Lale Devri’nde İstanbul’da bir cinayetle başlıyor İskender Pala’nın Katre-i Matem’i (Nisan 2009. Kapı yay.). Kitaba adını veren Katre-i Matem bir lale türü. "Matem damlası'" anlamına gelen Katre-i Matem, rengiyle görenleri hayrete düşüren mor renkli bir lâle. Alt başlık da “66 Soruda Cinayet”. Lâle sözcüğünün ebced karşılığı altmış altı sayısıymış. Romanda ana hikaye yanında on sekiz tane derkenar niteliğinde küçük aşk hikayesi de var. Sevdiğini, aşklarının ilk gecesinde kaybeden Şahin’in macerasını anlatan roman, bu kaybın ardındaki esrarı çözmek için külhanlara, tomruklara, lalezarlara ve hatta Osmanlı sarayına kadar gidiyor. Cinayetlerin gölgesinde giderek gizemli bir hal alan olaylar Lale Devrine son veren Patrona Halil İsyanı ile birlikte çözülmeye başlıyor.
Romanın kahramanı Şahin gerdek gecesinin sabahında uyandığında yanında sevgilisi Nakşigül’ün parçalanmış cesedini bulur. Şahin yakalanıp, zindanda işkence edilirken Nakşigül’den tek geriye kalanın avucunda sımsıkı tuttuğu bir lale soğanı olduğunu fark eder. Lale soğanını avucunda sımsıkı tutması işkencecilerin nasıl dikkatini çekmemiştir ve niye avucunu açtırmamışlar bilemiyoruz (s. 31) ama bu hunhar cinayeti çözmek için tek ipucu bu lale soğanıdır.
Şahin deniz yoluyla başka bir hapishaneye nakledilirken kaçmayı başarır. Artık tek amacı, Nakşigül’ün katillerini bulmaktır. O katillerin izini bulmaya çalışırken, padişah ve sadrazam da onun peşindedir.
Nakşigül’ün katillerini bulma çabası, avuçiçindeki lale soğanının sırrı ve padişah ve sadrazamın niçin Şahin’in peşinde olduğu sorusunun cevabının aranması bir cinayet romanı için yeterli malzemeyi verirken romanın geçtiği tarihi dönem de olayı iyice renklendirerek romana geniş ufuklu bir tarihsel boyut katıyor. Ansiklopedilere göre “Lâle Devri, Osmanlı Devleti'nde, 1718 yılında Avusturya ile imzalanan Pasarofça Antlaşması ile başlayıp, 1730 yılındaki Patrona Halil İsyanı ile sona eren dönemdir. Bu dönemin padişahı III. Ahmet, sadrazamı Nevşehirli Damat İbrahim Paşa'dır. Zevk ve sefâ devri olarak bilinir. Adını, o dönemde İstanbul'da yetiştirilen ve zamanla ünü dünyaya yayılan lale çiçeklerinden alır” (bkz. tr.wikipedia.org). Çoğumuz bu devri, tarih kitaplarından, halk açlık ve yoksulluk çekerken padişah ve çevresindekilerin zevk ve sefa içinde, devlet parasının israf edildiği bir dönem olarak okuduk. Katre-i Matem’de hem Lale Devri tasvir ediliyor hem de III. Ahmet ve sadrazamı Nevşehirli Damat İbrahim Paşa birer roman kahramanı olarak olumlu ve olumsuz yanlarıyla yer alıyor.
İskender Pala, kahramanı Şahin’i hapisten kaçtıktan sonra sığındığı hamam dolayısıyla Patrona Halil İsyanı ile de ilişkilendiriyor. Böylelikle Şahin ve arkadaşı Yusuf’un katillerin izini sürmelerini okurken hem Lale Devri’ndeki yaşantıyı hem de isyanın hazırlanmasını ve isyan günlerini okumuş oluyoruz.
Anladığım kadarıyla İskender Pala, tarihi olayları anlatırken genellikle kronolojiye bağlı kalmış ama kendince yorumlarda bulunmaktan da geri durmamış. Örneğin romanda Patrona Halil’in “halk arasında düzgün ahlakı, dini bütün kişiliği ve tutarlı davranışlarıyla saygınlık kazandığı, git gide esnaf arasında sözü dinlenir, aklı sorulur bir kanaat önderi olduğu” anlatılır (s. 341). Ama ilerleyen sayfalarda Patrona Halil yazarın bu tanımlamasına uygun bir tavır sergilemez. İstanbul yakılır yıkılır, bir çok yer yağma edilir azılı katiller serbest bırakılır çünkü yazara göre Patrona Halil iyi biri olsa da çevresindekiler aşşağılık kişilerdir.
Nevşehirli Damat İbrahim Paşa da romanda Patrona Halil’e benzer bir biçimde bildiğimizden farklı bir kişilikte, dirayetli ve uyanık bir yöneticidir, isyanın kokusunu alır, isyanı bastırmak için neler yapılması gerektiğini bilir ama padişahı ikna edemez. Devlet büyüklerinin rahat bir yaşam sürdürmeleri, eğlenceye düşkünlükleri huzursuzluklara sebep olur. Patrona Halil isimli bir hamam tellakı bu durumdan memnun olmayan halkı da yanına katarak isyan çıkarır. İsyan sonucu Nevşehirli Damat İbrahim Paşa idam edilir ve yakınları öldürülür. Padişah III. Ahmet tahttan indirilir ve yerine I. Mahmut getirilir.
