Lüsyen Hanım’ın Hatıraları

"Şair-i Âzam" ya da "Dahi-i Âzam" gibi isimlerle adlandırılmış bir şair Abdülhak Hâmid Tarhan. Türk şiirinde önemli devrimler yapmış, klasik anlayışları kırmış bir şair, tiyatroya felsefi düşünceyi sokmuş bir yazar. Tanzimat, Servet-i Fünun, Edebiyat-ı Cedide, Milli Edebiyat ve Cumhuriyet dönemini yaşamış, Sevilmiş, sayılmış, hürmet edilmiş. Sanıyorum en büyük talihsizliği şiirde ve tiyatroda modern atılımlar yapmış olmasına rağmen dildeki yenileşmeyi kavrayamaması, eserlerine yansıtamamasıdır. Bugün onu sadece bestelendiği için “Makber” şiiriyle biliyoruz ve önemli bir şair olarak bilsek de öneminin nereden kaynaklandığını kavrayamıyoruz.

Abdülhak Hamid’in hareketli bir yaşamı var. Küçücük bir çocukken ağabeyi ile Fransa’ya öğrenim görmeye gitmiş. On dört yaşındayken, Tahran büyükelçiliğine tayin edilen babasıyla birlikte İran’a gitmiş ve orada memuriyet yapmış. Paris, Poti, Golos, Bombay konsolosluklarında görev almış. Eşi Fatma Hanımın hastalanması üzerine, İstanbul’a dönmek için yola çıkıp, Beyrut’ta eşinin vefat etmesi üzerine ünlü Makber şiirini yazmış. Devlet memuru olmasına rağmen muhalefetten de geri kalmamış.. Londra elçiliği başkatipliği sırasında yazdığı Zeynep isimli manzum piyesi yüzünden görevden alınmış. Bir süre boşta gezdikten sonra edebiyatla uğraşmayacağına söz vermesi üzerine, tekrar Londra’daki eski görevine gönderilmiş. Bu gidişinde İngiliz Nelly Hanım ile evlenmiş. 1895 yılından sonra Lahey, Londra, Brüksel büyükelçiliklerinde görev yapmış. 1911’de Nelly’nin ölümünden sonra Brüksel’de tanıştığı Lüsyen (Lucienne) Hanım’la evlenmiş. Balkan savaşları sırasında kabine tarafından görevinden azledilince İstanbul’a dönmüş. Bir süre açıkta kaldıktan sonra ayan üyeliğinde bulunmuş. Mütareke yıllarında Viyana’ya gitmiş. Burada sıkıntılı günler geçirmiş. Cumhuriyetin ilanından sonra İstanbul’a dönmüş. 1928 yılında İstanbul Milletvekili seçilmiş ve ölünceye kadar milletvekili olarak kalmış. Vatana üstün hizmet fonundan maaş bağlanmış. 12 Nisan 1937’de İstanbul’da, Maçka’da belediyenin kendisine tahsis ettiği dairede, 85 yaşında ölmüş.

Tanıştıklarında 60 yaşında olan Abdülhak Hâmid’le 19 yaşındaki Lüsyen Hanım’ın aşkları da her zaman ilgi çekmiş, gündemde olmuş. İlişkilerindeki gelişmeler önemli magazin haberlerinden sayılıp gazete ve dergilerde haber olmuş. Çiftin fotoğrafları poster olarak dergilerin ekinde dağıtılmış. Lüsyen Hanım, 19 yaşında şairle karşılaştığında nişanlı olmasına ve yaş farkına aldırmadan Abdülhak Hâmid’in peşine düşmüş, bir yolunu bulup onunla tanışmış ve aralarında çok sıcak bir ilişki oluşmuş. Öyle ki, Lüsyen Hanım ailesinin tüm direnmesine rağmen nişanlısından ayrılıp Abdülhak Hâmid’le evlenmekle kalmamış, evini, ülkesini terk edip İstanbul’a gitmiş, dinini, milliyetini, adını değiştirmiş.

Sekiz yıllık birliktelikten sonra Lüsyen Hanım bir Avrupa gezisinde İtalyan Kontu Soranzo ile tanışmış, konta aşık olmuş. Kontla evlenmeye karar vermiş ve kontu da yanına alarak İstanbul’a gemiş. Abdülhak Hâmid’in bu evlilik için onayını almış. Düğünleri İstanbul’da yapılmış. Evli çift İtalya’ya gitmişler. Lüsyen Hanım’ın hasretine dayanamayan Abdülhak Hâmid peşlerinden Venedik’e gitmiş, misafirleri olmuş. Ayrı kaldıkları yedi yıl sürekli mektuplaşmışlar. Ve tekrar bir araya gelip Abdülhak Hâmid’in ölümüne kadar birlikte olmuşlar. Lüsyen Hanım, 1966’da ölünce Zincirlikuyu’ya Abdülhak Hâmid’in yakınına defnedilmiş. Bir anlamda ölümden sonra da birlikte olmuşlar.

Lüsyen Hanım’ın hatıraları 1944’de Vakit gazetesinde 60 bölüm halinde tefrika edilmiş. Abdülhak Hâmid hakkında yaptığı araştırmalarını bildiğimiz İhsan Sâfi, bu anıları derleyip kitap haline getirmiş. Hâmid’in bir dizesini de kitaba ad olarak vermiş, “Karlar Altında Nevbahar” (Dergâh yay.).

