Gwendolyn Brooks 7 Haziran 1917’de doğmuş. Amerikalı bir şair. 1950'de sıradan bir Siyah genç kadının hikâyesini anlattığı Annie Allen adlı şiir kitabıyla Pulitzer Şiir Ödülü'nü kazanan ilk “Afrikalı Amerikalı” olmuş. Şiirlerinde toplumdan dışlananların, hor görülenlerin, “zenci” diye dışlanıp ezilmeye çalışılanların, emekçilerin, ev kadınlarının, yoksul ailelerin, çocuklarının hayatlarından kesitler anlattığı belirtiliyor. Yazık ki birkaç çeviri dışında şiirlerini Türkçede toplu olarak, bir kitap halinde henüz okuma şansına kavuşmamışız.
Gwendolyn
Brooks’un ilk şiirleri 1936’da yayınlanmış. Üretken şiir yaşamı boyunca
çoğunluğu şiir kitapları olmak üzere çok sayıda kitabı yayınlanmış, sayısız
ödül almış. Doğma büyüme Chicago'lu biri olarak, 1968'de Illinois Eyaleti Baş Şairi
seçilmiş ve bu görevi 32 yıl sonra ölene kadar sürdürmüş. Ayrıca 1985–86 dönemi
için ABD Baş Şairi seçilmiş. 1976'da Amerikan Sanat ve Edebiyat Akademisi'ne
kabul edilen ilk Afrikalı Amerikalı kadın olmuş. 3 Aralık 2000’de vefat etmiş.
Maud
Martha, Pulitzer Ödüllü şair Gwendolyn Brooks’un 1953’te yayınlanmış tek
romanı. 1920'lerin sonlarında Chicago'da büyüyen genç bir kızın, Maud
Martha'nın yaşamından kesitler içeriyor. Maud'un çocukluğundan başlayarak
Chicago'daki yaşamını kısacık bölümlerde parça parça yansıtılırken ırk, sınıf
ve cinsiyet ayrımı gündelik yaşamdan küçük ayrıntılarla, anlarla, fragmanlarla
anlatılıyor.
Maud
Martha'yı yedi yaşındayken tanıyoruz. Onunla ailesi, babası Abraham, annesi
Belva, kız kardeşi Helen ve erkek kardeşi Harry anlatıya dahil oluyor.
Gwendolyn Brooks kahramanlarını hep bir olay ya da durum içinde anlatıyor. Dar
gelirli aileyi de babanın ev kredisi ile ilgili teklifini onaylatmak amacıyla
gittiği görüşmeden iyi haberle dönmesi umuduyla bekledikleri anlarda, o
tedirgin bekleyişte anlatacaktır.
İlerleyen
sayfalarda kızıyla tamamen zıt karakterdeki anne Belva ve Maud’un daha açık ten
rengi ve güzelliğiyle hep kıskandığı kız kardeşi Helen ailenin öne çıkan
üyeleri olacaktır.
“Daha
açık ten rengi” Maud Martha'nın yaşamının sonraki yıllarında da kendisi için
önemli bir sorun teşkil ediyor. Amerika’daki ırk ayrımına özellikle bu konuda
yazılmış edebi eserlerle oldukça aşinayız ama bu ayrımcılığın sadece beyazlarla
“Afrikalı Amerikalı”lar arasında olmadığını, “Afrikalı Amerikalı”ların da ten
rengi açık olandan koyuya doğru bir kendi aralarında ayrım yaptıklarını, en
açık tende olanların diğerlerini küçümsediğini bu kadar net olarak okumamıştım.
Maud Martha “Afrikalı Amerikalı”ların en koyu ten rengi olanlarındandır ve
kendi toplumu içinde bu ayrımcılığı sürekli hisseder ve bu yaşamında,
ilişkilerinde hep etkili olur.
Âşık
olup evlendiği kendisine göre çok daha açık tenli olan Paul’le de aynı hisleri
yaşar, teninin renginin koyuluğu nedeniyle ona uygun olmadığını düşünür oysa
gerçeklik tamamen tersidir. Maud, okuyan, düşünen, hayat hakkında kaygıları
olan, edebiyat, sanata meraklı bir genç kadınken Paul başka hevesler
peşindedir. Bu kişilik farkının yanında Paul
ne kadar çalışsa da Maud'a söz verdiği yaşam biçimini iyi döşenmiş, güzel
ısınan bir ev, yeni giysiler, hoş eğlenceler de sağlayamaz. Çok yoksul bir
mahallede, izbe bir apartmanda banyosuz tek odalı bir evde yaşamak durumunda
kalırlar.
Toplum
içinde yaşamları da kolay olmaz. Birlikte gittikleri her yerde Maud koyu tonlu
ten rengi dolayısıyla ayrımcılık yaşadığını, görmezden gelindiğini hisseder. Bu
sadece beyazların gittiği bir sinema salonunda farklı ten renginde tek çift
olsalar da “Afrikalı Amerikalı”ların önde gelenlerinin bir kulüp etkinliğine de
katılsalar değişmez.
Gwendolyn
Brooks’un Maud Martha'sı tamamlanmamış bir puzzle’ın parçalarına tek tek bakmak
gibi bir duygu uyandırıyor. Ama bu parçalanmışlık hissi sayfalar ilerledikçe
bütünselleşiyor ve ana anlatı belirginleşiyor. Diğer yandan kısacık bölümleri
başlı başına birer öykü olarak da okumak mümkün. Tabii Brooks’un şairliğinden
gelen şiirsel anlatımı, en küçük bir zaman parçasında bile ayrıntıları gören
bakışı, kahramanlarının ruh hallerini birkaç sözcükle bütüncül olarak verebilme
yeteneği de anlatıyı farklılaştırıp, güzelleştiriyor.
Maud Martha “1940'larda Afro-Amerikan günlük yaşamına
açılan bir pencere” olarak değerlendirilmiş. Gwendolyn Brooks tüm yaşananları
olağanüstü bir sakinlikle ve hiç abartmadan derinden gelişip büyüyen bir
gerilimle anlatmayı başarmış. Didar Zeynep Batumlu’nun çevirisinden okuduğumuz
Maud Martha kısa, sade, ustaca yazılmış, zamanla klasikleşecek etkili bir
anlatı. (24.03.2023, Hürriyet Kitap - Sanat).
Yorumlar