Pasaport Damgaları (Kırmızı yay. Ocak 2008), Yol Günlüğü alt başlığını taşıyor. Batur'un 1987 - 2006 arasında yolculukları sırasında tuttuğu defterler. Venedik, Viyana, Prag, Berlin, Madrit gibi Avrupa'nın önemli kentlerine daha çok, bir toplantıya katılmak, bir konferans vermek gibi amaçlarla yapılmış geziler. Bu bölümlerde gezdiği yerlerle ilgili notlar ağır basıyor. Bir şehri ilk kez tanımanın heyecanı hissediliyor. Yapılan keşifler, karşılaşmalar, tanışmalar... Kitapçılar, müzeler, barlar, lokantalar, oteller... Onların çağrıştırdığı düşünceler.
Pasaport Damgaları'nın esasını ise Paris'te yazılanlar oluşturuyor. Kendini yazmaya adamış bir yazar olarak Enis Batur için yol, yolculuk aslında Paris'e gitmek, otele kapanıp yazmak demek. İstanbul'da yazmaya yeterince zaman bulamadığını düşünüyor. Bir işi var (yayınevinde yöneticilik), görüşmesi gereken insanlar, edebi faaliyet ve aile, eş dost… Yazmaya ayıracağı zaman sık sık bölünüyor, yoğunlaşamıyor. Paris'teki otel odası bir sığınak oluyor. Virginia Woolf'ün dediği gibi "Kendine ait bir oda." Batur, birçok kitabını hücreye benzettiği otel odasında yazmış.
Paris günlüğü, bu nedenle yolculuklarda yazdıklarından farklı. Okuduğu kitapların adları, görüştüğü kişiler, yazma verimi, yazacağı kitaplar, yeni projeler büyük yer tutuyor. Gittiği kitapçıları, yürüyüşleri sırasında gördüklerini, yediğini içtiğini, alış verişleri, kısaca da olsa dostlarıyla konuştuklarını da yazıyor defterlerine. Hava durumunu ve günde kaç sayfa yazdığını önemsiyor. Günlükler akıl defteri niteliği kazanıyor.
Truman Capote'nin Kabul Edilmiş Dualar (Sel yay.) romanında yaptığına benzer bir şey de yapmış Enis Batur. Dostluk ettiği, görüşüp konuştuğu yazarlar, şairler ve çalışma arkadaşları hakkındaki kişisel görüşlerini birkaç cümleyle yazmış ve yayınlatmış. Sanıyorum, böyle yaparak onların tepkilerini bizzat görmek, yaşamak istemiş; Kimler selamı sabahı kesecek!.. Capote'nin arkadaşı olan ünlüler sırlarını açıkladığı için yazarı affetmemiş. Capote yaşamını büyük bir yalnızlık içinde noktalamış. Batur'un başına böyle bir şey geleceğini sanmıyorum. Çünkü sevgi sözcükleri çok yok, ama özel hayata ilişkin sırlar da yok. Sansürlenmemiş görüşler, yorumlar var. "Dünkü oturumda, Hasan Bülent'in şiirlerim üzerine yazdığı 5-6 sayfalık 'genel değerlendirme'yi Almancası okunurken, Türkçesinden izledim. Tipik bir satıh bakış, yalnızca ve yalnızca basmakalıp görüşler." (s. 45); "Akşamüstü, bir sokakta keskin incir kokusu. (İlhan, böyle bir cümle yazınca, onu şiir sanıyor)." (s. 145); "Mahir Öztaş uğramış, 'Acı Bilgi'yi okuyormuş, tabii 'bunun roman neresinde?' diyormuş. Mahir gibi yazmaktansa-" (s.220);"Yatmadan, yeni edindiğim, Samsatlı Lukianos'un 40 sayfalık 'Cahil Kitapsever'ini okudum, büyük bir şaşkınlıkla: 1850 yıl önce yazılmış metinde düpedüz Ömer Koç'u anlatıyor. Şaşkınlığımı yer yer kahkahalarla tamamladım." (s. 590); "Selçuk aradı dün sabah, Tuğrul ve Güven uğrayacaktı ona, ikisini de sevmediğimi farkettim o an, çünkü benim gözümde 'özgün' ve 'düzgün' değiller." (s.597); "Ne yazık ki, bu durum, kimi çok okunan kötü (vasat) yazarların da arada iyi sanılmasına yol açtı: Coelho gibi. Bana kalırsa, Paul Auster ve Orhan Pamuk da bu kategoride yer alıyor: Derinliği olmayan kitaplar yazıyorlar, onun için de geniş vasat okur kesiminin gözdesiler." (s.626).
Yorumlar