Marquez’in içine sinmeyen neydi?


“Zenginin malı züğürdün çenesini yorar” diye bir atasözümüz vardır. Son zamanlarda sık sık onu anımsıyorum. Şairlerin, yazarların vasiyetlerine uyulmama haberleri ard arda geliyor. Yazarların  “Evrak-ı Metruke”lerinde “eser”ler keşfediliyor. Bunlar büyük bir keşifmiş gibi müjdeleniyor.

Bir açıdan bakarsanız sevdiğimiz şair ve yazarın yeni bir eserinin bulunması biz okurları için güzel bir şey. Hem yeni bulunan eserini okuyoruz hem de yazarı, eski eserlerini anımsamış oluyoruz. Yayınevi ve mirasçılarda memnun hem yeni gelirler hem de o yazara yeniden bir ilgi doğmuş oluyor. Marquez’in “Ağustos’ta Görüşürüz”ü için de benzeri şeyler yaşandı. Marquez’in vasiyeti, çocuklarının bu vasiyete uymaması, bunun sonuçlarının hayır mı şer mi olduğu tartışıldı.

Üstelik nasıl bir tanıtım politikası bilinmez “eserin bitmemişliği”ne sık sık vurgu yapıldı. Yarım kalmış eserler okuru daha çok çekiyor, yazarının yaşarken yayınlanmamasını istediği, “bitmemiş” bir eserin cazibesi çok oluyor sanırım. Ben bu tip yarım şeylere kuşkuyla yaklaşırım, yayınlanması tamamen yanlış olur.  

Tartışmalarla yürütülen tanıtım kampanyasıyla  “eser” iyice geride kaldı. Marquez neyi, nasıl anlatmış? Eserin edebi değeri nedir? “Ağustos’ta Görüşürüz”ü Marquez’in eserleri arasında nereye koyabiliriz? Marquez defalarca kaleme aldığı anlaşılan eserini yayınlatmaktan neden vazgeçmiş? İçine sinmeyen neydi, gibi sorular da es geçilmiş oldu. Marquez neden “Bu kitap işe yaramaz, imha edilmesi lazım” dedi? Açık ve net vasiyete rağmen neden başta çocukları olmak üzere yayıncıları, editörü “bu kitap yayınlanmalı” dediler?

Aslında Marquez kahramanı Ana Magdalena Bach olan ve beş bağımsız öyküden oluşan bir anlatı planlamış. “Metinlerin ortak noktası yaşlı insanların aşk hikayelerini konu edecek olmaları”. 

“Ağustos’ta Görüşürüz” bu tasarlanan kitabın ilk öyküsü. Marquez, 1999’da bu öyküden parçaları bir söyleşide okumuş, ardından birçok ülkede, gazetelerde, dergilerde bu parçalar yayınlanmış. Bu öykünün kitaplaşması beklenirken, yaşarken yayınlanan son anlatısı “Benim Hüzünlü Orospularım” gelmiş. Arada Marquez’in anılarından oluşan “Anlatmak İçin Yaşamak” da var. Yani Marquez bu eseri yazarken başka projeler üzerinde de çalışıyor. Söylendiği gibi hastalığı ya da bellek sorunları bu kitabın kaleme alınmasını engellemiyor, o daha sonra düzeltmeler yapılırken yaşanan bir süreç. Aksine üzerinde çalışıyor ve beş ayrı versiyon kaleme aldıktan sonra “Bazı kitapları dinlendirmek gerekir” diyerek son versiyonu ajansına yolluyor. Söylenenlerin aksine bu son versiyonun bir finali de var. Yani eser tamamen bitirilmiş. Zaten kitabın sonuna da bu versiyondan, üzerinde Marquez’in yaptığı düzeltmeler olan sayfalar da konmuş.

Yirmi yedi yıldır mutlu bir evliliği var, kocası ve çocuklarıyla kurduğu hayattan kaçmak için hiçbir nedeni yok. Yine de her ağustos ayında feribotla annesinin gömülü olduğu adaya geliyor ve bir geceliğine yeni bir sevgili buluyor” Ana Magdalena Bach’ın kitabın arka kapağında da özetlenen hikayesi bu.

