Kafdağı

11 Eylül saldırısı sonrasında ABD'de yaşayan müslümanlara karşı genel bir tepki oluştuğunu, hemen hepsine potansiyel terorist gözüyle bakıldığını biliyoruz. 11 Eylül saldırısına yapanları bulma gerekçesiyle birçok tutuklama yapıldığı, ama bunların çoğundan somut bir sonuç çıkmadığı da hatırladığımız haberlerden. ABD yasalarının kötü muameleye, işkenceye yeterince izin vermediğini gören yetkililer bu süreçte bazı mahkumları özel uçaklarla müttefik ülkelere yollamış ve oralarda yasaların sınırlamalarına takılmadan sorgulamışlar. Sorgulama için yardım alınan bu ülkeler arasında Mısır, Pakistan, Afganistan, İsveç, Avusturya, Suriye ve Türkiye de var, haberlere göre. İlk başlarda Amerikan yönetimi bu yabancı ülkelerde sorgulama yöntemini yalanladıysa da sonradan kabullenmek durumunda kalmış ve bunun terörle mücadelede tek çıkar yol olduğunu da savunmuş.

Müge İplikçi, Kafdağı'nda (Everest yay. Eylül 2008) "teslimat programı" adı verilen hukuk ve insanlık dışı bu uygulamadan yola çıkmış. Zahide Sohni Mühür, bu program kapsamında ABD dışına yollanıp sorgulananlardan. Roman bu bilgileri verdikten sonra çarpıcı bir olayla başlıyor. (Belki önce olay, sonra bilgi olsaydı daha çok etkilenirdik...) "Geride hiçbir iz kalmasın" mesajını alan Zahide, evin hava alacak tüm yerlerini kapattıktan sonra doğal gazla çalışan ocağın tüm düğmelerini açar. Amacı uyumakta olan iki çocuğu ile birlikte ölmektir.

Zahide bunları Türk görevli Levent'e anlatırken diğer yandan, bir başka kadının Emel'in hayatına şahit oluyoruz. Ama bu akışın eş zamanlı mı, farklı zamanlarda mı gerçekleştiğini anlayamıyoruz. Emel, İstanbul'da önemli bir gazetenin dış haberler şefi. 1999 Gölcük depreminde hem oğlunu, hem eşini kaybetmiştir. Bir bursa başvurarak, "onlarla birlikte üzerine sinen ölü izlerini zihninden silmek" amacıyla kısa süre de olsa Türkiye'den uzaklaşmak istemiştir. Point gazetecilik bursuyla katıldığı programın sonunda teslim etmesi gereken rapor için bir röportaj yaparken "teslimat programını"nı öğrenip konuyu araştırmaya başlamış. Programı soruştururken aslında Zahide'yi aramaktadır. Doğalgaz patlamasında çocukları ölen Zahide'nin olaydan canlı kurtulduğunu, "Teslimat programının kurbanlarından biri olarak sabaha karşı gözlem altındaki ABD'deki evine yapılan bir baskında yaralı olarak ele geçirildiğini, sonrasında CIA'in gizli kayıtlı uçaklarıyla ülkenin dışına kaçırıldığını öğrenmiş"tir.

Emel'in bu olayı ve Zahide'yi anlatırken kurduğu cümleler romanın anahtarını oluşturuyor; "Kendimi ararken onu da aramaya başlamıştım," , "Ben neysem o da oydu. Nedensizce o bendi, ben o, Zahide kayıptı, ben de."

Zahide'nin anlattıklarını aktarmaya devam eder Levent. Burada dikkati çekici nokta Pakistanlı Zahide'nin gittikçe daha iyi Türkçe konuşmaya başlamasıdır. "Dediğine göre günlerini Türkçe öğrenmekle geçiriyordu"r. Evdeki baskından sonra bir ay CIA gözetimindeki bir hastanede tedavi görmüş, sonra da teslimat programına devredilmiştir. Daha hastanedeyken teslimat programının koordinatörü Karen uyuşturucu iğneler yapmaya başlar. Bu iğneler, Zahide'yi geçmişine götürmekle kalmaz, hatırlarken geçmişini unutmasını da sağlar.

Washington Post'ta Jan Gabriel imzasıyla çıkan bir makaleye göre Zahide, Emel'in sandığı gibi kendi halinde bir kadın değil 11 Eylül'ün arkasındaki çehrelerden biridir. Kocasıyla birlikte birçok eyleme girmiştir. El Kaide'nin para kasasıdır sanki, 11 Eylül öncesi hesabına yatırılan Suudi paralarının haddi hesabı yoktur. 1998 ile 2002 yılları arasında Afrika'dan Amerika'ya yollanan elmas işinde de o vardır. Zahide daha sonra itirafçı olmuş FBI'ın tanık koruma programına dahil edilmiş ve bir gün kaybolmuştur. Emel, 1991'de Ohio'da üniversitede yüksek lisans yaparken tanıştığı ve havuzda boğulurken hayatını kurtaran diş hekimi Zahide'nin bu işlere karışmış olabileceğine inanmaz, iftira atıldığını düşünür.

