BİR İNTİKAM ROMANI; TOL


Yayıncılığın amatör masumiyetini kaybedip sektörleşmesi ister istemez yazar kampanyalarını, reklamları, tanıtımları, yüz bin tirajları getirince edebiyatın en genç türlerinden olan roman da düzayaklaştı. Has romancılar edebiyat eserleri vermek yerine yüz bin kişinin okuyabileceği "anlaşılır" kitaplar yazmayı tercih etmeye başladılar. "Anlaşılır" olmak iyi anlatmanın önüne geçti. Romanlar, filmler gibi konularıyla anılır, tartışılır oldu. Sanki sinemada anlatımın önemi yokmuş sadece konu yeterliymiş gibi. 
Bu düzayaklaşma eğilimi gerçek anlamda edebiyat eseri ve tabii roman olarak adlandırabileceğimiz çalışmaların görülmesini de okunmasını da önlemeye başladı. Bildiğiniz gibi çoksatanlar hemen tüm kitapları perdelemeye okuyucuya ulaşmasını engelliyor. Kitapçılar on - on beş çok satanla yetinip bakkallaşmaya başladılar. Öyle ki, eleştirmenler bile çoksatanların manevi baskısı altına alınıp sadece onlarla ilgilenilip diğer romanların eleştirilmemesi gerekliliğine doğru yönlendirildi. 
Arda arda yayınlanan birbirinden değerli romanlarda okunulmazlık sorunuyla karşı karşıya. Yine de hayata iyimser bakmaya çalışmakta yarar var. Ben her zaman değerli eserin bir gün okuyucusunu da kıymetini de bulacağına inananlardanım. 
Son günlerde dikkatli okuyucular bir kitap üzerinde çokça konuşuyor. Sözü edilen kitap bir ilk roman; "Tol". Murat Uyurkulak'ın romanı Tol, "Bir İntikam Romanı" alt başlığını taşıyor. "İntikam Romanı" bir belirleme, ister istemez daha romanı okumadan ona yakıştırmalarda bulunmaya başlıyorsunuz. İntikam sözcüğü kötü şeyler çağrıştırdığından olsa gerek insan romandan suç ve cezaya doğru giden bir yapı bekliyor. 
Kitabın arka kapağındaki yazı da okuyucuyu bu intikam romanı belirlemesine yönlendirme amacında; "Çözüldün ve utancından ölecek haldesin. Adın, ancak dünyanın yarısı havaya uçarsa temizlenir diye düşünüyorsun. Zaten durmadan bunu planlıyorsun. Birbirinden nafile intikam planlarıyla oyalanıyorsun. Kafana kurşunu sıkana kadar da bundan başka bir şey yapacağın yok. Geçen sene aldığın o allahlık Kırıkkale tutukluk yapmazsa tabii."
"Devrim vaktiyle bir ihtimaldi ve çok güzeldi." cümlesiyle açılıyor Tol.  Romanın kahramanlarından, bir yayınevinde musahhihlik yapan Yusuf'un anlatımıdır okuduğumuz. Yusuf mastürbasyonu ve içkiyi seven, bölücü, terörist ve mimli biridir. Her yerde kendisini izleyen suç dosyası sayesinde yayınevindeki işinden de kovulur. 
Roman esas başlangıcını Yusuf'un bir tren kompartımanında uyanması ile yapar. Tren, Diyarbakır'a gitmektedir ve Yusuf'un karşısında herzaman gittiği meyhaneden hatırladığı, kendisi kadar "bitik bir adam" olan şair vardır. Bir süre karşılıklı atışıp hakaretler ettikten sonra Yusuf, şairin babasının arkadaşlarından biri olduğunu anlar. 
Yusuf babasız büyümüştür. Babası daha o doğmadan ortadan kaybolmuş, bir yıl sonra başka bir şehirde mahkemede yargılandığı duyulmuş ve sonra uzun yıllar sürecek bir mahkumiyet almıştır. Yusuf, babasını sadece annesinin anlattığı yarım öykülerden tanımaktadır. 
Şair, Yusuf'a tren yolculuğu süresince okuyacağı öyküleri olduğunu söyler. Çeşitli insanların yazdığı bu öyküler hem hoşça vakit geçirtecek, hem de Diyarbakır yolculuğunun nedeninin de anlaşılmasını sağlayacaktır.  
Yusuf, şairin sözlerine şu karşılığı verir;" 'Çeşitli insanlar, çeşitli hikayeler ve biz beraber bir kitap yazıyoruz, ha?'
"Anlamadı: 'Nasıl yani kitap yazıyoruz?' (....) 
" 'Ben onları yol boyunca tek tek okuyacağım. Ben okudukça da kitap yazılmış olacak, ha yanılıyor muyum?' diye açıkladı."
Şair, Yusuf'un bu yorumuna karşı çıkar; "Senin acayip muhabbetlerine uğraşamam. Öyle fi tarihini kurcalayan antika hikayeler değil bunlar. Kompartımana döndüğümüzde ilkini vereceğim sana. Önce oku, gerisini ne yaparsan yap. Beni alakadar etmez."
Yine de roman bu noktadan sonra iki kanaldan akmaya başlar. Bir yanda Yusuf ve şairin Diyarbakır yolunda yaşadıkları anlatılırken, diğer yandan tek tek öyküler okunur. 