Ana Magdalena Bach’ın tüm mutluluk tablosuna rağmen mezarlık ziyaretinde bir gecelik sevgili bulması ve bunu alışkanlık haline getirip her yıl yinelemesi tabii ki üzerinde düşünülmesi gereken bir olay. Başlangıçtan itibaren öyküde Marquez havasını hissediyorsunuz ama bence ağır basan, aynı dönemde kaleme aldığı bilinen “Benim Hüzünlü Orospularım”da da gördüğümüz esas çizgiden, diğer eserlerden farklılaşma. Marquez’de bizi cezbeden ve “Büyülü gerçekçilik” diye adlandırılan anlatım özelliklerini bu eserlerde yoğun olarak bulamıyoruz. Belli belirsiz bir esinti var ama anlatım daha sade ve düz. Bu da Marquez okurlarında ve eleştirmenlerinde eserin yeterince işlenmediği, “cilalanmadığı” duygusunu oluşturuyor, biraz daha çalışabilse daha mükemmel bir eser ortaya çıkabilirdi, diye düşündürüyor.

Kitabın Türkçe ve Estonya’ca baskılarında renkler ve tipografi biraz farklı olsa da aynı kapak düzeni ve aynı görsel kullanılmış. O görsele bakarsak olay 20. Yüzyıl başlarında, hatta daha öncesinde geçiyor gibi algılanabilir ama Marquez çok çağdaş bir öykü anlatıyor. Değindiği de yaşlandığını fark eden çağımızın insanının bireysel sorunları. Eleştirilerde dikkat çekildiği gibi Aşkı arayış, yalnızlık duygusunun yoğunlaşması, karşılıksız arzu, sadakat - sadakatsizlik, kıskançlık ve hayal kırıklığı gibi olgulara değiniyor.   

Aslında Ana Magdalena Bach’ın kişiliğinden, geçmişinden, yaşadığı bireysel ve ailevi sorunlardan,  orkestra şefi kocası ve biri müzisyen, diğeri rahibe olmak isteyen çocuklarıyla ilişkilerinden, her yıl gittiği adanın yaşadığı turistik değişimden bizim aradığımız büyük bir Marquez anlatısı çıkabilirmiş. Belki de Marquez’in biraz daha üzerinde çalışmak için metni beklemeye almasının nedeni de buydu. Ama şunu yapabilirdi, bunu yapabilirdi diye düşünceler ileri sürmek yerine elimizdeki metne odaklanırsak bence bütünlüğü olan ve tamamlanmış bir eser var karşımızda. Eseri de bize sunulan bu bütünlük içinde değerlendirmeliyiz. 

Yaşlanmayla birlikte insanın dünyaya, ilişkilerine, yaşam biçimine bakışı değişiyor. Marquez kuşkusuz yaşı itibariyle kendisini de ilgilendiren bu olguları anlatısının kahramanına yaşatmış ve düşündürmüş.  Ana Magdalena Bach’ın yılda bir kez de olsa kalıplara oturtulmuş yaşam biçiminden, alışkanlıklardan, ilişkilerden kopması onun kendini, ailesini, ilişkilerini ve geçmişini sorgulamasına da neden oluyor. Sonunda da bir karar varıyor ve tercihini yapıyor.

Emrah İmre’nin özenli çevirisinden okuduğumuz “Ağustos’ta Görüşürüz” (Can Yay.) bir başyapıt değil. Ama Marquez’in eserleri arasında yer alamayacak bir çalışma da değil. “Benim Hüzünlü Orospularım”ın yanına rahatça konulabilecek bir son dönem yapıtı. Büyük bir ustanın minör bir eseri. Kitabın yayınlanma aşamasında yaratılan tartışmalar unutulup kendi bütünlüğü içinde değerlendirilirse ilgiyle, edebiyat tadı alınarak okunabilir.   (27.03.2024) 

Yorumlar