1909’da 31 Mart Ayaklanması’na Harekât Ordusu’nun müdahalesinden sonra tahtından indirilen II. Abdülhamid aynı gece Selânik’e gönderilir. Eşyasını dahi alamadan birkaç bavulla gece yarısı Yıldız Sarayı’ndan çıkarılan Abdülhamid, aile ve maiyetinden oluşan otuz sekiz kişi ile Sirkeci’den özel bir trenle Selânik’e götürülür. Binbaşı Fethi Bey (Okyar), 40 Selânik jandarması ile muhafızlığına tayin edillir.
Yerine V. Mehmed Reşad’ tahta çıkmıştır ve her an
öldürülmeyi beklemektedir. Çünkü tahttan indirilen padişahların öldürülmesi
âdettendir. Osmanlı İmparatorluğu’nun sürgüne gönderilen ilk padişahı olarak bu
endişe ile yaşamını sürdürür. Selânik’te Alâtini Köşkü’ne yerleştirilen II. Abdülhamid,
orada vaktini marangozluk ve demircilikle geçirir.
Alâtini Köşkü’nde tutsak hayatını sürdürürken dışarıyla
tüm ilişkisi kesilmiştir. Ziyaretçi kabul edemez. Gazete ya da dergi okumasına
izin verilmez. Mektuplaşamaz. Tek görüşebildikleri korumasını sağlayan
askerlerin komutanı ve kendisine ve ailesine bakmakla görevlendirilmiş bir
askerî doktordur.
Zülfü Livaneli “Kaplanın Sırtında”yı II. Abdülhamid ile
bu askerî doktorun ilişkisi ve sohbetleri üzerine kurmuş. Doktor Âtıf Hüseyin
Bey Abdülhamid ve ailesiyle ilgilendiği yıllar boyunca günlük tutmuş. Tamamı 12
defter olan bu günlükler, Selanik yıllarından başlayarak, II. Abdülhamid'in
İstanbul Beylerbeyi Sarayı'na nakline ve orada ölümüne kadar sürüyor. Metin
Hülagü'nün yayına hazırladığı ve günümüz Türkçesine çevirdiği günlüklerin ilk
baskısı 2003 yılında yapılmıştı.
Günlüklerde II. Abdülhamid’in ve ailesinin hastalıkları, kullandıkları
ilaçlar, hastalıklara karşı başvurulan tedavi şekilleri yanında II. Abdülhamid’in
sürgündeki gündelik hayatı da ele alınıyor. Neredeyse her gün ziyaretlerine
gelen Doktor Âtıf Hüseyin Bey zamanla II. Abdülhamid’in tek sohbet arkadaşı
halini de alıyor. II. Abdülhamid ona öncelikle kendi tıbbi tedavi yöntemlerini,
kimyasal içerikli ilaçlar yerine kullandığı bitkisel tedavi metotlarını
anlatıyor. Zamanla sohbetler derinleşiyor ve II. Abdülhamid esas olarak Avrupa
ülkelerine gezileri ve diğer imparatorlarla ilişkileri olmak üzere hatıralarını
anlatıyor. Hükümdarlığı sırasında yaşanan çeşitli olaylar hakkındaki kişisel ve
siyasî yaklaşımlarını açıklıyor. Dünyaya
nasıl baktığını, imparatorluğu nasıl bir anlayışla yönettiğini, düşünce ve
inanç yapısını anlatıyor. Duygularının, sevgi ve nefretlerinin nedenlerini
açıklıyor.
II. Abdülhamid tarihimizin en tartışmalı kişilerinden.
“Ulu Hakan” olarak da “Kızıl Sultan” olarak da isimlendirilmiş, 33 yıllık hükümdarlığı
sırasında yaptıkları, kararları bu isimlendirmelerle değerlendirilmiş bir
padişah. Onu nasıl değerlendirdiğiniz, nasıl adlandırdığınız günümüz siyaseti
içinde konumunuzu da bildiriyor. Zülfü Livaneli “Kaplanın Sırtında”dayı bu
durumun bilincinde kaleme almış ve bu şablonların dışında bir II. Abdülhamid
portresi çizmeye çalışmış. Sultanı insan olarak ve kişisel hayatına odaklanarak
değerlendirmeyi, anlatmayı denemiş. Romanın girişinde “İkinci Meşrutiyet ve
Sultan Abdülhamid konusunu ideolojik ve sığ kamplaşmalardan uzak bir biçimde
ele alıp, o devrin ruhunu ve zihniyetini yansıtmaya çalıştım” diyor.
