Doksan yaşındaki koca çınardan yetmiş yıllık büyük bir emek


Türk öykücülüğünün büyük ustalarından Adnan Özyalçıner’in doksanıncı yaşı kallavi bir eserle kutlanıyor; ‘Toplu Öyküler’. Kallavi diyorum çünkü bu kitap 1192 sayfalık dev bir cilt. ‘Toplu Öyküler’ 50 Kuşağı'nın usta kalemlerinden Adnan Özyalçıner’in ilk kitabından da öncesine geçen bir toplam. ‘Kenar Mahalleden’ adıyla Melih Erzen’in derlediği kitaplarında yer almayan öykülerinden oluşan derlemeyi de içeriyor ve bu yılın başında yayınlanan ‘Yağmurda’ ile son buluyor. Yanlış saymadıysam 13 kitabı içeren bir cilt ‘Toplu Öyküler’.   

Adnan Özyalçıner edebiyat yolculuğuna 1960 yılında yayımlanan "Panayır" öykü kitabıyla başlamış ama yazarlık serüveni ilkokul çağlarına dek uzanıyor. Adnan Özyalçıner yayınlanan ilk öyküsünün Demet dergisinde çıkan “Bir Yılbaşı Gecesi” olduğunu söylese de Melih Erzen ilk yayınlanan öykünün Şubat 1953 tarihli Türk Sanatı Mecmuası’nda yer alan “Uyku Belası” olduğunu tespit etmiş. Ama tarihi biraz daha geriye çekmek mümkün, ilk öyküsü, ortaokul öğrencisiyken Eyüp Camisi avlusunda karşılaştığı bir dilenci çocuktan esinlenerek yazdığı ve o dönem ilkokul öğrencisi olan kız kardeşinin sınıf dergisinde yayımlanan “Fedakâr Arkadaş'tır.

1953’ü başlangıç tarihi olarak alsak bile 70 yıllık bir yazarlık emeği var Adnan Özyalçıner’in. 70 yıla 13 kitabın az olduğunu düşünebiliriz. Ama bunlar sadece öykü kitapları. Adnan Özyalçıner tam anlamıyla bir yazı emekçisi ve çalışkan bir karıncadır. Öykülerin yanında şiir, roman, deneme, masal, araştırmalar da yazmış, derlemeler, antolojiler yayınlamış. Özellikle Mehmet Seyda ile James Sullivan adıyla yazdıkları polisiye roman ve gölge yazar olarak kaleme aldığı ve Türkan Şoray’ın adıyla gazetelerde tefrika edilen iki romanı Buruk Acı ve Buğulu Gözler’i merak etmemek elde değil. Belki onlar da 90 yaş armağanı olarak tek bir ciltte bir defaya mahsus basılır.  

İkinci Dünya Savaşı sonrası, ellili yıllar Dünya’da değişimleri getirdiği gibi Türkiye’de de özellikle sanat alanında büyük yeniliklerin yaşandığı bir dönem. Dünya’daki sanatsal yenilikler hızla Türkiye’ye yansıyor. Soyut resim, atonal müzik, yeni sinema, İkinci Yeni Şiiri ve 50 Kuşağı Öykücüleri… 50 Kuşağı Öykücüleri, eleştirmenlerin doğru tespiti ile, ilk bakışta o yılların varoluşçu akımının izinde bunalım ve yabancılaşma temalarını işlemiş, gerçeküstücülükten etkilenip düş, simge ve alegorilere yer vermiş gibi görünse de her 50 Kuşağı Öykücüsü dil ve anlatımıyla kendine özgü bir anlatı evreni kurmuş, geleneksel hikayecilik anlayışını kırıp yerine öyküyü koyan ve günümüze kadar ulaşan kalıcı eserlere imza atmış.

Adnan Özyalçıner’in 1960 tarihli ilk kitabı Panayır ve 1963’te yayınlanan ikinci kitabı Sur’da dönemin öykülerindeki tüm nitelikler görünse de onu farklılaştıran ve öykücülüğünün yapı taşını haline gelen temaları İstanbul ve İstanbul’un kenar mahallelerinde yaşam mücadelesi verenlerdir.

