Şıpıdık ayakkabılı seri katil


Bıçakçı Petri’yi Reşad Ekrem Koçu şöyle tanımlıyor; “on sekiz-on dokuz yaşlarında uzun boylu ve kumral tüylü ve saçlı ve koyu ela gözlü ve aşırı derecede yüz güzelliğine sahip ve büyük elli, büyük ayaklı ve el ve ayakları uzun uzun parmaklı ve anadili Rumcadan gayrı gayet düzgün İtalyanca ve Arnavutça konuşur ve tek kelime Türkçe bilmez ve bıçak ve tabanca kullanmada çok usta ve ekseriya vuracağı kimseyi kalp üstünden vurur ve öldürür. Gayet tehlikeli şerir ve katil..”

“Galata Canavarı Bıçakçı Petri” ile ilk kez İstanbul Ansiklopedisi’nde karşılaşmışız. Ama ne zaptiye kayıtlarında ne de Petri’nin yaşadığı belirtilen1866- 80 arasında yayınlanan gazetelerinde, henüz Bıçakçı Petri’yle ilgili bir bilgiye rastlanmamış. Bıçakçı Petri hakkında yazılan tüm yazıların kaynağı Reşad Ekrem Koçu olmuş. Petri gerçekten var mıydı, yoksa Koçu’nun bir kurgu kahramanı mıydı? Bilinemiyor. Tabii gazetelere haber olmaması Petri’nin hiç yaşamadığı ve cinayetler işlemediği anlamına gelmiyor. Zira o dönem basına çok güçlü sansür olduğu biliniyor ve Petri’nin cinayetlerinin haberleşmemiş olması ihtimalinden de söz ediliyor. 

Reşad Ekrem Koçu, Petri’yi karakter olarak o kadar ilginç bulmuş ki hakkında bir roman da yazmış ve romanı “Bu benim en büyük eserimdir” diye anıyormuş. Romanı o kadar çok sevmiş ki dört defa yeniden yazmış, yayınlatmış ve her defasında genişletmiş.

Reşad Ekrem Koçu’nun bir çok eseri kitaplaşmış olmasına rağmen “Galata Canavarı Bıçakçı Petri” tefrika olarak kalmış. Tefrikanın izini sürüp kitaplaşmasını sağlayan iyi araştırmacı Serdar Soydan. Soydan, Reşad Ekrem Koçu’nun Petri ile ilk karşılaşmasının Ahmet Rasim Bey Fuhş-i Atik (Eski Fuhuş) isimli eserinde olduğunu belirtiyor. Koçu, daha sonra çeşitli vesilelerle Petri’den söz etmiş ve nihayet bu ilginç seri katilin hayatını romanlaştırmış.

Yine Serdar Soydan’ın belirttiği gibi Petri, Peyami Safa’nın Cingöz Recai’si, Patricia Highsmith’in Becerikli Bey Ripley’i gibi bir kahraman. Ele avuca sığmıyor ve yakalanmak bir yana kim olduğunun anlaşılması bile yıllarca süren araştırmalarla mümkün oluyor. Bu sırada da Petri 14 cinayet işliyor.

Reşad Ekrem Koçu, Peyami Safa ve Patricia Highsmith gibi suçluyu esas kahraman olarak alıyor. Onun maceralarını anlatırken cinayetlerini nasıl, hangi ruh hali ya da gerekçelerle işlediğini, nasıl yakalanmadığını da öğreniyoruz.   

“Şıpıdık ayakkabılı seri katil” olarak anmamızın nedeni de cinayetlerine imza atar gibi olay yerinde ayağındaki şıpıdıkları bırakıp, yalınayak kaçması. Ökçeleri basık, yumurta topuklu pabuçlara İstanbul tulumbacılarının tabiri ile şıpıdık deniyormuş. 

Petri, Adriyatik Denizi’nde Aya Mavra1 adasında tecavüze uğramış genç bir kadının gayrimeşru çocuğu olarak dünyaya gelmiş. Annesi, fahişelik yaparak büyütmüş. Çalıştığı gecelerde de diyakozun yani papaz yardımcısının evine gönderirmiş. Petri çok güzel bir çocukmuş ve güzelliği diyakozun dikkatinden kaçmamış. Bir gece diyakozun tecavüze uğramış. Bu olaydan sonra, zaten güzelliğiyle adada ünlü olan Petri meyhanelerde hem garson hem de köçek olarak çalışmaya başlamış. Ama orada da erkeklerin ilgisini çekmiş. Bir gece çok sarhoş bir kaptanın tecavüzüne uğramış ve adamı kalbinin üzerinden bıçaklamış. Ada halkı bu cinayetin nefsi müdafa olduğuna inanmış ve Petri’nin kaçması sağlanmış. Birkaç yıl gemilerde tayfa olarak çalışan Petri, 1874 yılında Galata’ya ayak basmış. İkinci ve üçüncü cinayetleri Galata’da işleyecektir.

O zamanlar Galata demek sefahat demek, meyhaneler, randevuevleri demektir. Reşad Ekrem Koçu, Petri’nin yaşadıklarını anlatırken bizi Galata’da sokak sokak gezdirir ve ne var ne yok, kim kimdir ayrıntılı bir şekilde anlatır. Galata o yıllarda tam anlamıyla bir suç yatağıdır.

Aslında Galata’daki ilk cinayetinde Petri’nin kimliği ortaya çıkar ama bir türlü eşgali tespit edilemez. Önce Komiser Hikmet Efendi, sonra polis neferi Raif Efendi Petri’nin izini sürerler. Ama Petri çok şanslıdır, her defasında polisie yakalanmaktan kurtulur. Öyle ki buna kendi bile şaşar ve şeytan tarafından korunduğuna inanır. Hatta bir ara herkesi Çanakkale Boğazı’nda gemiden deinze düşüp öldüğüne bile inandırır. Sık sık izini kaybettirmeyi başarır. 

İkinci cinayetinde Kefalonyalı Lefter Kaptan’ı öldürmüştür. Kefalonyalı kaptanın ailesi ve yakınları da Petri’nin peşine düşer. İstanbul’da barınamayacağını anlayan Petri, önce Sicilya’ya sonra Trieste’ye, oradan da Beyrut’a gider. Kimliğini, adını değiştirip  gemilerde tayfalık yaparak izini kaybettirmeye çalışır. Böylece cinayetleri Galata ile sınırlı kalmaz ve gittiği her yerde cinayetler işler. Ama İstanbul hep onu çeker ve dönüp dolaşıp hep Galata’ya gelir. 

Bu maceralar sırasında Petri’nin hayatına, daha sonra Kantocu Peruz olarak ünlenecek bir genç kız girer. Annesi daha 13 yaşındayken Peruz’u Bıçakçı Petri’ye satar. İlişkileri kısa sürse de Petri Peruz’a aşık olur ve yıllar sonra İstanbul’a geldiğinde Peruz’un varlığından yeniden haberdar olur. 18 yaşına gelmiş olan Peruz, artık Galata’daki Avrupa Tiyatrosu’nun yıldızıdır ve yüzlerce hayranı her gece gazinoyu doldurmaktadır. Bu karşılaşmada da, Peruz’u diğer erkeklerden kıskanan Petri, genç kadının sevgilisini öldürecektir.

“Galata Canavarı Bıçakçı Petri” soluk soluğa bir polisiye roman. Petri ne zaman yakalanacak diye merakla okuyorsunuz. Reşad Ekrem Koçu, belgesel tadında bir roman kaleme almış. Somut tarihler ve yer bilgileri veriyor ki bu da inandırıcılığını iyice artırıyor. (27.06.2025)

     

Yorumlar