Tabii bu bakış açısına en uygun kaynak Doktor Âtıf
Hüseyin Bey’in günlükleri olmuş. Yaşamı hakkında pek fazla bilgi olmadığı
söylenen Doktor Âtıf Hüseyin Bey’in Selanik’te görev yapan bir Tabip Binbaşı
olarak İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin üyesi olduğu düşünülebilir. Zaten II. Abdülhamid’e
doktor olarak atanacak biri dönemin iktidarını ellerinde tutan askerlerin çok
güvendiği biri olmalı. Zülfü Livaneli de
Doktor Âtıf Hüseyin Bey’e böyle bir muhalif kimliği çiziyor ve II. Abdülhamid’in
karşısına oturtuyor. Onların sohbeti sırasında sultanın kendi anlatımından
yaşamını, aldığı kararların, verdiği emirlerin nedenlerini öğreniyoruz. Diğer
yandan da Âtıf Hüseyin Bey’in itirazlarıyla da olayların II. Abdülhamid’in
bakışı dışında nasıl algılanıp yorumlandığını da okumuş oluyoruz. Yani anlatım
tek yanlı olarak kalmıyor. Ama sonuç olarak Doktor Âtıf Hüseyin Bey görüşlerini
değiştirmese de II. Abdülhamid’e daha olumlu bakmaya başlıyor. Yazar olarak
Zülfü Livaneli’nin de böyle baktığını düşünebiliriz.
Herkesi, her şeyi kuşkuyla karşılayan, çok dikkatle
tahlil eden, her an bir tehdit, saldırı bekleyen II. Abdülhamid de zamanla
Doktor Âtıf Hüseyin Bey’e güveniyor, ondan yaşamına yönelik bir tehdit
gelmeyeceğine inanıyor. Tabii Doktor Âtıf Hüseyin Bey’e uzun uzun kendinden ve
yaşamından söz etmesinin bir nedeni de hakkındaki bilgilerin kendi ağzından bir
şekilde yazıya geçmesini sağlamak da olabilir. Çünkü, daha önce, yine
Selanik’te sürgündeyken anılarını yazdırmak istediği ama engellendiği de
biliniyor.
“Kaplanın Sırtında” tarihi gelişmeleri takip ederek I. Balkan
Savaşı’nın başlayıp düşmanın Selânik’e yaklaşması üzerine II. Abdülhamid’in
İstanbul’a nakledilmesiyle son buluyor. II. Abdülhamid, İstanbul’dan gönderilen
Alman sefâretine ait Loreley savaş gemisiyle 1 Kasım 1912’de getirilerek
Beylerbeyi Sarayı’na yerleştirilmiş.
Zülfü Livaneli adeta bilimsel bir çalışma yapmış. Sadece
Doktor Âtıf Hüseyin Bey’in günlüklerine bağlı kalmamış, konuyla ilgili
ulaşabileceği tüm kaynakları incelemiş. Kitabın sonunda uzun bir kaynakça var.
Prof. Ali Yaycıoğlu metinle ilgili katkılarda bulunmuş. Prof. İlber Ortaylı,
Sırrı Süreyya Önder, Prof. Taner Timur, Zafer Köse, Ali D. Cevlan ve Ozan Bilge
kitabı okuyup görüşlerini bildirmiş. Derdim yine de anlaşılmaz diye
düşündüğünden olsa gerek kitabın sonuna bir karekod koyup Sırrı Süreyya
Önder’le yaptığı 49 dakikalık söyleşiyi dijital ortamda okura sunmuş.
Yorumlar