Adnan Özyalçıner’in farkı 1971 yılında "Yağma" adlı kitabıyla iyice belirginleşir. Bireyi ve mekânı, yani İstanbul’u ihmal etmeden toplumsal ve sınıfsal bir bilinci öne çıkarır. 1972'de "Yıkım Günleri" ile toplumsal çatışma ve gerilim temaları iyice belirginleşir. Yoksul insanları ele alan öykülerinde toplumsal sorunları eleştirel bir dille işlerken dönemin zaaflarına kendini kaptırmaz, dil ve anlatıma her zamanki gibi önem verir.

Adnan Özyalçıner, başlangıçta Kafka ve Camus gibi varoluşçu yazarlara yakın görünse de zamanla Sait Faik, Haldun Taner ve Orhan Kemal gibi Türk edebiyatının önemli isimlerinin açtığı yolda kendine has bir yer edinmiştir. Bu değişim özellikle 1977'de yayınlanan "Gözleri Bağlı Adam", 1991 tarihli "Cambazlar Savaşı Yitirdi" gibi kitaplarda hissedilir. 2000’lerde yayınlanan kitaplarında öyküler giderek kısalıp billurlaşır ve kendi yaşamından da yola çıkarak yazdığı küçük anılar ve izlenimler halini de alarak yeni bir aşamaya gelir. Bu bakışınen somut son iki kitabı ‘Torik Akını’ ve ‘Yağmurda’da görürüz. 

Adnan Özyalçıner’in öykücülüğü için kendine has diyorum, çünkü öykü evrenini bütüncül bir yaklaşımla kurar. Başlı başına İstanbul’u, kentin gerçeklerini, toplumsal yaşamı, yıkımı ve umudunu anlatır. Toplumcu bir bakış açısını her zaman korur, yöneten-yönetilen, zengin-yoksul, işçi-sermayedar gibi çelişkileri belgelemeye ve eleştirmeye çalışır. Ama bunları yaparken estetiği ihmal etmez. Derinlikli ve estetik bir biçimde, gerektiğinde sembolik anlatıma ve gerçeküstü öğelere başvurmaktan çekinmeden gerçekçi öyküler kaleme alır.

Adnan Özyalçıner'in öyküleri, sadece toplumsal sorunları ele almakla kalmaz, aynı zamanda o toplumun içinde ve yaratılan koşullarda yaşamak zorunda kalan insanın psikolojisini derinlemesine irdeleyerek bireysel meselelere de odaklanır. Toplumsal gerçekçilikle bireyselin içsel yolculuğu arasında ustalıklı bir denge kurar. Adnan Özyalçıner'in öykülerindeki karakterler, sıradan hayatların içinde büyük duygusal çalkantılar yaşayan insanlardır. Onların hayal kırıklıkları, umutları, çatışmaları ve arayışlarını etkileyici bir biçimde aktarır.  Okuyucu, onların deneyimlerine ortak olurken, kendi hayatına da bir ayna tutma fırsatı yakalar ve Özyalçıner'in kalemiyle, insanın derinliklerindeki karanlık noktaları ve umut ışıklarını keşfetme imkânı bulur. 

Toplu Öyküler’e baktığımızda Adnan Özyalçıner'in insan psikolojisini, toplumsal gerçekliği ve evrensel temaları derinlemesine irdeleyen, sanatsal özgürlüğü ve özgünlüğü önemseyen bir anlatımla insanlığın ortak sorunlarını yansıtan büyük bir usta olduğunu anlıyoruz. Adnan Özyalçıner eserleriyle kalıcı bir etki bırakmış ve öykücülüğümüzün gelişimini etkilemiş, yenilikçi bir anlayışla da değişmesini sağlayan en önemli adlardan olmuş. Tüm öyküseverlerin ve öykücülerin başucu kitabı olması gereken ‘Toplu Öyküler’ de bunun somut bir kanıtı olarak kitaplıklarımızda yer alacak. (23.06.2023, Hürriyet Kitap - Sanat). 

Yorumlar