OKUMAZ-YAZMAZ BİR GENÇLİK


Edebiyat ve şiir gençlerle var olur. Yaşama damarlarını, taze kanı gençlerde bulur. Her yeni kuşak ona yepyeni bir soluk verir. 
Edebiyat, şiir gençlikle bağını kopardığı anda yaşlanmaya başlıyor. Edebiyatın okuyucuyla bağınının koptuğu kuşkusunun doğduğu nokta da budur. Çünkü okuyucunun büyük bir çoğunluğunu gençler oluşturuyor. Özellikle üniversite gençliği, yirmili yaşlarını yaşayanlar... 
Doksanlı yıllarda yaşanan en önemli gelişme gençliğin okumaktan kopması, okur-yazarlığa yabancılaşması... 
12 Eylül'ün kültür politikasının temelinde, "akültürizasyon" yatıyordu, yani "kültürsüzleştirme". O yıllarda arabeskin olağanüstü öne çıkartılmasının nedeni de buydu. Bir yandan televizyonlarda kitap bir suç aleti olarak gösterilirken, her türlü sanat etkinliği yasaklanır, engellenirken, diğer yandan da yeni kültür anlayışı olarak arabesk yerleştirilmeye çalışılıyordu. 
Okullarda edebiyatın zorunlu ders olmaktan çıkartılması, dilbilgisinin küçümsenmesi, doğru türkçe yazamaktansa, doğru toplama yapılmasının yeğlenmesi, sadece yabancı dil eğitimi veren okulların desteklenmesi ve doruk noktası; üniversitede "Türk Dili ve Edebiyatı" bölümünün bile eğitimi ingilizce vermesi....
Doksanlı yıllarda bu operasyonun meyveleri alınmaya başladı. Artık arabeski tartışmıyoruz, onu sözcük düzeyinde bile unuttuk, belleğimizin derinliklerine kaydırdık. Çünkü o tüm hayat kanallarımıza nüfuz etti. Hakim sanat anlayışı, hatta yaşam biçimi olduğu için "Pop" terimiyle karşılanıyor günümüzde. 
"Pop" ister istemez edebiyata da yansıdı. Türkiye'de gerçek anlamda çok satan kitaplar doksanlı yıllarda yayınlanmaya başladı. Yüzbin satan kitaplardan söz edilir oldu. Kürşat Başar, Buket Uzuner, Ahmet Altan, Ayşe Kulin gibi yazarlar edebiyatta popülerliğin simgesi oldular. Edebiyatın "pop"laşması var olan gerçek okuru da bu yazarlara kaydırdı. Okuma ihtiyacı onlarla karşılanır oldu.  Bu pop yazarlarla diğerleri arasında büyük bir uçurum oluştu. Pop yazarlar yüzbinlere seslenebilirken, diğer yazarların tirajları hızla binlere düştü, kitaplar beş yüz - altı yüz satar hale geldi.
Bu trajedinin bir benzeri şiirde yaşanıyor. Ülkemizde şiirin çok önemli bir geleneği olduğu ve sözlü edebiyatın temel taşını oluşturduğu için halkın her kesimi bir şekilde şiirle ilişki kuruyor. fiiirin söylenebilirliği, dilden dile geçebilmesi bu olguyu yaratıyor. ‹şte bu söylenebilirlik, şiir dinleyicisini  yaratırken, şiir okuyucusunu da tamamen ortadan siliyor. fiiir kasetleri ‹brahim Sadri örneğinde olduğu gibi yedi yüz bin tirajlara ulaşırken, şiir kitapları basılacak yayınevi bulmakta güçlük çekiyor. Bir şiir kitabının değil satması, kitabevi vitrinlerinde görünmesi bile olay oluyor, başarı sayılıyor.  
Okuyucunun ortadan kaybolduğu noktada, şairi - yazarı bulmak mümkün değil. Hele yeni şairlerin - yazarların çıkmasını beklemek... Doksanlı yıllarda bence şiirin - edebiyatın önündeki en önemli handikap bu; gençlik şiirden - edebiyattan uzaklaşıyor. 
Görsellik çağını yaşıyoruz. Her şey görüntüler aracılığıyla iletiliyor. Yazının önemi gitgide azalıyor. Yazının üzerinde boy verdiği ana dillerimiz işlevini yitiriyor. Medyanın globelleşmesi, Türkçe'den vazgeçip İngilizce yaşamayı gerektiriyor. Kendi ana dilinizde iletişim kuramaz hale geliyorsunuz. Tüm bu gelişmeler ister istemez algının boyutlarının değişmesini de gerektiriyor. Çizgi filmlerle büyümüş bir çocuk, ilk gençlik yıllarında kliplerle, reklam filmleriyle gelişimini tamamlıyor. Hayatında kitap satın almamış mühendisler, doktorlar yetişiyor. 