Abdülhak Hâmid, özel hayatına oldukça çalkantılı olmasına rağmen anılarında pek değinmez. Bir anlamda özelini saklı tutar, eserinin öne çıkmasını ister. Lüsyen Hanım, bu eksiği bir anlamda kapatıyor, Brüksel’de tanışmalarından başlayarak Abdülhak Hâmid’le birlikte yaşadıkları yılları anlatıyor. Hem büyük şairin özel hayatından kesitler veriyor, hem de birlikte oldukları süre içinde eserlerini hangi koşullarda, nasıl yazdığını, onlara nasıl isim verdiği gibi ayrıntılara girerek anlatıyor. Tarih sırası gözetmeye çalışsa da düzenli, tüm ayrıntılara giren bir anlatım yok. Daha çok aradan geçen yıllarda unutulmadan kalan küçük parçaları anlatıyor gibi. Hatta ayrıntılarda kayboluyor ama önemli konuları anlatmıyor da diyebiliriz. Örneğin, Lüsyen Hanım, İtalya’da aşık olmasının ve Abdülhak Hâmid’ten ayrılıp yeniden evlenmesinin üzerinde çok durmuyor. Böyle bir çok konu var yazılmamış. Yine de Abdülhak Hâmid’in özel hayatını anlamak, bu ilginç aşk macerasına birinci ağızdan tanıklık etmek açısından önemli bir belge bu anılar.

İhsan Safi, anıları yayına hazırlarken günümüz Türkçe’sine uyarlama, daha doğru söyleyişle sadeleştirme yoluna gitmemiş. Çünkü ona göre “hatıraların dili ağır değil”miş. Ama ben okur olarak Osmanlıca’ya yakın olmama rağmen dili ağır bulduğumu, bazı yerlerde anlama güçlüğü çektiğimi söylemeliyim. İhsan Safi, bir yandan Lüsyen Hanım’ın Türkçe’sinin bozukluğuna dikkati çekerken böyle bir tercih yapmasını anlamak kolay değil.

Garipsediğim bir şey de kitabın başındaki “Sunuş” başlıklı ve Dergâh Yayınları imzalı yazı. Ben genellikle bu tip yazıları kitaba başlarken değil de ana metni okumayı bitirdikten sonra okurum. Çünkü bu yazılarda yapılan yorumların okumamı etkileyeceğini düşünürüm. Bu kitabı okurken de “Sunuş” yazısını sonraya bırakmıştım, iyi etmişim. “Sunuş” yazısında, Abdülhak Hâmid’in Lüsyen Hanım’ın kimliği ve şahsiyetiyle ilgili verdiği bilgilerin, söylediği övücü, yüceltici sözlerin, yazıların sadece kendisinden kaynaklanmakta olduğu belirtilerek söze giriliyor. Yani kitabını yayınladıkları Lüsyen Tarhan’ın Abdülhak Hâmid’in yazdığı nitelikte olmadığı ima ediliyor. Abdülhak Hâmid’in ölümünden sonra Lüsyen Hanım’ın kendini unutturmaya çalışmasını, “Hâmid’in hatırasına sadık, vefalı eş kisvesinde yap”tığını belirtiliyor. “Ülkesine dönmemesinin de Türkiye’deki kadar eline para geçmeyeceğini bilmesinden kaynaklanması muhtemeldir” diye ekleniyor. Yayınevine göre, Lüsyen Hanım anılarını “gazeteden alacağı para için yazmış olmalıdır.” Sözün özü yayınevine göre Lüsyen hanım “kötü” bir insandır.

“Sunuş”u yazanın bu bilgilere nereden ulaştığını, yayıncılığını yaptığı bir kitabın ilk sayfasına niçin koyduğunu anlamak olanaksız. Çünkü, ne kitabın izleyen sayfalarında yer alan İhsan Safi’nin “Giriş” yazısında, ne Lüsyen Hanım’ın anılarında, ne Abdülhak Hâmid’in aynı yayınevinden yayınlanmış olan anılarında, ne de Abdülhak Hâmid – Lüsyen Hanım mektuplaşmalarından (Oğlak yay) Lüsyen Hanım’ın yayınevinin belirttiğini nitelikleri taşıdığına dair bir izlenim edinmedim. Yayınevinin bu kanılarını oluşturacak kaynaklar varsa eğer, açıklanmalı, en azından dipnot olarak gösterilmeliydi.

Eserini bastığınız bir kişiye saygı göstermek ahlaki bir şeydir. Dergâh Yayınları’nın böyle sayı ötesi bir sunuş yazısına niye gerek duyduğunun mutlaka bir açıklaması olmalı. Sunuş yazısında gerekçelerini de belirtselerdi, dertlerini daha iyi anlardık. Lüsyen Tarhan’ın varislerinin bu bakış açısındaki bir yayınevine nasıl ya da niçin anıları yayınlamaları için izin verdiklerini, çoktan toprağa karışmış ve kendini savunamayacak durumda olan bir aile büyükleri için böyle ifadeler kullanılması hakkında ne düşündükleri de ayrıca merak konusu. Yoksa varislerin bu kitaptan haberleri yok mu!

Yorumlar