Kuşkusuz tarihi kişilikleri edebi eserlere kahraman yaparken, işin sanatsal yanına bakmayıp “gerçeğe ne kadar uygun?” diye soracak olanlar da her zaman çıkacaktır. Ama bence, bir roman her şeyden önce bir edebiyat eseridir, yazarının bakış açısına göre yazılır. Okurunu ikna etmek şartıyla her tarihi kişiyi kendine göre anlatır. Tarihi gerçeklere uygun olması gereken bilimsel eserlerdir.
Katre-i Matem’de müthiş bir bilgi yığılması var. İskender Pala, Lale Devri ile ilgili olarak bilinmesi gereken ne varsa romana koymakla kalmamış, Divan Edebiyatı bilgisi ile bunu iyice çoğaltmış. Anlatılanların ne kadarı kurmaca, ne kadarı tarihi belgelere ve başka eserlere dayanıyor doğrusu merak etmemek elde değil.
Bir sorun da olayların yoğunluğundan kahramanlarının karakterleşememesi. Romanın ana kahramanları Şahin, Yanık Yusuf, Hafız Çelebi, Damat İbrahim Paşa, Hörü Kız’ı ve diğerlerini sadece olaylar içinde görüyoruz. Kana, cana kavuşamıyorlar, bir aksiyon filminin oyuncuları gibi olayların arkasında kalıyorlar. Bu nedenle de onların duygularını paylaşamıyor yani özdeşleşemiyoruz.
Kahramanların karakterleşememesinin bir sebebi de sözünü ettiğim bilgi çokluğu içinde kaybolmaları olabilir. Bilgi verilmeye başlandığında kahramanların yanında ana olay da geriye düşüyor. Romanın akışından kopup Lale Devri’de İstanbul’da yaşamla ilgili ayrıntılara, lale hakkındaki bilgilere kapılıp gidebiliyoruz.
İskender Pala, kahramanları iz sürerken dönemin yaşantısı hakkında gayet doyurucu genel betimlemeler yapıyor ama iş mekanlara geldiğinde belki de mekanı hissettirecek, canlı kılacak ayrıntıları anlatmadığı için o külhanlar, bimarhaneler, mahpushaneler, saraylar birer imge olarak canlanmıyor ve kahramanlar oralarda var olup hareket edemiyor. Böylece anlatı roman değil hikaye halini alıyor. Sanki biri bize olayları tatlı dille anlatır gibi oluyor. Yazar tabii ki böyle bir hikaye eden anlatımı tercih edebilirdi ve sanıyorum bu onu yazım aşamasında oldukça rahatlatır, eleştirilerimizi de giderirdi. Romanın hikaye edilen bölümlerinin akıcılığı da sanırım bu söylediklerimi doğrular. Ama anlatı ortalama okur gözetilerek diyaloglara dayanılarak geliştirildiği için bu sorun aşılamamış.
Bazı şeyleri tekrar tekrar anlatmanın nedenini ise anlayamadım. Acaba, ortalama okur böylesine yoğun bilgiyi bir okumada kavrayamaz diye mi düşünülmüş? Örnek vermek gerekirse padişaha Haliç’in dibinde bulunan cesetleri anlatırken “Baltayı bulamadık ama yapanlardan birinin izini sürdük. Ceset parçalarının konulduğu torbaların hepsi kıldan dokunmuştu’ diye başlayan uzun paragraf (s.223), beş sayfa sonra (s. 228) adeta ‘kes yapıştır’ yapılmış gibi sözcüğü sözcüğüne neden Damat İbrahim Paşa’ya tekrar edilmiş anlayamadım. Bu tür örnekleri çoğaltmak mümkün.
Olayların çözümlenmeye başladığı sayfalarda anlatı da iyice akıcılaşıyor. Katre-i matem’in ikizinin olduğunun anlaşılması, Şahin’in Şehzade Ahmet olduğunu öğrenmesi, Yusuf’un sevgilisi Şehnaz’a kavuşması ile romanın bitmek üzere olduğunu düşünüyoruz ama araya giren Patrona Halil İsyanı’nın çıkması ile romanın bitişini de, Şahin’in Nakşigül’ün katillerini bulup cezalandırması da yüz sayfa kadar gecikiyor.
Nakşigül’ün öldürülmesi olayının bir çeşit sihre, illizyona bağlanmasını ise pek tatmin edici bulmadım. Baştan beri tarihi gerçeklere uyumlu, gerçekçi bir biçimde gelişen romana böylesi fantastik bir çözüm eklenmesi inandırıcı değil ve yapıya aykırı. Belki Şahin bu çözümle ikna olmuş olabilir ama 2009 yılından baktığımızda sihir denilen şeylerin bile somut bir açıklaması olduğunu biliyoruz.
Katre-i Matem, genel yapısı üzerinde iyi düşünülmüş, planlanmış, kurgusu sağlam bir roman ama bütününde önemli eksiklikler ve fazlalıklar taşıyor. Üzerinde biraz daha çalışılsaymış, bazı fazlalıklardan fedakarlık edilseymiş, bazı eksikler giderilseymiş çok iyi bir roman okuyacakmışız duygusu doğuyor.
21.05.2009, Cumhuriyet Kitap
Yorumlar