Yapılan araştırmalar günümüz gençliğinin gündeminde tek bir şeyin olduğunu gösteriyor; çok para kazanmak. fiiir- edebiyat, bu bakıştaki gençliğe çok para kazananacak bir alan olarak görünmüyor. Bu gençler, bir iki yılını harcayıp roman yazsa ve bu roman popüler olup on binlerce satsa bile kazanacağı paranın herhangi bir yöneticinin bir aylık gelirinden fazla olamayacağını biliyor.  
Doksanlı yılların gençliğinin çok küçük bir kesimi şiirle - edebiyatla ilgileniyor. Dergileri taradığımızda yeni karşılaştığımız isimlerin azaldığını görüyoruz. Eskisi gibi dergilerde şiir yayınlatma isteği duyan gençlerin sayısı çok değil ve eskisi gibi dergilere yüzlerce şiir gelmiyor. Dergilerde görünenler de çok fazla diretmiyor, bir-iki şiir yayınladıktan sonra gözden kayboluyor, şiiri bırakıyor. fiiir - edebiyat üniversite yıllarında ilgilenilmiş bir hobby olarak unutuluyor.
fiiiri - edebiyatı hobby olarak görmeyenlerin sayısının çok daha az olduğu ise bir gerçek. ‹şte bu gençlere düşen görev ise büyük. Kendilerini var edebilmeleri için var olan edebiyat hayatı içinde yazdıklarıyla hem yeni, hem değişik, hemde sarsıcı olmak durumundalar. Ama onlarda nedense bu türden bir isteklilik yok. Varolan edebiyat anlayışlarına eklemlenmek daha kolaylarına geliyor. 
Doksanlı yılların dergilerindeki hakim havaya bakmak, genç şiirin - edebiyatın yönelimini anlamak açısından bize çok yararlı olacak diye düşünüyorum. Gençler tarafından yayınlanan dergilerin hemen hepsi ürün dergisi görünümünde. Bir bakış açısı oluşturmaktan, düşünce bildirmekten çekiniyorlar, kaçıyorlar. Düşünsel arka planı olmayan şiir-edebiyat dayanaksız kalıyor. Düşünce bildirmekten korkan, sadece ürün yayınlamakla yetinen dergiler okuyucusunu bulamıyor, bağ kuramıyor. Varolan tartışmalarda bile taraf olmak ya da yeni bir bakış açısı oluşturmak gibi bir dertleri yok. fiiirin-edebiyatın, sanatın en dinamik, en tartışmalı alanlarından olduğu unutulmuş gibi. Bir kabullenmişlik, konsensus havası var. Oysa tüm sanat dallarında olduğu gibi şiir ve edebiyat da tartışmalarla gelişir.
Bu tartışmasızlık durağanlığın işareti gibi. Yeni eğilimler oluşmuyor, varolanların yeniden üretimi yapılıyor. Bu hava da şiirin-edebiyatın gençlerin ilgisini çekmesini önleyen nedenlerden olabilir.
Düşünsel yan bir yana bırakılıp sadece ürün vermekle ilgilenilince de dergiler süreç içinde işlevlerini yitiriyorlar. Belki de bu yüzden birçok şair-yazar adayı ürünlerini okura ulaştırmak için dergilerden yararlanmayı aklına bile getirmiyor. Hemen kitap çıkartmak istiyorlar, mümkünse büyük bir yayınevinden ya da kendi olanaklarıyla... Tanınmış şairlerin - yazarların kitaplarının bile beş yüz tane satılamadığı bir ortamda ilk kez okuyucu ile buluşacak bir şair - yazar adayının hiç şansı olmadığını nedense değerlendiremiyorlar. Kendilerine değerli görünenin şiir olarak bir değeri olmadığını ise anlayamıyorlar. Türk şiirinin - edebiyatının bulunduğu noktadan habersiz oldukları için kendi yazdıkları şeylerin şiir olarak düzeyini de kavrayamıyorlar. Hayatlarında ilk kez yazdıkları şiirlerle, öykülerle oluşturdukları kitapları yayınlanma olanağı bulmadı mı, ya da yanlışlıkla yayınlanıp ilgi toplamadı mı şiirden - edebiyattan vazgeçiyorlar. ‹lgileri de tutkuları da bu kadar...
Anlaşılan, doksanlı yılların global politikaları, tüm dünyayı kendi vatanı olarak görme, tüm nimetlerden yararlanma, tüm varlıklara sahip çıkma arzusu şiir - edebiyatı dünyadan da, kendi ülkesinden de iyice soyutladı. Sanki başka bir evrende başka bir hayatı yaşar hale geldi. 
Bu içine kapanmanın, kopuşun ve cahilleşmenin açacağı yaranın boyutlarını düşünmek bile istemiyorum. (1999)

Yorumlar