1924 Bir Fotoğrafın Uzun Hikâyesi

Güzel, mükellef bir yemek masasının çevresinde oturan, hepsi gayet şık giyinmiş altı kişi var fotoğrafta; Cenab Şahabettin, Abdülhak Hâmid, Süleyman Nazif, Mehmet Akif, Sami Paşazade Sezai ve Midhat Cemal. Türk edebiyatının çok önemli adları. Bir tören ya da kutlama için biraraya gelmiş gibiler. Beşir Ayvazoğlu, 1924 Bir Fotoğrafın Uzun Hikâyesi'nde (Kapı Yayınları) bu fotoğrafın sakladığı gizleri araştırıyor, bulduklarını okurlarla paylaşıyor.

1924, Türkiye için önemli bir dönüm noktası. Cumhuriyet henüz ilan edilmiş. O heyecan her yerde yaşanıyor. Kuşkusuz, o masanın çevresinde toplanan şair ve yazarlar da aynı heyecanı ve bazıları da tereddütü yaşıyorlar. Osmanlı İmparatorluğu yıkılıp yerine Türkiye Cumhuriyeti kurulurken hepsi edebi rollerinin yanında siyasi duruşlar da sergilemiş. Hayatları o yıldan sonra genç cumhuriyettte, onun getirdiği yenilikler ve değişikliklerle biçimlenecek. 1924'de de bir çok değişim yaşanıyor toplum içinde. Hilafet kaldırılıyor, Osmanlı hanedanının üyeleri yurtdışına yollanıyor, medreseler kapatılıyor, Şeyh Sait isyanı çıkıyor, Takrir-i Sükun Kanunu ilan ediliyor, Terakki Perver Cumhuriyet Fıkrası kapatılıyor.

İşte o heyecanlı günlerde, 1924 yılının sonlarına doğru, sık sık evinde davetler veren Midhat Cemal, Mehmet Akif'in Asım adlı kitabının yayınlanışı şerefine İstiklâl Caddesi'ndeki Mısır apartmanındaki dairesinde bir davet vermiş. Kolay kolay biraraya gelmeyecek bu önemli isimleri bir sofra çevresinde oturtmayı başarmış. Kitaba konu olan fotoğraf da o davette çekilmiş. Beşir Ayvazoğlu; "Eğer bu fotoğrafın içine girip o masada konuşulanlara kulak vermek mümkün olsaydı, kim bilir, yakın tarihimizin en kritik dönemi hakkında birinci ağızlardan neler işitebilirdik!" diyor.

1924 başlıklı ilk bölümde Ayvazoğlu, davet sahibi, Üç istanbul'un yazarı Midhat Cemal'den başlayarak tek tek o davete katılan yazarları ve şairleri bize hayat öykülerine de uzanarak tanıtıyor, 1924'de edebi, kültürel ve siyasi olarak ne durumda olduklarını, ne yaptıklarını anlatıyor. Bunu yaparken aynı zamanda onları bir masanın çevresinde buluşturan nedenleri yani aralarındaki bağları da gösteriyor. Onların birer portresini oluştururken dönemin edebi ve siyasi tarihini de yazmış oluyor. Türk Edebiyatının çok önemli bu şair ve yazarlarını tanırken yanıtsız kalmış bir çok soruya cevap bulduğumuz gibi, hoş ayrıntıları, anekdotları da öğreniyoruz. Örneğin Midhat Cemal'in genç yaşta hamasi şiirleriyle tanındığını, Yurd Duyguları isimli şiirinin bir beyti meclis kürsüsünde Mustafa Kemal tarafından okununca ünlendiğini, İstanbul'un tanınmış noterlerinden olduğunu ve lükse ve şatafatlı bir yaşama meraklı olduğunu bu bölümde okuyoruz.

Kitabın ikinci bölümü "Karenin Dışındakiler" ağırlıklı Mehmet Akif ve onun yakın dostları oluşturuyor. Hem toplantıya vesile olan Asım kitabının yazılışı ve konusu, hem de ona bağlı olarak Mehmet Akif'in ilk meclisteki mebusluk günlerinden başlayarak Mısır'a gitmesi ve orada ölümüne kadar geçen süre ayrıntılı olarak anlatılıyor. Mehmet Akif'in Mısır'a gidişinde bir şehir efsanesi olarak anlatılan Şapka Devrimi'ne karşı çıktığı, fesini çıkartıp şapka giymemek için Mısır'a gittiği/kaçtığı söylentisinin doğru olmadığını, muhalif gruptan olduğu için Mehmet Akif'in 1923 seçimlerinde milletvekili olarak tekrar aday gösterilmeyince aktif siyasetten çekildiğini, bir emekli maaşı ya da belirli bir geliri olmadığı için de yakın dostu, hayranı Prens Abbas Halim Paşa'nın davetini kabul ederek Mısır'a gittiğini anlatıyor Beşir Ayvazoğlu. Mehmet Akif'in Mısır'a gitttiği tarihte henüz Şapka Devrimi yapılmamış ve fes yerine şapka giyme zorunluluğu da getirilmemiş. Ayvazoğlu, şapka giymemek için kaçtığı yolunda dedikoduların kaynağının Mehmet Akif'in Mısır'a son gidişinden bir ay sonra Şapka Kanunu'nun çıkartılması olduğunu yazıyor ve "üstelik fesi sevmez, genellikle başı açık gezerdi" diye ekliyor.

