“İnsan sevdiğini neden böyle üzer?”


Diyarbakır’da yalnız yaşayan Yusuf’un bir gece vakti kapısı çalar. O kapıyı çalanın 15 yıl önce ayrıldığı sevgilisi Aylın olmasını dilese de gelen 25 yıldır görmediği babasıdır. O yıllardan çoğu silinip gitmiş çok az anısı ve biriktirdiği öfke, kırgınlık, kızgınlık vardır. Kendisini bırakıp gittiği için küstür babasına. 

Apartman aralığında, elinde sazı ve tahta bavuluyla diz çökmüş duran babasını kabul etmekle kalmaz ölümcül hasta olan adamın son dileğini yerine getirip onunla Kars’a Âşıklar Bayramı’na doğru yola çıkar. Aslında bu bir helalleşme yolculuğudur. Bu yolculuğun öyküsünü 2019’da yayınlanan Âşıklar Bayramı’nda okumuştuk.

Kemal Varol’un yeni romanı Babamın Bağlaması Âşıklar Bayramı’nın kaldığı yerden devam ediyor. Kitabın tanıtımında da yazıldığı gibi Yusuf, arabasının bagajında babasının eski bavulu, ön koltuğunda üç telli bağlaması ve port bagajında tabutuyla bu kez toprağına, evine, kendine doğru yol alıyor...

Kars’tan, babasının gömülmeyi vasiyet ettiği Arguvan’a doğru yol alırken kendiyle, geçmişiyle yüzleşip geleceğine ilişkin kararlar alıyor.

Babamın Bağlaması “Âşıklar Bayramı’nın ikinci perdesi” yani devamı olarak sunulsa da kendi içinde bütünlük taşıyan bir anlatı. Geri dönüp Âşıklar Bayramı’na bakmanız, okumadıysanız okumanız gerekmiyor ama Babamın Bağlaması’ndan sonra Âşıklar Bayramı’nı okumak ilginç bir deneyim olabilir. Yusuf’un geçirdiği değişimi, katı ve bana hoyrat gelen tavırlarının altında yatan nedenleri daha iyi kavrarsınız. Benim için öyle oldu.

Âşıklar Bayramı’nı okuduğumda Yusuf’un insanlara, özellikle kadınlara karşı tavırlarının nedeninin babasız büyümek, babasına karşı duyduğu öfke ve hesaplaşamamanın verdiği bir ruh hali olduğunu düşünmüştüm. Babamın Bağlaması’nda Yusuf hakkındaki değerlendirmem biraz değişti. Bu kuşkusuz Yusuf’un yaşadığı değişimden kaynaklanıyordu. Yirmi beş yıl içinde öfkeyi biriktirdikten sonra birlikte çıktıkları ve sonunda ölümün olduğunu bildikleri yolculukta Yusuf babasıyla yüzleşememiş, içinde biriktirdiklerini söyleyememiştir ama babasını tanımış ve tasavvur ettiğinden farklı biri olduğunu anlamıştır. Anladığı bir başka şey de baba oğul olarak çok benzedikleridir. Bu sadece dış görünümdeki benzerlik değildir, insan ilişkilerinde, özellikle kadınlarla, sevgililerle yaşananlarda da benzeşiyorlar. Heves Ali’nin yaşadıklarından Yusuf’un yaşam öyküsünü öğreniyoruz. Birbirlerini hemen hiç görmemişler ama benzer karakterlerdeler ve yaşama ve insanlara bakışları birbiriyle aynı.

Babası Heves Ali’nin karısı ve küçük oğlunu terk edip yollara düşmesindeki ruh haliyle Yusuf’un ilk sevgilisi Aylın’i terk etmesinin birebir benzeştiğini anlıyoruz. İkisi de kendilerinde yaşayan insanlar, kendileri için yaşayan insanlar. En yakınları, en sevdikleri, aşkıyla Mecnun oldukları olsa da diğer insanların yaşamlarında yeri yok.

Babamın Bağlaması, Heves Ali’nin Kars’ta Âşıklar Bayramı sırasında ölümü ve bu ölüm sonrasında yaşananlarla başlıyor. Heves Ali, Yusuf’un babasıdır ama Âşıklar Bayramı için Kars’a gelmiş tüm âşıkların sevip saydığı bir üstattır. Heves Ali ile kırk yaşındaki Yusuf’un yaşından uzun dostlukları olanlar vardır. Yani çoğunun Heves Ali ile hukuku Yusuf’unkinden çoktur. Yusuf onların babasına karşı son görevlerini yerine getirmelerini, uğurlamak, toprağa vermek arzularını önemsemez. Onun için önemli olan bir an önce babasını toprağa vermektir. Bu nedenle Heves Ali’nin vasiyetini, Arguvan’a, orada bıraktığı bir eski sevgilinin yanına gömülmek istediği gerekçesini ileri sürer. Sevenlerinin, dostlarının Kars’tan kalkıp Arguvan’a gelmesini, yani orada da olsa bir tören yapılmasını önlemeye çalışır. Yine de cenaze töreni umulmadık buluşmaların yeridir.

Babasının tabutunu aracının üzerine yerleştirir ve yola çıkar. Belki de niyeti yaşarken babasıyla yapamadığı yüzleşmeyi öldükten sonra, gömülmeye giderken yapmaktır. Helalleşme yerine yaşanacak bu hesaplaşmaya da kimselerin şahit olmasını istemez. Ama o uzun yolculukta yaşadığı babasıyla değil kendi geçmişiyle yüzleşmedir. Zaten bu yüzleşmede babasıyla ne kadar çok benzeştikleri ortaya çıkar. Babası kendi çapında ünlü ve saygı duyulan bir âşık olarak gittiği her köyde kendisini umutla, bir gün dönecek diye bekleyen bir sevgili bıraktıysa Yusuf da tüm nobran hallerine rağmen, belki de o nedenle, çok sevilmiş ama sevememiştir. Kendisini tutkuyla seven Yıldız’a karşı davranışları, sevmeye aday turuncu saçlı Dilek Hemşire ve en önemlisi 15 yıl önce kendi terk etmesine rağmen aşkıyla yanıp tutuştuğu, cevapsız mektuplar yazdığı Aylın’a tavırları Yusuf’un mutlu aşkları değil sadece kendi yalnızlığında yaşamak istediğini düşündürüyor. Çünkü kendine hiçbir zaman itiraf edemese de halinden memnun. Kendine sorup cevaplayamadığı soru öylece duruyor; “insan sevdiğini neden böyle üzer?”

Kemal Varol usta bir anlatıcı. Yarattığı ayrıntı zenginliği, şiirsel betimlemeleri anlatım gücüyle birleşiyor ve Babamın Bağlaması’nın ilk cümlesinden itibaren bizi Heves Ali’nin ve Yusuf’un dünyalarına çekiveriyor ve son satıra dek onlarla soluksuz yol almamızı sağlıyor. (09.09.2022, Hürriyet Kitap-Sanat).   

 

 

Yorumlar