncelikle udları yapan lutiyeler var. Müziğin tüm tonlarını yansıtan büyülü müzik aletlerini, udları yaratan lutiyeler ağaçların gizemli dünyasına, doğanın sırlarına doğru yöneltiyor anlatıyı.

“Tanrı müziği yarattı ve sustu” bir anahtar cümle olabilir. Kitabın arka kapağında bu cümlenin ardından “Yüzlerce yıl boyunca Platon’un gizemli bir bestesi olduğuna inanıldı ve bazı müzisyenlerin o kayıp eseri bildiği söylentileri kulaktan kulağa yayıldı” bilgisi yer alıyor. Platon ya da Eflatun’un “İmkânsız Beste” adıyla anılan bu bestesi udiler arasında bir efsanedir. Udda virtüözlük dercesine gelen udiler bu bestenin peşine düşerler, onu çalmayı başarırlarsa sanatlarının en üst seviyesine geleceklerine, dünyanın ve insanını sırrına vakıf olacaklarına, bir daha başka bir beste çalmalarına gerek kalmayacağına inanırlar. Platon’un musikişinas olduğu, beste yaptığı bilgisiyle ilk kez bu romanda karşılaşıyorum. Bendeki izlenim Platon’un sanata ve sanatçılara karşı olan olumsuz bir tutumu olduğu yönündeydi. Devlet adlı eserinde neler dediğini anımsıyorum. Biraz araştırınca Platon’un “ritm ve makam ruhumuzun derinliklerine kadar sokularak bizi çepeçevre sarar, ona soylu davranış kazandırırlar” dediği de biliniyormuş. Platon sadece savaş ruhunu yansıtan besteleri tercih edermiş. Platon’un hayatın anlamını müzikte araması, hele bu arayışın sonucunu bir beste ile ifade etmesi ilgi çekici. Varsa böyle bir beste merak edilecektir.  

İsmail Güzelsoy, müziğin evrenine bizi bir lutiyenin İsot’un aracılığıyla sokuyor. Kendi içine kapalı yapısı, gizemli bir yaşamı, karanlık yanları olan bir insan olduğuna inanıldığı için pek dostu olamayan biridir İsot. Askerde arkadaşlık kurduğu tek kişi olan Nubar’ı atölyesinde çalışması için davet etmesi ile öykü başlar. İşleri kolaylaştıracak bir çırak olması beklenen Nubar’ın müzik yeteneği keşfedilecek ve kısa sürede ud virtüözü haline gelecektir.

Udi Nubar sanatında o kadar gelişecektir ki, udundan çıkan namelerle karısı Firdevs’i uyutup onun bütün sırlarını ve tabii gizli suçlarını kendi ağzından öğrenebilecek üst bir konuma gelecektir. Avucumda Rüzgâr Var, Udi Nubar’ın karısını tüm sırlarını itiraf ettirdiği bu girişle başlar sonra geriye doğru gider onun bu aşamaya nasıl geldiğinin hikayesinin izini sürer anlatıcı.

Avucumda Rüzgâr Var’ın anlatıcısı yazar yani İsmail Güzelsoy değil kimliği ve cinsiyeti belirtilmeyen bir başka kişidir. Öyküsünü kime anlattığını da romanın sonuna dek öğrenemeyiz. Ama biraz masalsı, bolca fantastik olsa da güzel anlatır, okur olarak bizi öyküsüne bağlar. Zaman zaman da araya başka anlatıcılar girer, anlatıya katkıda bulunurlar.

Nubar’ın udi olmasına tesadüfen vesile olan Nevâ önce sevgilisi sonra karısı olup onun yaşamını belirleyecektir.  Nevâ’nın hazin sonu, Nubar’ın kaderi olur. Sevgili karısının mezarı başında birden ortaya çıkan Firdevs’se bu kaderde belirleyici rol oynar.

Udi Nubar bir gece çok sevdiği uduyla birlikte İstanbul’un dehlizlerinden birinde kaybolunca 5,5 aylıkken terk ettiği oğlu Tahir’in öyküsü öne çıkar. Yalnız bir çocukluk geçiren Tahir annesi Firdevs’in oğlunu çolak edecek kadar hırslı olması sayesinde babasından da üstün bir ud üstadı olur. Tahir’in hayatına bir ağacın dalından giren Pervâ, Udi Çolak Tahir’in üzerinde Nubar’la Nevâ’nın aşkına benzer bir etki yaratır. İsmail Güzelsoy romanda da belirttiği gibi güçlü kadın karakterler yazmayı seviyor. Onun kadın kahramanları asla kaderlerine razı olmadıkları gibi, sevdikleri erkekleri de etkilerine alıp yönetiyor, yönlendiriyor.

İsmail Güzelsoy romanları arasında bağlar kurmayı sever. Avucumda Rüzgâr Var da Öksüz Ağaçların Çobanı ile derin bağlar kurmuş. Oradaki “ağaçtan doğmak, ağaca dönüşmek” temasını tamamen farklı bir öyküde daha da derinleştirmiş. Efsanelerle bağ kurup efsaneleşen bir anlatı çıkmış ortaya. Öksüz Ağaçların Çobanı’nın ağaca dönüşen Meryem’ine anlatılıyor öykü.        

Avucumda Rüzgâr Var “bir saz eseri gibi biçimlendirilmiş” diye tanımlanıyor. Güzelsoy yapıyı roman boyunca öyküsü ve anlamı anlatılan Eflatun’un kayıp bestesinin yapısında kurmuş anlatısını. Bir sarmal yaratmış, anlatı doğrusal değil çembersi bir yapı oluşturuyor, bir başka deyişle sonu başına bağlanıyor. Ama roman boyunca merak edilenler çözümsüz kalmıyor. İçerdiği aşk öyküleri, Eflatun’un bestesinin oluşturduğu merak ögesi ve bestenin notaları peşinde yaşanan maceralar, öldü mü kaldı mı bilinmeyen Nubar’ın aranması ve hayatlarına aniden giren kadınların gizemleri ile roman çok katmanda birbirine bağlar kuran öyküler ve maceralarla soluk soluğa gelişiyor.

İsmail Güzelsoy Avucumda Rüzgâr Var’ı, oya gibi işlenmiş, bağlantıları iyi kurmuş. İyi okurun bir romandan beklediği her şeyi hem kurgu hem anlatım hem de anlattığı olaylar bağlamında hayata geçiren usta işi bir eser çıkmış ortaya. (22.04.2022, Hürriyet Kitap - Sanat)

Yorumlar