Bin Yılın Opera Aşkı


Akira Mizubayashi’yi Türkçede yayınlanan ilk romanı Can Kırığı ile tanımıştık. Can Kırığı’nda kırık bir kemanın geçmişini araştırırken “anımsama, köksüzleşme ve sonsuz yas gibi izlekleri klasik müziğin tınılarıyla buluşturuyor”du. Hem konusu hem de anlatımıyla okuru etkileyen ve kültleşecek bir roman olduğunu düşündüğüm Can Kırığı’ndan sonra yine müzikle içiçe bir romanla, ‘Binyılın Aşkı’yla Türk okurla buluşuyor Mizubayashi.

Akira Mizubayashi, 1951’de Japonya’da Sakata şehrinde doğmuş, Fransızca eğitimi almış ve hayatını Fransızca eğitimi vererek Japonya ve Fransa arasında sürdürmüş. Eserlerini Fransızca kaleme alıyor. Neden Fransızca yazmayı tercih ettiğine dair “Une langue venu d'ailleurs” (Folio, 2013) bir eseri de var. Edebi eserlerini geç bir yaşta, 2010’lardan sonra yayınlatmaya başladığını anlıyoruz. İlk eserinin yayın tarihi 2013. Kendi internet sitesi dahil hiçbir yerde ayrıntılı bir biyografisine ulaşamadığım için böyle diyorum. Kendinden söz etmeyi sevmediğini, eserleriyle var olmayı tercih ettiğini düşünebiliriz.

Ama yetersiz biyografileri bile eserleri ile kendi yaşam öyküsü arasında sıkı bağlar olduğunu düşündürüyor, en azından ‘Binyılın Aşkı’nın kahramanının öyküsü ile Akira Mizubayashi’nin yaşam öyküsü ilk bakışta ana hatlarıyla örtüşüyor.

Roman, Sen-nen isimli Fransızca eğitimi veren bir Japon profesörün Fransız eşi Mathilde ile olan evliliğini ve müzik dolu geçmişine bir yolculuğunu anlatıyor. Sen-nen Paris'te eşiyle birlikte yaşamaktadır. İkisi de müzik tutkunu olan çift, Fransa'da bir müzik kursunda tanışmıştır. Ancak Sen-nen, Paris'te doktora öğrencisiyken hayatının dönüm noktası niteliğindeki bir olay yaşar. Bir opera tutkunu olan Sen-nen Paris Operası’nda sahnelenecek olan Mozart’ın Figaro'nun Düğünü’nün bütün gösterilerini izlemeye karar verir. Gerekirse bu iş için kısıtlı bütçesinin tamamını harcamaya razıdır. Bu kararının temelinde opera aşkı kadar Figaro'nun Düğünü'nde Susanna rolünü canlandıran bir opera sanatçısı olan Clémence’e tutkulu hayranlığı da vardır.

Sen-nen tutkulu bir hayran olarak sadece Clémence’i izlemekle kalmaz ona mektuplar da yazar. Bu mektuplarda Figaro'nun Düğünü’nün kendisi için önemini, bu büyük eserin estetik etkisinin yanı sıra nasıl bir düşünce dünyası açtığını da anlatır. Susanna rolüne, söylediği şarkılara da değinir. Kendisine hayranlığının esere ve eserdeki rolüne bağlı olduğunu açıklar.  Cevapsız mektuplar birbirine eklenirken son temsilden önce nihayet Clémence’den mesaj gelir ve buluşurlar. Aralarında kırık bir aşk ilişkisi başlar.

Japonya'da yeniden doğan muhafazakarlıktan kaçan Sen-nen kendisi gibi Mozart'ın da döneminin kurallarına eserleriyle karşı çıktığını düşünür. Aydınlanma döneminin öncülerinden biri olarak hümanizm, sınıflar arasındaki çelişkiler, kadın erkek eşitsizliği gibi o zamanlar yeni yeni tartışılmaya başlayan konuları ele aldığı için Mozart’a hayran olduğunu belirtir. Figaro'nun Düğünü Mozart’ın bu siyasi yaklaşımlarını da yansıtan bir eser olarak ayrıca öneme sahiptir onun için.  

Akira Mizubayashi, Binyılın Aşkı’nı geçmiş ve bugünün içiçe anlatıldığı bir zaman akışında kurmuş. Bir yandan geçmişi anımsayıp hem Mathilde hem de Clémence ile yaşadıklarını anlatırken diğer yandan insan sesine duyduğu hayranlıktan kaynaklanan opera tutkusunun nasıl geliştiğini iletiyor. Figaro'nun Düğünü hakkında yaptığı çözümlemelerle estetik, siyasi boyutlar katıyor anlatısına. Tüm bunları da sakin bir anlatımla, hiç abartmadan sanki doğal akış buymuş gibi iletiyor okura.  

Aradan otuz yıl geçmiş, Sen-nen Figaro'nun Düğünü'nü hâlâ dinlese de o eserde hayranı olduğu Susanna rolünü canlandıran Clémence’i belleğinin derinliklerine gömmüştür. Hasta eşine bakar, yaşlı köpeğiyle zaman geçirirken ölüme hazırlanır. Akira Mizubayashi eşinin, köpeğinin ve kendinin durumlarından yola çıkarak yaşlılık ve ölüm hakkında düşünür.

Bu hayata veda hazırlıkları sırasında, otuz yıl sonra Clémence’den bir mesaj alır. Figaro'nun Düğünü Paris Opera'sında tekrar sergilenmektedir ve Clémence bu yapımda görevlidir. Sen-nen’i ilk gösteriye davet etmektedir. Bu davet Sen-nen’in kalbine gömdüğü aşkını anımsaması, geçmişiyle buluşması demektir.  

‘Binyılın Aşkı’ müziğin ve aşkın etrafında kurulan bir anlatı. Akira Mizubayashi yaşam boyu süren bir tutkuyla dolu bir adamın hikayesini zaman zaman şiirsel diyebileceğimiz imgesel anlatımlara başvursa da oldukça sakin bir dille anlatıyor. Adı “bin yıl” anlamına gelen Sen-nen’in öyküsünü okurken müziğin nasıl derin anlamlar taşıyabileceğini de düşünmeden edemiyoruz. Gözde Koca’nın Türkçeye çevirdiği ‘Binyılın Aşkı’nda Akira Mizubayashi’nin akıcı anlatımı ile etkileyici hikayesini okurken müziğin içerdiği imge ve anlamlar dünyasının yanında aşk, tutku, yaşam, ölüm gibi varoluşsal sorunlar üzerinde de düşünüyoruz.

 

Yorumlar