SUSKUN GÜNEŞ

"Hiçbir bağım yoktu Bodrum'la. Tatil için gitmişliğim vardı, o kadar. Yerlisi de yabancısı da bana yabancıydı. Başlarda yabancılığın rahatlığıyla gözümü dikip baktım insanlara. Başka bir ülkeye gitmiş gibi. (…) Derken bir de baktım, Bodrum'da benden başka yabancı sayısı pek çok. Hem de benden fazla yabancı hissediyorlar kendilerini. Kimileri pervasızca giriyorlar yaşamıma. Birbirlerine hiç benzemiyorlar. Yedi düvel bir kazanda kaynıyor. Sessiz-sakin, kavgasız-gürültüsüz, mavi gökyüzünün, dost güneşin altında herkes başının çaresine bakmaya çalışıyor. Çoğu da buluyor bir çaresini. Kimileri için güneş çığlıklar atarken, bazılarına sus-pus bakıyor.

Tümümüz de bir tür sürgün müyüz? Sanki…" Zeynep Avcı, Suskun Güneş'in (Sel Yay) önsözünde böyle diyor.

Kitabı okumakta gecikmemde "Bodrum'dan Öyküler" alt başlığı etkili oldu. Yolum Bodrum'a düşerse okurum, diye bir kenara ayırdım. Sonra havaların ısınmasından mı, yoksa mevsimin yaza doğru yönelmesinden mi bilmem kitap beni kendine çekti.

Zeynep Avcı, kültür ve sanat dünyasının tanıdığı bir isim. Genellikle gazetecilik yapsa da edebiyata yakın durmuş. Hikaye kitapları, tiyatro oyunları, senaryolar yazmış. Eleştirileri, incelemeleri var. İlk hikayesi "Bir İftar Öyküsü"nün yayın tarihi 1981. İlk kitabı 1983 yılında yayınlanmış. Suskun Güneş, Zeynep Avcı'dan okuduğum ilk hikaye kitabı oldu. Sekiz hikayeden oluşan kitabı bir solukta okudum. Çünkü Zeynep Avcı'nın çok sade ve akıcı bir anlatımı var. Sözü döndürüp dolaştırmıyor. Uzun betimlemelere, karakter analizlerine girmiyor. Tek bir sözcük, en fazla bir cümle ile bir kaç paragraflık betimlemeyi karşılıyor. Kısa cümleler kullanıyor. "Yalın, duru, sade." Bu nitelikler de okumayı kolaylaştırıyor.

Zeynep Avcı'nın anlatımı kadar anlattığı hikayeler de aynı özümsenmişlikte. Bodrum'dan hikayeler anlatıyor ama bizim gibi bir kaç günlük turistlerin hikayeleri değil bunlar. Oraya yerleşmiş yabancıların, yani Bodrum"yerli"si olmayanların, oralı sayılmayanların hikayeleri. Bir yanda büyük şehirlerin baskısından kaçıp gelmiş batılılar var, diğer yanda ekmek parası kazanmak için gelmiş doğulular. Hikayelerin ana eksenini batılılarla doğuluların ilişkileri, birlikte yaşadıkları oluşturuyor. Yerliler, oralılar ise anahtar görevi görüyorlar, batılıların da doğuluların da gelip geçici olduğu kanısıyla, yıllarca o topraklarda yaşamış olmanın bilgeliğiyle ve tabii köylülüğün sakinliği ve sabrıyla olayları izliyor, çok az müdahale ediyorlar.

"Olay", deyince yanlış anlaşılmasın, Zeynep Avcı, hayatımızdaki sıradan olayları anlatıyor. Kanser olan komşunun ölümüyle eve bekçi olarak gelen Apo, sanayi sitesindeki tamirci çırağı Mutlu Bey, ateşlenen Yılmaz çocuk'un hastaneye götürülmesi, gece duyulan üç el silah sesi, telefon paraları ile ortadan kaybolan postacı ve karısı, havuza düşen küçük kız, otele kahveci güzeli olan Nazlı kız onun hikaye kahramanları. Yazar, bir kenardan sessizce onları izliyor, gözlemliyor kısa cümlelerle hikayeleştiriyor. Bu sade, süssüz anlatımın derinlerinde mizahi bir bakış açısı ve kendini ortaya atmayan bir ironi var. Güzel bir kıyı kasabasının beton kente dönüşümünü anlatıyor. Bu aynı zamanda Türkiye'nin 2000'li yıllarda yaşadığı dönüşüm.

Yorumlar