Kuşkusuz roman kahramanları bu tür öykülerle oluşturulan yapının artık klasikleştiğini söylerken haklıdır. Ama Tol'ün çok önemli bir ayırdedici özelliği vardır; anlatımı. Murat Uyurkulak, ilk romanında anlattığı öykünün ilginçliği kadar anlatımının çarpıcılığı ve farklıllığı ile de öne çıkar. 
Öyküler ilginçtir. 70'li - 80'li yılların kaybedenler kulübünden portrelere ve onların başrol oyuncusu olduğu manzaralara bakıyormuş gibi hissedersiniz kendinizi. Memleketimden İnsan Manzaraları'nın büyük şehirlerde sahnelenen yeni bir versiyonu gibidir bu öyküler. Doğuştan kaybeden olarak doğmuş olan öykü kahramanlarının başka türlü anlatılsa belki o kadar da ilginç olmayacak hayatları, oluşturulan masalsı hava, kara mizah ve humor yüklü şiirsel anlatımla birlikte rengarenk bir görünüm kazanır. Ağlayacağınız yerde gülersiniz. Sinirleneceğiniz yerde de kahkaha atmanız gerekir herhalde. 
Tek tek okunuduklarında belli bir bütünlük içinde olan bu öyküler aynı zamanda kendi içlerinde de gizli bir bağ ile bağlıdır. Öyküler öykülere eklendikçe ortaya "anlatılan aslında senin hikayendir" mesajına uygun bir durum çıkar. Bu öyküler yalnızca kendi içlerinde birbirlerine bağlı değildir, aynı zamanda Yusuf'un bilmediği geçmişin/geçmişinin öyküsüdür ve belki de onun arayışının, yolculuğunun nedeninin cevabı da bu öykülerde bulunacaktır. 
60'lı yıllardan 68'e ve daha önemlisi 12 Mart'ta başlayıp 12 Eylül'de sonuçlanan sürece ulaşacak onun içinden süzülüp gelecek bölümler, işaretler vardır anlatılanlarda. Türkiye tarihinin bu önemli döneminde yaşan bir çok önemli olay bir şekilde öykülerde kendine yer bulur. Umuda yolculuk diye de adlandırabileceğimiz bu tarihin önemli olayları, deneyimleri, sivriltmeden, aksine olabildiğince geri çekerek, bu hangi olaydı, nerede olmuştu diye düşündürüp meraklandırarak anlatmayı yeğler yazar.  
Tüm belirsizleştirme, kayganlaştırma çabalarına ya da yazarın işi fantastik anlatıma döktüğü hissine vermesine rağmen ortaya çıkan bir umut öyküsüdür. Türkiye'de bir kaç kuşak "düzeni değiştirme", "devrim yapma", "insanca bir düzen oluşturma" gibi ülkülerle yaşamış, hatta o aşamaya geldiğini düşünmüş ve son kertede kendini birer kaybeden olarak bulmuştur. 
"Darbe insana hesap kitap öğretir." Karamizah ister istemez ardından trajediyi getirir. Ülke için de darbe öyle bir şeydir. Umut da, umut yolcuları da bir avuç bilye gibi dağılır. Yolda kırılanlar da olur, kaybolanlar da, şahken şahbaz olanlar da... Romanın yapısının kırıldığı nokta da tam buradadır. Öykülerin yerini günlükler, defterler alıverir. Trajedi kesiksiz anlatılmalıdır.  
"Bitkindik ve mutluyduk.
Uzun bir suskunluk bekliyordu ikimizi.
O içecekti. Ben okuyacaktım.
Kitabımız ilerleyecekti.
Okumaya başlamadan önce bombalarımızı merak ettim.
Radyoyu açtım;
Bir vergi dairesi, bir tapu dairesi, bir gümrük deposu, bir döviz bürosu, bir tenis kulübü...
Ülke güvercine kesmişti. 
Şaire bir göz kırptım, o gülerek dilini çıkardı.
Pencereden dışarı baktım.
Tren uçsuz bucaksız bir bozkırda ilerliyordu.
Bir fermuar çeker gibi..."
Yusuf şairin cebinden çıkarttığı öyküleri okuyarak Diyarbakır'a giderken ülkede de yeryerinden oynamaktadır. Önemli, stratejik binalar bombalanmakta, fabrikalara, üniversitelere, askeri üslere saldırılmaktadır. Niteliği tam olarak anlaşılamayan bir ayaklanma, belki de devrim başlamaktadır. Yazar, olayın tüm somutluğuna rağmen burada da masalsılığı elden bırakmaz. Örneğin, bombalamalarla ilgili mesajların güvercinlerce taşındığını, bu nedenle ülkedeki tüm güvercin meraklılarının tutuklandığını öğreniriz.   
Trenin ilerlemesiyle birlikte devrim de gelişmektedir. Kahramanlarımızı yeni bir umut dalgası sarmıştır. Tarih tekerrürden mi ibarettir acaba? Neyse ki yazar son bir hamleyle bizi umutsuzluğa savurmaz ve romanı  "Bir ihtimal olduğunda, devrim ne kadar da güzel," cümlesiyle noktalar. 
Murat Uyurkulak, gerçekten de keyifle okununan, hatta zaman zaman insana bitmese dedirten bir roman yazmış. Hem konusuyla, hem anlatımıyla, hem de diliyle iyi bir romanda aradığımız niteliklerde bir eser vermiş. "Tol"de her has romanda olan bir özellik var; beklentileri aşıyor. Uyurkulak'a "ellerine sağlık" ve "hoş geldin" diyorum. (2002).
(Tol, Murat Uyurkulak, Metis yay. 264 sayfa)

Yorumlar