Masadaki önemli yazarlardan Süleyman Nazif, Mehmet Akif'in tamamen zıddı sayılabilecek yapıda biriymiş. Aşırı, abartılı tavırlarıyla tanınıyormuş. Hıristiyanları Hazreti İsa'ya şikayet eden bir açık mektup yayınlaması, sonra da İsa'dan cevap geldi diye bir başka yazı yayınlaması gibi müslümanları da rahatsız eden gariplikleri yanında "Kara Bir Gün" makalesi ile, Piyer Loti Hitabesi ile yiğitçe işgal ordularına karşı koyduğu gibi vatan haini kabul edilen Ali Kemal'e "zaman seni haklı çıkardı kardeşim" diye yazabilen bir karşıtlıkları bir bünyede toplayan bir adam olduğunu öğreniyoruz. Sonunda milli mücadeleye de inancını tamamen yitirmiş, ağır yazılar yazmış. Cumhuriyet'in ilanından sonra da derin bir pişmanlığa kapılarak Mustafa Kemal Paşa'dan özür dilemenin, pişmanlığını ifade etmenin yollarını aramış. Süleyman Nazif'i mili mücadeleye karşı çıkan bu çabalarında ünlü şair Cenab Şahabettin de desteklemiş. Hatta İzmir'in Yunanlılarca işgalinin menfaatimize olduğunu bile söylemiş. Bunun üzerine iki ünlü şair ve onlar gibi düşünenler aleyhine kampanyalar açılmış, Falih Rıfkı, Yakup Kadri gibi güçlü kalemler yazılar yazmışlar ve iş Cenab Şahabettin'in müderrislik yaptığı Darülfünun'un boykotuna kadar varmış. Zaman içinde bütün düşüncelerinde yanıldığını anlayıp çark etse de Cenab Şahabettin'in samimiyetine inanılmamış.

Süleyman Nazif'in pek de inandırıcı olmayan Türkçülüğü çevresinde o dönem gelişen Türkçü hareketi ve bu konuda yapılan kültürel edebi tartışmaları da anlatıyor Ayvazoğlu. Bu tartışmalar aynı zamanda genç cumhuriyetin temelini oluşturacak ideolojinin de oluşturucularıdır. Bugün baktığımızda pek anlamlı görünmeseler de o günlerde can alıcı önemdedirler. Bu bölümlerde, hem Mehmet Akif'le ilgili yapılan çalışmalarda, hem de Türkçülük tartışmalarında kitabın genel yapısından bir kopma/sarkma olduğunu düşünüyorum. Ayvazoğlu özellikle Mehmet Akif'le ilgili bölümleri ayrı bir çalışmada daha da ayrıntılı değerlendirirse yerinde olacak sanırım. O zaman Akif'in şiirine dair abartma gibi görünen değerlendirmeleri de temellenecektir.

Fotoğrafın merkezinde oturan Abdülhak Hamit, dönemin en ünlü şairi, Şair-i Azam olmasının yanında tipik bir Osmanlı aristokratı olarak saraylarda, yalılarda yaşamış, Avrupa ülkelerinde elçiliklerde bulunmuş, devletin yüksek katlarında memurluklar yapmış. Zaman içinde hem Osmanlıca'dan yeni Türkçe'ye geçişte değişime ayak uyduramaması ile şiirdeki ününü yitirmiş, hem de ilk mecliste milletvekilliği yapmasına rağmen, toplumsal hayattaki bazı davranışlarının uygun bulunmaması nedeniyle eski itibarını kaybetmiş. İlk realist Türk romanı Sergüzeşt'in yazarı Sami Paşazade Sezai, fotoğrafta yer alamasa da bu toplantının gizli düzenleyicilerinden zamanın genç şairi Faruk Nafiz Çamlıbel, Rıza Tevfik, Şerif Muhiddin Targan, Mısır Apartmanı'nın sahibi Prens Abbas Halim Paşa ve apartmanın yöneticisi Mehmet Akif'in Asım'ı adadığı Fuad Şemsi Bey'in hikayeleri de fotoğrafın görünmeyen yüzünü gösteriyor ve o tarihlerin tüm kültür hayatını müziği, resmi ihmal etmeden tamamlamış oluyor.

Üçüncü bölüm "Göç Vakti" adını taşıyor. Beşir Ayvazoğlu bu bölümde fotoğraftaki şair ve yazarların ölümlerini ve cenaze törenlerini anlatmış. Onların hayatlarının son günlerinin birer hazin hikaye olduğu görülüyor. Cenaze törenleri ise doğruları yanlışlarıyla vatan sevgisiyle ömürlerini verdikleri bu ülkenin vatandaşlarının onları nasıl törenlerle uğurladıklarını gösteriyor. Bu cenaze törenleri katılımın çokluğu ya da azlığıyla halkın onlara sevgisinin teveccühünün oranlarının birer göstergesi gibi. Bu değerli edebiyatçıların ölümü ile Türk edebiyatında da bir dönüm kapanmış.

Beşir Ayvazoğlu 1924'le günümüzde az bulunur özgün bir çalışma yapmış. Bir fotoğraftan enine boyuna bir tarih kesiti çıkartmış, tatlı dille anlatmış. Okuru sıkmayan, aksine merak ettiren bir araştırma. Hem edebiyat, hem de tarih meraklıları için…

Yorumlar