SEKSİ ŞEY

Vişne, küçük bir Anadolu şehrinde babası, halası ve erkek kardeşleriyle yaşayan yoksul ve güzel bir kızdır. Şehir çirkindir. Sevilebilecek bir yanı yoktur. Bol bol sıkılmaktan başka yapacak bir şey de… Vişne, ülkemizin hemen her genç kızı gibi yetişir, televizyonda dizileri izler, pop müzik şarkıları dinler. Vişne'nin hayatı bir gün ağabeyinin arkadaşı Toplak Surat’ın evlerine misafir gelmesi ile değişir. Toplak Surat zengin bir ailenin çocuğudur, bakımlı ve kiloludur. Vişne'nin ilgisini çeker. Zaten doğru dürüst gördüğü ilk erkektir. Her şey bir anda gelişir ve Toplak Surat o gece Vişne'ye tecavüz eder. O şehirde böyle bir şeyin bir genç kızın başına gelmesi ölüm demektir. Töreler böyle emretmektedir. "İntihar edeceğim başka çaresi yok!" diye düşünür Vişne.

İntihar etmek için demiryoluna gider. Kendini trenin altına atacaktır. Tarlaların ortasında trenin gelmesini beklerken bir tesadüf sonucu uyuşturucu bağımlısı bir piyanist-şantör tarafından hayatı kurtarılır. Zaten tren gelemeyecektir, çünkü teröristler bir köprüyü havaya uçurmuşlardır.

Vişne, Şantör'ün yanına, otele sığınır ama yine şansı yaver gitmez. Şantör o gece, satın aldığı eroinin kötü çıkması nedeniyle ölür. Vişne, gizlice kaçar ve İstanbul'a giden ilk otobüse biner.

Arzu Çağlan, tanınmış radyo programcılarından, bu romandan önce, "İnleyen Nağmeler" (Alfa) adında ve müzik ve gezi yazılarından oluşan bir kitabı yayınlanmış. Seksi Şey (Alfa) ilk romanı. Akıcı, mizahi, hoş bir dili var. Çok kısa, hatta minimal diyebileceğimiz bölümlerle anlatıyor. Tempoyu düşürmüyor. Kısaca özetlediğim ilk 50 sayfada da Vişne'nin başına gelenleri anlatırken çarpıcı bir küçük şehir panaroması çiziyor. Anadolu'da bir küçük şehirde sıradan sandığımız görüntülerin ardında ve arka sokaklarda neler yaşandığını anlatıyor. Gerçekçi, gerçekçiliğini üslubuyla renklendiriyor. Karakterleri sahici, inandırıcı. Bu sahiciliğe kattığı tesadüfler ve kahramanı Vişne'yi tüm tersliklere rağmen hayatta tutması ile biraz da fantastik. Ama gerçekçiliğe sıkı sıkıya bağlı kalsa herhalde roman tecavüz olayından sonra törelerin uygulanması ve ağabeyin ya da babanın Vişne'yi öldürmesi ile biterdi. Ama Arzu Çağlan'ın esas amacı, kitabın arka kapağında belirtildiği gibi, bir şehir romanı yazmak. O nedenle Vişne'yi tüm badireleri atlatıp denizli şehire (İstanbul'a) götürmeyi başarıyor.

Vişne, İstanbul’a gelir gelmez televizyondaki intihar haberlerinden tanıdığı köprüden atlayarak hayatına son vermeye karar veriyor ve köprüye doğru yürümeye başlıyor. Bir radyoda DJ'lik yapan Rahat Abla'nın Vişne'ye rastlaması ile bir kez daha hayatı kurtuluyor. Rahat Abla, Vişne'yi sahipleniyor ve dostu terzi Madam'ın yanına yerleştiriyor.

Rahat Abla'nın romana girmesi ile birlikte birden romandaki karakter sayısı da artıyor. Arzu Çağlan, romana yeni ve önemli bir karakter kattı mı, hemen onun hikayesini, geçmişini de anlatıyor. Anlatılanların bir yerinde Vişne'nin macerasına bağlanacağını umuyorsunuz. Genellikle de öyle oluyor. Ama Vişne'nin ekseninde gelişen roman denizli şehirde aşırı dallanıp budaklandığı için bir kopma yaşıyorsunuz. Romana katılan yeni karakterleri tanıyıp anlamaya çalışmaktan romanın ve dolayısıyla o tatlı dilli anlatımın ucunu kaçırıyorsunuz.

Vişne, Madam'ın evine yerleşip, Madam'ın arkadaşlarını, akrabalarını, müşterilerini, sonra mahalleyi ve ardından bir parkta rasladığı siyahlı çocuğu, Zincir'i tanıdıktan sonra iş iyice karmaşıklaşıyor. Madam'ın arkadaşları ve müşterilerinin her biri bir macera, bir roman… Vişne'nin hem çekindiği hem ilgi duyduğu Zincir'se, tipik bir sorunlu çocuk. Anne baba ayrılmış. Anne işine ve yeni sevgilisine çok fazla kapıldığı için çocuğuyla yeterince ilgilenmiyor ve çocuk da gönlünce yaşıyor. Alkol, uyuşturucu, rock müzik, korku filmleri, satanizm ilgi alanlarında. Zincir aracılığıyla bu alemin gençlerini de tanıyoruz ve romandaki karakterlerin sayısını artık aklımızda tutamıyoruz.

Bir yanda satanist gençlerin bir ayine ve dolayısıyla kanlı olaylara varacağını hissettiğimiz maceraları, diğer yanda Rahat abla ve Madam'ın müşterilerinin yaşadığı aşk ilişkilerinin doğurduğu Televole'lik olaylar romanın ritmini iyice artırıyor. Bu kadar karmaşa da yetmiyor yazara ve Vişne'nin halası ve ağabeyini de töreyi uygulamak, yani Vişne'yi öldürmek üzere denizli şehire getirip kenar mahallede bir gecekonduya yerleştiriyor. Tabii bu arada gecekondunun sahibini ve onun hikayesini de öğrenmeyi ihmal etmiyoruz. Daha doğrusu Arzu Çağlan hiç kimseyi ihmal etmiyor. Satanist dolunay partisi gecesi patlayacak mazot yüklü geminin kaptanı ve tayfasını bile anlatıyor.

Doğal olarak olaylar bu kadar karmaşıklaşınca toparlayacak bir şeyler gerekiyor; şüpheli bir ölüm ve olayı soruşturacak bir polis, polis memuru Boğaç. Benzer bir işlev taşıyan bir büyücü; Ketum. Ama büyüler ve genç kızların gizli günlükleri de olayları çözmeye yetmiyor. Yazar tek tek hikayelerini anlatarak romana kattığı karakterleri hızlı ve kolay çözümlerle romandan çıkartıyor. Çünkü başka türlü kitap bitmeyecek.

Arzu Çağlan, ilk romanlarda sık görülen bir eğilimle elindeki tüm malzemeyi ilk hamlede kullanmak istemiş. Oysa Vişne'nin ve Rahat Abla'nın hikayelerinden rahatlıkla iki ayrı roman yazabilirdi. O zaman ilk elli sayfanın tadını ilerleyen sayfalarda da çıkartabilirdik. Arzu Çağlan'da bir yazar, bir romancı hamuru var. Anlatımı kendine has ve akıcı, konuları ilginç ve ülkemiz gerçeklerini yansıtıyor, olayları, karakterleri ince ayrıntılarından yakalayıp, okura aksettirmeyi başarıyor, kısacası okutuyor. Tek sorun teknikte, yapıda, sanırım gelecek romanlarda onun da üstesinden gelecektir.

Yorumlar