2 Aralık 2001'de Pakistan doğumlu Amerikan vatandaşı Zahide, teslimat programına dahil edilip New York'tan İsveç'e oradan da Amman'a yollanmıştır. On iki kişilik lüks uçakta yapılan iğnenin etkisiyle uyurken Kensington'u Ricard'ı hatırlar. Emel de bir önceki bölümde yine Richard adlı birinden, Washington Post'un ekinde ölecek olanlar hakkında yazan ve Point'in kurucularından Richard Sehlton'dan söz etmektedir. Richard'ların bir yerde birleşeceğini hissederiz.

Levent'le Zahide'nin görüşmeleri ve Emel'in anlatımıyla gelişen roman 9. Bölümde nedense üçüncü tekil anlatıma geçiyor. Emel'in ağzından da anlatılsa bir şey değişmeyecek bu bölümde Ricard'ın Emel ve arkadaşlarına verdiği konferans sırasında yaşananları öğreniriz. Teslimat programının mucidi, dünyadaki gücün timsali olduğuna, dünyayı kurtaracağına inandığı Yeni Muhafazakarlık'ı savunmaktadır Richard. Gereğinden uzun gelen bu bölümde, bol bol konuşan Richard, nedense, sır gibi saklanmak istenen teslimat programı hakkında kendi hazırladığı bir belgeseli de gösterir. Emel, belgeselde terorist olarak sunulan Zahide'yi tanır. Kütüphanede Zahide'nin itirafının da yer aldığı bir belgeseli izleyen Emel, filmdeki diğer kişileri de tanımaktadır. Zahide ile birlikte New York gezisinde evinde kaldıkları saksafoncu Yusuf, Zahide'nin kocası Dam ve Zahide'nin kardeşi Bilal... Emel, bu belgeselin de yapımcısı olan Richard'ın bu işte anahtar konumunda olduğuna karar verir.

İzleyen bölümde, bir geriye dönüşle, 1999'da Türkiye'de olan depremi duyan Zahide eski arkadaşı Emel'i hatırlar ve ona ulaşmak ister. Ona mektuplar yollar ama cevap alamaz. Sonunda Emel'in çalıştığı gazeteye yazmayı akıl eder ve Emel'in depremde öldüğünü anlarız ama yine de bir belirsizlik vardır. Çünkü, bir yandan da Zahide'nin izini süren Emel'in anlattıklarını okumaktayızdır. "Kim canlı kim ölü; ipin ucu kaç"mıştır. Zahide ölü olduğunu sandığı Yusuf'tan hem Ürdün'de, Suriye'de nasıl işkencelerden geçeceğini, hem de teslimat programında çalışanla, Washington Post'taki Richard'ların aynı kişi olduğunu öğrenir.

Depremde ölmüş olması gereken Emel, araştırmalarına devam eder ve Zahide'nin romanın başından beri konuştuğu Levent'i bulur, görüşür. Levent, bir beyin yıkama projesinden söz eder. Teslimatla başka ülkelere yollanan tutukluların bir kısmı bu proje ile "Psişik yöntemlerle beyinleri yıkanmış ajanlar karşılarındakilerin beyin dalgalarını rahatlıkla okuyor olacaklar" ve kodlar zamanı gelince bedene yerleştirilmiş çipi harekete geçirecek ve ajan eylemini yapacaktır. Bir tanesi İstanbul'da bulunan stadyumların yedi kat altındaki laboratuvarlarda tutuklular yeniden can bulup, estetik ameliyatlardan geçirilip, görünümleri değiştirilip sözü edilen eyleme hazır ajanlar haline getirilmektedir.

13. bölümde Zahide, Levent'e anlatırken olayları iyice netleştirir; stadyumda, yeni dünya düzeni için, suçu ortadan kaldırmak amacıyla beyni yıkanmış (programlanmış) bir ajan haline getirilmiştir. Depremde çocuğu ve kocasıyla ölen Emel'in kimliği ve yüzü ona verilmiştir.

Emel, Levent'le görüşmeden dönerken Richard'la karşılaşır ve birlikte gittikleri Yeraltı adlı eskici dükkanında Richard'ın giydiği askeri üniforma her şeyi hatırlamasına neden olur. Emel, aslında Zahide'dir. Richard da işkencecisi... Richard, Zahide'ye geçmişi hatırlatmak için üniforma giymiştir ve bu sayede biz okurlar olayları çözmüş oluruz. Richard’ın bu tavrını anlayamayız. Zahide, Richard'dan geç kalmış öcünü alır, onu öldürür. Onu gelip kurtaran da Levent olur. Levent'in yardımıyla Türkiye'ye kaçar, orada Öznur Şahin adında bir ilkokul öğretmeni olarak, kod içindeki çipi çalıştırana kadar yaşayacaktır.

Müge İplikçi, bir inceleme, araştırma kitabında işlenebilecek bir konuyu edebi yapıda romanlaştırmış. Bazan edebi olma kaygısı konuda derinleştirme, ayrıntılara girme olanağını elinden alırken, bazan da uzun uzun politik tespitler yapıp edebi yapıdan kopmak durumunda kalmış. Emel'in gazeteciliği, Zahide'nin niye Emel'in kimliğine sokulduğu gibi bazı yerlerse izaha muhtaç kalıyor. Son sayfaya geldiğimizde eksik kaldığımızı, olayı tam olarak kavrayamadığımızı düşünüyoruz. Okur olarak daha düz anlatım, daha çok ayrıntı istiyoruz. Roman bizi konuyu araştırmaya yönelterek belki de işlevini yerine getirmiş oluyor. Kafdağı, okunması, tartışılması gereken bir roman.

Yorumlar